508. Tabur - 4. Bölüm: Mehtabın Altındaki Yarımlık

Mehtabın gölgesinde, pus, öbek halinde ve sinsice yayılıyordu.

Efyilnir derenin kıyısında kurumayı bekliyordu. Kara gömleğini, kara ceketini ve kara pantolonunu giyindi. Kara postalını ve son olarak kara eldivenini kuşandı. Bir silahşor eldiveniydi. İnce ve esnekti. Kılıcın kabzasını kavrarken bir dinginlik sağlıyordu.

Uzun ve dalgalı saçlarını omzunun üzerinden göğsüne düşürdü. Saçları parmaklarında sarmal bir hal alıp dolandı ve ıslak saçını sıkarak olabildiğince kuruladı. Bir meşe ağacına dayadığı kemerini aldı ve beline doladı.

Efyilnir ufak tefek bir kadındı. Minik bir yüzü, yaz bulutu kadar beyaz bir teni, minnacık bir burnu ve ufacık elleri göze ilk çarpan detaylardı. Gözleri kahverengiydi ve bakışları bir o kadar da soğuktu. Mor-pembe dudakları çarpıcıydı. Yarım bir kılıcı vardı. Beş, belki on santim eksiği olsa hançer olabilirdi fakat kılıç bu yaftalamadan paçayı kurtarmıştı. Hançer olmak istemezdi. Hançer, bir hainlik simgesiydi. Fakat mertliğin ve yiğitliğin simgesi kılıç da değildi. Bir üvey evlat muamelesi görmesi şüphesizdi. Belki de hançer olup kötü de olsa bir niteliğe sahip olmak, hiç olmaktan iyiydi.

Efyilnir takırdayan zırhın sesini ve hışırdayan adımları işitti. Ama arkasını dönmedi. Dereyi karşı son bir kez saçlarını sıkıca sarıp ıslak yükten arındırdı.

Kılıç, kınına sürterken usul ve tiz bir sesle rüzgarın uğultusuna karıştı. Kara zırhlı adamın kılıcı basit, normal bir kılıçtı. Pek bir numarası var gibi gözükmüyordu.

Zırhlı adamın yüzünde düz bir ifade vardı; ama gözlerinde, gizleyemediği düşmanlığı açıkça parlıyordu. ‘‘Yarımlık,’’ dedi zırhlı adam ve bir adım daha kadına doğru yaklaştı. Ağzını açtı, fakat rüzgarın sert esintisinin dinmesini bekleyerek kapattı. Rüzgar eserken peşinden yoğun bir kokuyu da getirmişti. Kan ve ölüm.

‘‘Kralım gücünden çekiniyor. Fazlasıyla tehlikelisin. Ordunun artık sana ihtiyacı kalmadı.’’

Efyilnir gülümsedi. ‘‘Sen çekinmiyor musun, Ninim?’’ Sesi yumuşak ve sakindi. ‘‘Demek artık Kuvin dostunu ve düşmanını ayıramayacak kadar güçlü olduğunu hissediyor.’’

‘‘Kuvin bir önder,’’ diye kadını kabaca bastırdı Ninim. ‘‘Devrim yapacak. Tüm toprakları fetih edecek ve kimsenin getirmediği eşitliği sağlayacak. Yoluna kim çıkarsa çıksın hepsiyle savaşmaya hazırım.’’

Kadın döndü ve uzun boylu, kara zırhlı şövalyeye baktı; küçümser bir sırıtış attı ve başını iki yana salladı. ‘‘Peki, beni neden yanında istemiyor?’’

‘‘Çünkü,’’ Ninim avucundaki kabzayı sıkıca kavradı, ‘‘en çok korktuğu insanların güçlü olanlar değil, niyeti belli olmayanların olduğunu söyledi. Sen, neden savaştığını, neden bize destek çıktığını hiçbir zaman söylemedin.’’

‘‘Çünkü neden savaştığımı, neden yaşadığımı uzun süredir bilmediğimi söyledim.’’ Efyilnir’in sesi hala yumuşaktı. Fakat iğneleyici bir eda barındırıyordu.

‘‘Saçmalık!’’ diye tersledi Ninim. ‘‘Sinsisin. Sen, bir tilki kadar kurnaz, bir ceylan kadar kıvraksın. Kılıç darbesi aldığını kimse görmedi, ki kimse de savaş alanında seni gözleriyle bile doğru düzgün takip edemiyor, Yarımlık. Tehlikelisin.’’

‘‘İşte iyi bir savaşçı böyle özetlenir,’’ dedi Efyilnir, munis gülümsemesiyle. ‘‘Ve…’’

Ninim harekete geçti; zırhı takırdıyor, adımları geniş fakat temkinli ilerliyordu. Karşısındaki ufak tefek kadın hala önemsemezce gülümsemesini ağzında tutuyordu.

Ninim onun ne kadar kıvrak ve çabuk olduğunu biliyordu. Uzunluğunun avantajını fırsat bilip genişçe bir adım ileri atarak uzadı ve kılıcını düz bir çizgide kadına savurdu.

Efyilnir, bir mızrak gibi üzerine yaklaşan kılıçtan kıvrak bir hareketle sıyrılarak hücum etti; Ninim’in savurduğu kılıç tutan koluna sarındı, bir parende attı ve ayaklarını yere bastığında, zırhlı adam havada süzülüyordu. Ninim seyrek çimenlere çarptığında gözleri bir anlık kapandı ve ardından hızla ayaklanmaya çalıştığında duraksadı.

Efyilnir kılıcını Ninim’in suratına doğrultmuştu. Yarım kılıç kabzasına kadar bembeyazdı. Fakat narin ve zarif değildi. Yoğun bir beyazlık; sert ve bir arı iğnesi kadar tehditkar. Ve kılıcın üzerinden aynı tehditkar gözlerini dikmiş bir kadın. Aynı zamanda yüksekten ve hor görerek bakıyordu.

Ninim’in karnı düğümlendi, yutkunurken tükürüğü boğazına takılacakmış gibi oldu. Biliyordu. Ona karşı kazanamayacağını biliyordu, ama Kuvin için her şeyi yapardı ve buna değerdi.

‘‘Şimdi ne olacak?’’ diye sordu Ninim, sesindeki boğukluğu yutmaya çalıştı ve korku dolu ifadesini bastırmaya çabaladı. ‘‘Kuvin’i de mi öldüreceksin?’’

Efyilnir yüzünü ekşitti ve dudaklarını büzdü. ‘‘Hayır, hayır.’’

Ninim kadının ne kadar sevimli göründüğünü düşünmeden edemedi. Şu durumda bile.

‘‘Tabii ki hayır. Şimdi değil. Onu istediğim zaman, istediğim yerde öldürebilirim; ama ne gerekli, ne de umurumda. Fakat sen, Ninim, sen gerçekten değerlisin. Bunu görebiliyorum. Kuvin de bunun farkında. Beni yenemeyeceğinin gayet bilincindeydi. Sana değer veriyor ve seni gerçekten seviyor. O akıllı bir adam, onun peşinden gitmeye devam et.’’