Ak ve Kara

Solmaya başlamış güneşin ışınları, zayıfça kırın üstüne düşmekteydi. Sağa sola ağaçlar serpiştirilmiş geniş yaylanın ortasındaki boşlukta, iki figür daireler çizerek birbirlerinin etrafında dolanıyorlardı. Üstüne karanlıktan bir pelerin atılmışçasına geceyi çağrıştırıyordu bir tanesi. Adımını attığı her toprak parçasını, metrelerce derine inen bir soğuk kaplayarak, kar ve buza dönüştürüyordu. Onun bir kaç metre ötesinde aynı tempoyu tutturmuş olan kişiyse, bembeyaz ve bol bir giysiyle örtünmüştü. Yüzünü, giysilerinden bile daha ak bir maske korumaktaydı. Işık azalmış olsa bile, onun yüzüne çarptıkça daha da güçleniyor gibiydi. Koyu geceyi yaran bir dolunay gibi, karanlığı defediyordu. Yerleri süpüren giysinin altındaki ayaklar, yere değdiğinde, çimenler diriliyor ve hoş bir sıcaklıkla kaplanıyorlardı. Öyle ki, etkisi, karanlık olanın soğuğunu bile kırmaktaydı.

Yavaş yavaş dönen ikiliden, ak maskeli olan, göle şöyle bir göz attı. Onlardan yüzlerce metre uzakta olmasına rağmen, safir mavisi suların güzelliği kendini belli etmekteydi. Ancak, bu hareketini fırsat bilen kara pelerinli, üstüne doğru atıldı. İnsanın sınırlarını zorlayan bir hızla koşarak, göz açıp kapayıncaya kadar aradaki mesafeyi kapadı. Arkasında, yeri kaplayan soğuk kristaller ve havada kapkara bir dumandan iz bırakarak, hasmının önünde belirmişti. Hazırlıksız yakalanan maskeli, elindeki kılıcı bloklamak için kaldırdıysa da başarılı olamadı. Karanlık olan kendi vücudu haricinde hiç bir silaha sahip değildi. Bu sebeple, çıplak ellerine göre daha ağır ve hantal olan keskin metali, elinin tersiyle, şiddetle tokatladı. Aynı zamanda, diğer eliyle maskelinin yüzüne bir yumruk savurmuştu. Darbe hedefini buldu ve beyazlar içindeki kişi geriye uçu.

Sarsılmış ve canı epey bir yanmıştı yanmasına fakat maskede tek bir çatlak bile yoktu. Kollarından destek alarak doğrulmak için çabaladı. Elini koyduğu kurumuş toprak parçasının etrafındaki yabani bitkiler, çiçek açarak canlandı. Vücudundan hayat veren bir öz akıyor ve etrafını etkiliyormuş gibiydi neredeyse. Ancak, karanlık olan, onu bekleyecek değildi. Düşmanını fırlatır fırlatmaz, kendisi de onun peşi sıra fırlamıştı.

Henüz elini yere koymuş olan maskelinin yüzüne, bütün gücüyle bir tekme oturttu. İnsanın içini gıcıklayan bir çatırdama sesi duyuldu ve boynu şiddetle dönen aklar içindeki figür, yere yığılıverdi. Maskesi hala sağlamdı. Geniş omuzlu, etrafına kara bulutlar saçan kişi, tek eliyle onu yüzünden yakaladığı gibi, hiç zorlanmadan kaldırdı. Avucunun içindeki kafa ve onun altında sallanan beden, cansız bir beden gibi sallanıyordu.

“Boynunun kırılmadığını biliyorum,” diye, derinden gelen bir gökgürültüsü gibi konuştu.

“Lüftfen… bana acı,” diye zayıfça bir tonda dilendi, maskeli.

Karanlık olan, ağır ağır güldü.

“Seninle işim daha bitmedi!” diyerek, onu yere çeldi.

Darbeyle beraber kuru toprak çatladı, ağaçlar inledi ve taşlar saçıldı. Gümbürtüyle, bir toz bulutu da yükselmişti. Kurbanına ne olduğunu merak eden karanlık kişi, tozun içini elleriyle yokladı.

“Bu kadar kolay olacağını zannetmedin herhalde?” diye bir ses duyuldu arkasından.

Hışımla dönen pelerinli, yılların verdiği iç güdü sayesinde, sol yumruğuna da savurmuştu. Ancak bir saniye sonra, acıyla haykırarak geriye fırladı. Dirseğinin tam ortasından kesilmiş kolundan kanlar fışkırdı. Geriye çekildi ve parçalanmış damarlarından fışkıran kan, onunla maskeli arasında, kızıl bir yol oluşturdu.

“En büyük silahını kaybettin. Solak olduğunu biliyorum,” diye tepeden baktı ona, maskeli olan “Artık beni yenemezsin. Hoş, en başından beri bir şansın yoktu gerçi.”

“Zırvalamayı kes ve savaş benimle!” diye fırladı, karanlık olan ve ona doğru yöneldi.

