Öncelikle bu hikayemle ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum, hikayem Dorei’nin Yolculuğu, burada yayınlamış olduğum Kılıç, Ateş ve Büyünün Efsanesi adlı hikayemin evreninde geçiyor. O hikayemi bitirdim ancak devamını getirmeme kararı aldım. Onun yerine bu hikayeye başlayarak, aynı evrende farklı olayları konu alacağım. Dorei’nin Yolculuğu, benim şuana kadar ki en çok üzerinde durduğum dört hikayeden birisi. Uzun soluklu bir şeyler yazmayı planlıyorum. Devamını yazdıkça paylaşacağım. İyi okumalar dilerim.
Bölüm I
Dorei’nin İntikamı
Yaşlı Raskhalâr’ın sözlerini hatırladı Dorei elinde ki kanlı kılıcı sallarken; “Geleceğini düzeltmek istiyorsan, geçmişinden başla.” Demişti yaşlı bilge Rashkalâr. Yerde kanlar içerisinde ki Ion Damere ölürken, Dorei adamın gözlerinin içerisine baktı, ruhu süzülüyor gibiydi. Ion’un gözlerini okudu Dorei, pişmanlık, korku, öfke, her şeyi barındırıyordu ölümle buluşan o gözler. Adamın karnından akan sıcak kanın kokusu tüm odayı kaplamıştı. Dorei, odanın köşesinde duran masanın üzerinde ki şarap sürahisinden bir kadeh şarap doldurup ölmek üzere olan Ion’un karşısında dikildi. Adam sırtını duvara dayamaya çalışıyordu. Ancak o kadar başarısızdı ki her hareket ettiğinde etrafta kan izleri bırakıyordu. En sonunda sırtını duvara dayadığında ise konuşmak için boğazını temizledi. “Özür dilerim evlat.” Diye inledi Ion. Ağzından süzülen kanlar çenesinden aşağı gömleğine doğru akıyordu. “Yaptıklarım için.” Adam her konuşmasında biraz daha ölüyordu.
Dorei, yıllarca ölümünü planladığı adamın gözlerine baktı. Dorei’de acıma diye birşey yoktu. Elinde ki kadehi tekrar masaya bırakıp Ion’a doğru yaklaştı. “Bunu hak etmiştin Ion” diye çıkıştı Dorei, “Hemde çok uzun zaman önce hak etmiştin. Hatırlıyorsun değil mi? Bunu sana neden yaptığımı hatırlıyorsun? Unutmadın, unutamazsın. O günü asla unutamazsın, aynı benim gibi. Bana gecelerimi zehir eden o günü unutamazsın.” Dorei’nin elleri sinirden titremeye başladı. “Ah Ion, şu görüntüyü görmek için kaç yıl beklediğimi. Kaç kere bunu hayal ettiğimi bilemezsin.” Dedi adama doğru yaklaşarak. Elini Ion’un karnında ki taze kılıç yarasına doğrultu ve parmağıyla yaranın içini deşmeye başladı. Her hareketinde, Ion acılar içinde kıvrılıyordu.
“Lütfen.” Diye inledi Ion, “Lütfen dur Dorei.”
“Hayır!” diye bağırdı Dorei, “Hatırla! O günü hatırla. O gün sana nasıl yalvardığımı, o gün sana nasıl durmanı söylediğimi hatırla.”
“Hatırlıyorum!” dedi acı bir haykırışla, “Sen. Sen küçük bir çocukken.” Ion’un nefes alması o kadar zorlaşmıştı ki bir süre durması gerekti. “Evet! Devam et.” Dorei, adamın suratına bir tokat indirdi. “Küçük bir çocukken, senin gözlerinin önünde aileni öldürdüm.”
“Bütün ailemi! Annemi, babamı ve küçük kardeşimi!” diye kükredi Dorei. Ion’un gücü neredeyse bitmişti. “Biliyorum ancak emir buydu.” Diyebildi, son bir kaç dakikası kalmıştı. “O verilen emirde, küçük bir bebeğinde öldürülmesi var mıydı Ion?” Dorei’nin kızıl saçları önüne düştü ve öfkeyle parlayan gözlerini kapattı. “Hayır. Emir senin ölmendi.” Dedi Ion. Artık pes etmişti. Ölmek istiyordu. “Sen Dorei. Sen çok özelsin ve bunu bilenler senin ölmeni istiyorlar çünkü senden korkuyorlar.” Dorei olduğu yerde sabit bir şekilde kalmıştı. Oda, sanki küçüldükçe küçülüyordu. Kulaklarında hissettiği çınlama artıyordu ve dış sesleri artık duymuyordu. Kendisine gelmesi için bir kaç saniye gerekmişti. “Benim ölmem mi? Neden? Neden ben?”
