Amnezya, Kâbus ve Hatıra

Selam,

Yine klasik şahane bir Tuğrul Sultanzade öyküsü okudum. Öveyim diyeceğim ama o kadar oturmuş bir kaleminiz var ki aynı şeyleri söylemekten korkuyorum. O yüzden birkaç küçük noktadan bahsedeceğim.

Öncelikle öykünüzü kimsenin okumayacağını düşünmeniz konusunda kendinize haksızlık ediyorsunuz. Bu seçkinin elit kalemlerindensiniz.

Kara delik konusuna o kadar değinmişsiniz ki bu ay zorlanabilirsiniz. :slight_smile:

İmgeleri kullanmakta anormal yeteneklisiniz. Sinemaya uyarlarsak bir Tarkowski bir Nuri Bilge Ceylan gözü var sizde. Onlar en basit bir şeyi büyülü gibi, esasen özüyle görüntülüyorlar. Siz de en basit bir anı büyüyle anlatıyorsunuz.

Bununla birlikte bir geri bildirim de vereyim. İmgelerin hepsi de son derece güzel olsalar da bazen biraz fazla yükleme olabilir kanısındayım. Bu hikaye özelinde konuşuyorum, imgelerden vazgeçmeyeceksiniz, ki geçmeyin de zaten, ama belki tüm öyküyü kısaltarak fazla yükten kurtulabilirmişsiniz. Özellikle arabayla Kam’a gitme sekansını uzun buldum ben. Kaldı ki tüm sekansı da beğendim. İşte tam olarak sinemadaki göze geliyor olay. Ya da edebiyat sanatında söze… Bir tür; “edebiyat bir söz sanatıdır” der gibisiniz. “Olay örgüsü olmadan da harika şeyler anlatabilirim…” Tabi bir olay da var ama ikinci planda gibi.

Bu arada yine çok güzel ve temel bir aşk hikayesiydi bu da.

Elinize sağlık
Gelecek seçkilerde de görüşmek üzere…

2 Beğeni