Kolaylıkla onu savruşturan maskeli, ne ara geri aldığı bilinmeyen kılıcıyla, bir boğa gibi koşturan düşmanının dizinin arkasına bir kesik atıverdi. Bacağı tutmaz hale gelen karanlık olan, tökezleyerek yere düştü ve taklalar atarak bir ağaca çarptı. Bitkinin sağlam gövdesine, başını başını büyük bir hızla vurmuştu. Bir acı nidası daha, istemeden ağzından kaçıverdi.

“Şimdi, konuşacak mısın, yoksa sana bir kaç çizik daha atmamı ister misin?” diye sordu, sırtı ağaca dayalı kara kişinin önüne gelen maskeli.

Cevap vermeden, sağlam ayağını savurdu karanlık olan ve düşmanını yere çalmaya çalıştı. Ancak zıplayarak darbeden kaçan maskeli, yere inmeden önce, kılıcını hasmının baldırına sapladı ve onun üstüne indi. Vücudunun ağırlığıyla, eti ve kemiği yararak geçen kılıç, toprağa oturmuştu. Karanlık olan, bir hayvan gibi inledi.

Kılıcın üstünde oturan maskeli, ters bir taklayla yere indi. Sakince bir iki adım attı ve silahı yavaş yavaş, çevirmeye başladı. Ne yaptığını gayet iyi biliyor, ne gereğinden hızlı ne de yavaş gidiyordu. Karanlık olan, kulakları tırmalayan bir haykırış koyuverdi. Ne kadar bağırırsa bağırsın, kılıç bir türlü durmadı ve dönmeye devam etti. Saniyelerin her birisi katlarca uzadı. Parçalanarak öğütülen etin ve kemiğin sesi, mide asidinin ağzına gelmesine yol açmıştı. Öğürerek eğildi ve midesinde ne var ne yoksa, ağacın dibine kustu. Doğruldu. Ağzının kenarından akan salya ve mide suyu, yüzünü ve boynunu kaplamıştı. Kolundan akan kan ağacın dibinde küçük bir gölcük oluşturmuş ve donmaya yüz tutmuştu. Savaşın başındaki güçlü soluk alış verişleri gitmiş, yerini, zayıfça inip kalkan bir göğüsten çıkan hırıltılar almıştı.

Onu, usul usul izledi, maskeli. Kendisinin, ne beyaz giysilerinde, ne de onlardan da ak maskesinde en ufak bir kir belirtisi yoktu.

“Bu kadarının yeterli olduğuna inanıyorum,” dedi maskeli “Artık bu şiddet dolu hareketlerine bir son vereceksin herhalde?”

Ağacın dibindeki karanlık kişi, ona baktı. Gözlerindeki ateş artarken, vücudundan kara dumanlar fışkırmıştı. Ancak, bir şey demedi.

“Neden bana saldırdın? Seni kim yolladı?” diye sordu, maskeli.

“Hiç kimse, kendi başıma geldim,” oldu yanıtı.

“Buna inanmamı mı bekliyorsun?” diyen maskelinin sesi, incelmiş fakat sertleşmişti de.

“Hayır, senin gibi bir şey, insanların çıkar amacı gütmeden hareket etmesini anlayamaz,” dedi kara kişi “Ya da bizim ne hissettiğimizi.”

“Siz? Demek birileri var arkanda,” diye akıl yürüttü, onun bir açığını yakaladığını zanneden maskeli.

“Hah!” diye bir nida koyuverdi, karanlık olan “Dediğinde bir gerçeklik var. Tek değilim ama diğerleri nerededir hiç bir fikrim yok.”

“Birbirinden bağımsız hücreler olarak çalışıyorsunuz yani,” diye sorguladı, ak kişi, düşünceli bir tonda.

“Öyle de diyebilirsin fakat senin peşine düşmek için ne birisinden emir aldım, ne de benim gibi başka herhangi birisiyle tanıştım. Bu karar, tamamen bana ait.”

“Dediklerin mantıksız. Saçmalıyorsun ya da bana yalan söylüyorsun,” diye celallendi, maskesinin arkasındaki gözleri tekinsizce parlayarak.

“İkisi de değil,” diyen karanlık kişi, öksürerek durakladı ve gücünü toparlamaya çalıştı “Gerçeği mi istiyorsun? Öyle olsun. Buraya gelmemin tek bir nedeni var. O da, senden nefret etmem.”

“Orası bariz,” diye geçiştirdi, ak kişi “Senin gibi, karanlık güçlerin kölesi olanlar, hep nefretle doludur. Kimsenin görmediğini sandığınız odalarda oturup, hain planlarınızı kurarsınız. Beni, bizi nasıl zayıflatabileceğinizi düşünürsünüz. Bunlar yeni şeyler değil.”

“Hayır, anlamıyorsun. Hiç bir odada oturup hiç bir plan kurmadım. Ne bir kişiye ne de bir kuruma hizmet ediyorum. Hepsi yerin dibine batsın,” dedi, karanlık kişi “Asıl nefret ettiğim şey, masken.”

