Körler, Davullar, Feda

Merhabalar,

Dipsiz ismini görmek beni heyecanlandırıyor. Biliyorum ki okuduğum öykü beni peşine takacak, dünyasında epik bir geziye çıkaracak; öyle alelade bir seyahat de olmayacak bu.

Gençlerin diyaloglarındaki nükteler yakışmış. Kendimle çok bıçak bıçağa geldim: Ne bu kasvet? Her şey bu kadar dramatik olmak zorunda mı? Öykün kendiyle asla dalga geçemeyecek kadar kibirli mi? Sonunda bir kanıya vardım: Ciddiyet gergin bir zincir gibi, sürekli çatırdıyor, en sonunda da dünyanın en sağlam çeliğinden dahi yapılmış olsa kâr etmiyor, kırılıyor. Kasvetse kırağı gibi, altında yeşil de olsa, donuk; rengini seçebilmek için dikkat kesilmek lazım. Bu, belli bir zaman sonra yazarı da yoruyor.

“Ateş Denizinde birkaç kulaç atmak, lavların üzerine uzanıp bronzlaşmak ya da ne bileyim Erlik Han’la briç oynamak gibi!”

Hem kendi dünyasından izler taşıyan hem de ayakları yere basan bir nükte. Öykünün havasını yumuşatmış, harika durmuş.

Detaylara verdiğiniz önem beni kendime karşı dolduruyor. Bak da öğren, diye çimdikliyor kolumu.

Toprak tekrar acıyla titredi. Üstelik bu sefer titremekle kalmamış, sanki güçlü bir krampla iki büklüm olmuştu.

Ne kadar harika bir benzetme.

Yazması, bir öyküye sığdırması zor, geniş bir konu seçmişsiniz. Bu zorluğu aşmak büyük emek gerektirmiş olmalı. Öykü her satırıyla bu emeği ele veriyor. Ayrıca tüm genişliğine, detaylarına rağmen öykü, öykü çerçevesi içine sokulabilmiş, çemberinden taşmamış.

“Tit-Re” diyordu. Anlamı sadece Baykuş için açıktı “Sen emret Ülgen Han’ın tahtını titreteyim.”

Hem güzel bir geriye dönüş hem de masaya inen yumruk gibi ağır. Öykünün heyecanını körüklemiş.

Öykünün içerisinde muhtelif hatalar yok değildi; yazmaya gerek görmüyorum, eminim tekrar okumalarınızda rahatlıkla göreceksiniz.

Ellerinize, kalemize, hayal gücünüze sağlık.

2 Beğeni