“Ah Dorei. Hala çocuksun biliyorsun değil mi? O yanlarında durduğun Yılanlar Loncası sana hiçbir şey anlatmadı değil mi? O Yaşlı Bilge Raskhalâr ve Efsanevi Azulerd? Hah?” Dorei içinde şuan bin bir çeşit duyguyu hissediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Sanki patlayacakmış gibi hissediyordu. “Onlar,” diyebildi kısık bir sesle, “Bana, ailemin işlediği bir suç yüzünden öldürüldüğünü söylemişlerdi. Babam birisini öldürmüştü. Önemli birisini ve bu yüzden evi askerler basıp herkesi öldürmüşlerdi. Bana yıllarca bu anlatıldı. Yıllarca bu yalanla yaşadım demek.” Ion’un ışığı kaybolmuş gözleri son kez Dorei’nin parlak mavi gözleriyle birleşti, “Dorei aslında ben o gün, o iğrenç şeyleri yapmayı hiç istememiştim ancak ben bir emir kuluydum. Bana söylenen şey, senin ölümündü ancak yoluma önce baban çıktı. Sonra ise annen. Onları öldürmek zorunda kaldım.” Dorei, zaten zar zor konuşan Ion’un lafını keserek, “Peki ya küçük kardeşim? Onu neden öldürdün?” Ion son kez toparlanmak için hareket etti ancak fazla bir çaba gösteremedi, “Onu öldürmedim.” Dorei’nin gözlerinin içi parladı. “Nasıl yani? Kardeşimi öldürmedin mi? Onu askerlerine vermiştin. Onu alıp dışarıya çıkmışlardı.” Dorei, hayatı boyunca hiç bu kadar şaşırmamıştı. Ion’un elleri saçlarına gitti ve saçlarını geriye attı. “Hayır onu dışarıya çıkardım çünkü ben bir bebek katili değilim. Onu öldüremezdim. O yüzden askerlere verip onu dışarıya çıkardım. Zaten bir süre ağladıktan sonra kardeşinin yanına gitmek zorunda kaldım. Ardından odaya geldiğimde de sen yoktun. Ayrıca bende bir şey sormak istiyorum. O gün seni oradan kim çıkardı?” Ion bunu derken gülüyor gibiydi ancak suratında ki acı ifade bunu yansıtamıyordu. Dorei adama baktı, “Raskhalâr kurtarmıştı.” Ion bu sefer güldüğüne dair garip bir ses çıkardı, “Biliyordum. O gün Raskhalâr’ın seni kurtardığını biliyordum. Bana kimse inanmamıştı. Senin tek başına oradan kaçtığını düşünmüşlerdi.” Dorei’nin sinirli yüz hatları gevşemeye başlamıştı. Arkasını dönüp masaya doğru gitti ve tekrar bir kadeh doldurdu. “Raskhalâr ve Azulerd’den uzak dur Dorei. Onlar senin iyiliğini istemiyorlar. Bana emri veren kişi sana nasıl bakıyorsa, onlar da sana öyle bakıyor.” Emir diye düşündü Dorei, “Sana bu emri veren kimdi Ion?” diye sordu Dorei kadehi doldururken ancak herhangi bir cevap duyamadı. Aslında şuan duyduğu tek şey, kadehe dolan şarabın çıkardığı sesti. “Sana diyorum Ion! Sana emri kim verdi?” Dorei, arkasını döndüğünde Ion’un gözlerinin kapalı olduğunu gördü. Ion ölmüştü. İstediği cevabı alamamıştı Dorei ve kim bilir belki de hiç bu cevabı öğrenemeyecekti. Bu duyguyu hissettiğinde öfkesi, parmak uçlarına kadar yayılmıştı. Öğrenmeliyim, diye düşündü Dorei masanın başında ve bunu öğrenmek için ise elinden geleni yapacağını, önüne kim çıkarsa kılıcının tadına bakacağını biliyordu. Kanlı ellerine baktı. Kurumuş kan koyulaşmış ve ağır kokusunu odaya nüfuz ettirmişti. Kafasını Ion’a çevirdi ve derin bir iç geçirdikten sonra ayağa kalktı.