Num

Merhaba Dipsiz, düşüncelerin ve eleştirilerin için mutlu oldum ve hikayenin sonuna gelip hikayeyi derinlemesine masaya yatırdığın için ayriyeten müteşekkirim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu hikaye, aceleye gelmiş bir kurgu ve iş hayatı ile senelerdir cebelleştiğim diğer bir kurgum arasına,
iki günde sığdırılmış bir yazı. Başlangıcına konsantre bir şekilde başlasam bile ortasına doğru pek çok nedenden dolayı akışı bölündü ama ben bir şekilde hikayeyi paylaşıp sizlerle iletişim kurmayı kafama koymuştum.

Gidon olayını tam olarak aklımda canlandıramadığımı iletmenin yanı sıra - düşmesi- aşağıdaki dala tutunması arasını biraz daha açmak isteyebilirsin belki.

Parmakinsanlar, ağaçtan ağaca yaptıkları halatlar vasıtasıyla yüksekten alçağa taktıkları gidonla ulaşıyorlar. Bir nevi ilkel teleferik tıp ki Karadeniz bölgesinde insanların ulaşımını sağladığı gibi. Dala tutunma meselesi ise Num’un gerektiği kadar küçük ve dalın ise büyük olması vesilesiyle aslında ulaşması gerektiği yerden bir alt kata düşmesi gibi farz edebiliriz.

Yüksekten düşen birini sanırım sarsmak istemezsin

slight_smile.png

“Sarsmak” gelende kahramanın “aklını başına getirmek” için yapılan bir eylem olarak kullanılır genelde. Burada Num’um aklı mı karıştı. Tam’ın da kilerindeki yiyeceklerin bitmiş olması mı düşünüyordu (ki o kısım çok hızlı geçtiğidnen Num’un bunu düşünecek vakti olmuyor hikayede, çünkü Num’un düşündükleri alt paragrafta sonradan geliyor.)

Tam’ın Num’u sarsması, tamamen Tam’ın aptallığı ve yaşadığı olaylar karşısında bir şok içerisinde bulunuyor olmasından geliyor.

Bu cümledeki “ise” fazla olmuş hatta bu cümle biraz daha vurguyu kaldırabilir, diye düşünüyorum.

“Hırsız olan kapıda.” nın devamı niteliğinde olan bir cümle, zira fare o sırada Num’u dinlememektedir ve karşısındakini korkutmaktan bile zevk almakta olabilir.

Çok ani ve hızlı bir reaksiyon. Kalabalık ahali içinde duyulan tek bir haykırış sonrasında kimse sorgulamıyor mu. Kim Haydut diye haykırdı, onun olduğundan emin misin?Fare, Tam ve Num’a açıklama yapmaya çalışıp onları ikna etmeye çalışırken ahalinin geri kalanı bir haykırışla bu aksiyonu almasını düzeltmek istersin diye düşünüyorum

Evet:) Çanlar biraz hızlı çalmış.

Hikayenin girişinde çizdiğin tablo uzun süredir bir arada yaşayan bir toplumdu. Normal koşullarda birbirine sıkı sıkıya bağlı toplumların -henüz ikna edilemden ve tehlikenin ne olduğu onlara söylenmeden ki senin akışında şuan bunu sadece Tam ve Num biliyor - aşağıdaki tepkiyi vermezler gibi geliyor

Kendilerine ait longoz ağaçlarında oydukları evlerinden başka bir yere gitmeleri pek normal karşılanmazdı; evlerindeki yiyecek stoklarının bitmesi ve şenlikler dışında. Burada evdeki yiyecekleri konusundaki hassasiyetten azıcık dem durmuştum ve zaten haydut kelimesinin tüm meydanda duyulması, aslında biraz bencil ruhlu olan parmakinsanlarının bir anda bilinç altındakilerinin ortaya çıkmasına sebep oldu diyebiliriz.

Hikayedeki kötü adam Haydut olarak açıklanmıştı. Şimdi ise ondan daha büyük bir şey olduğunu okuyoruz. Eğer Haydut bu “daha büyük bir şeyin” maşası ise o zaman aralarında bu bağlantıyı burada ima etmen belki akışa uygun olabilir.

Farede aslında neler olduğunu bilmiyor ve aslında bir tahminde bulunuyor. Keşke orada “ daha büyük bir şeyin parçası olmalı” deseymişim.

Tam ve Num bataklıktan korktuklarını anlıyorum. Okuyucu olarak kendimi bataklığa gidip korkunç bir şeyşe yüzleşeceğime hazırladım. Hazırladım ta ki aşağıdaki cümlelere kadar. Burada Bataklığa gitmiyorlar mı, Tan Ormanı da nereden çıktı gibi sorular oluştu okuyucunun kafasında. Az önce yukarıda bataklık dediğinde okuyucuda yükselen heyecan ve beklentiyi burada bir kez daha aynı seviyeye çıkamak zor. Belki bataklığın tan ormanında olduğunu yukarıda belirterek heyecanı çıkarman ve bu kısımda da iblis’e ilişkin heyecanı yükseltmen faydalı olabilir. Çünkü uzun yıllardır orada yaşayan karakterin bataklığın nerede olduğunu (tan ormanında ise) biliyor olması gerekir, diye düşünüyorum.

Aslında dağların ötesi hariç her yer bataklık ve Tan ormanı da bu yörenin içinde bulunuyor. Sadece bulundukları ağaçlarda yaşadıkları için aşağıya özel bir isimle sesleniyorlar; bataklık diyerek.

Çocukla iligli çok güzel bir hikaye ama seçilmişliğe çok keskin bir zıplama. Ateşi yakmak neden önemli, Çocuğun içindeki ateş daha önce neyi sağlıyordu yani hikayedeki misyonu neydi - yemeklerinin çalınmış olması ile nasıl bir bağlantı vardı- .

Aşağıda kaplumbağ onlara seçildiklerini söylüyor - ormandan çıkamaycaklarını ve sonra açıklama yapıyor. Yani arka arkaya bir çok soru işareti birikiyor. Her defasında bir soru işareti bir açıklama ile okuyucu öykünün hızına yetişebilir gibi geldi bana.

Haydutların Yarasa olması yine ayrıca muhteşem bir fikir. Ancak parmak insanların kilerine girip nasıl yemeklerini alabildiler?

Çocuk güneşin kendi aslında ve dünyaya aşık olup etrafında dönüp duruyor ve aşkıyla bir süre sonra ateşi de yetmiyor. Tüm diyarın kralı ilan ediliyor ve ormana çekilen varlıklar kurban edilerek de ruhları güneşe sunuluyor. Tüm tezgah bu aslında ve haydutların iş birliğini açıklamamış olmam tamamen benim üşengeçliğim:) Yarasaların geceleri faaliyette olmaları, kilerlerin gece yağmalanmasına dair bir işaret ama illaki biri kileri boşaltılırken duyabilirdi ama duymamış gibi:)

Düş parlaklıkların daim olsun, esen kal.

1 Beğeni