“Maskem mi? Ne kadar saçma! Ne alıp veremediğin varmış onunla?” diye yanıtladı, ak kişi, şaşkınlıkla.

“Şu an bile üstündekileri görebiliyorum…” dedi karanlık olan.

Batmakta olan güneşin ışınları, ak maskenin üstüne düştü ve bir takım yazıları belli etti. Yüzlerce, hatta binlerce sözcük vardı üstünde. Farklı çağlardan, farklı önemlere sahip, maskenin üstüne kazınmış çentikler halinde sözcükler. Bir yerlerinde “kral” diye bir şey yazıyordu, başka bir tarafında ise “düzen”. Sözcüklerin hepsinin büyüklüğü farklıydı. Onu takanın başını her oynatışıyla beraber, başka bir sözcük görünmekteydi.

“… dünyadaki en büyük yalanlar hep o maskeye kazınmış.”

“Ah, anlıyorum,” dedi maskenin sahibi, sesinde neredeyse bir acımayla “Senin de beynini yıkamış onlar.”

“SUS!” diye kükredi, karanlık olan.

Sesi yaylada yankılanarak göle kadar ulaşmıştı. Bu ani kudret karşısında, bir anlığına maskeli olan sindiyse de, onun geçici olduğunu anlayınca hemencecik kendisini toparladı ve kılıcı olduğu yerde daha da döndürdü. Ne de olsa, bir dersi hak etmişti. Kara kişi, olduğu yerde acıyla kıvrandı ve inledi.

Bana saygısızlık etmeyeceksin. Buraları iyileştiren benim. Seni, hepinizi, bizi tehdit eden sayısız kuvvetten koruyan benim! İki para etmez hayatlarınızı devam ettirmenizi sağlayan benim!” diye bağırdı, her cümlede sesi daha da artarak ve maskenin arkasındaki gözleri, evreni yutabilecek alevlere dönüşürken “Buna rağmen bana saygısızlık mı ediyorsun?! Çarpılmış ve kötülük içinde harcadığın hayatına kafa yoran BANA susmamı mı söylüyorsun?! Sen bir hiçsin, sen bir hainsin, sen bir aptalsın. Sen, iyilik nedir bilmez bir veletsin. Aptal hareketleriyle, uğruna çalıştığım her şeyi yıkacak bir piçsin!”

Attığı nutuk biten ak maskeli, yavaşça kendisine geldi. Soluk alış verişi normal düzene döneken, göğsünün inip kalkması da azaldı. Derken, bir kıkırtı duyuldu. Zamanla güçlenerek daha da arttı ve kuvvetli bir kahkahaya dönüştü. Karanlık olan, oturduğu -daha doğrusu zaptedildiği- yerde gülüyordu. Kara yüzündeki mavi gözlerinin kenarında birikmiş yaşlar, yüzüne süzüldü.

“Maskeni bir şekilde düşürebileceğimi biliyordum!” dedi, neşeyle.

“Ne?!” diye haykırdı, maskeli mahluk, endişeyle ve sağa solan tedirgince bakınarak.

“Merak etme. Etrafta ne başka bir ruh var, ne de seni kayıt altına alıyorum. Gerçek yüzünü benden başka kimse görmedi,” diye onu teselli etti, karanlık olan.

“Niye güldün o zaman?” diye, kuşkusunu kurudu ak kişi.

“Uğruna acı çektiğim o kadar şeyin gerçek olduğunu görmek… aradan bin yıl geçse de anlayabileceğini zannetmiyorum,” dedi, karanlık olan.

“Benim hakkımda ne biliyorsun da böyle konuşuyorsun?” diye sordu, maskeli.

“Sen ve senin gibiler hakkında çok şey biliyorum. Güç düşkünü, iyilik yaptığını zanneden bir avuç budalasınız. Kafanızın içinden ne geçtiğini asla tam anlamıyla anlayabileceğimi zannetmiyorum. Gerçekten dediklerinize inanıyor musunuz, yoksa yalan söylediğinizin farkında mısınız? Eğer bunun farkındaysanız, kendinize ne gibi bahaneler uydurarak bunu haklı çıkarıyorsunuz? Bu tarz soruların cevabını bilmiyorum ve bundan da mutluyum. İstediğim, senin gibilerin aklının içinden geçenleri anlamak değil. Hayır. İstediğim, senin ve senin gibi beş para etmez herkesin ve her şeyin sonunu getirmek. Sizi bu dünyadan ve evrenden silip atmak!”

“Genç bir aptalın tekisin. Kandırılmışsın ve onlar tarafından kötü planlara alet ediliyorsun,” diye yanıtladı, ak olan “Ben olmazsam buralara ne olacak zannediyorsun? Bu insanlar gerçekten kendilerini yönetebilir mi? Birinin gütmesi olmadan, hedef göstermesi olmadan bir şeyler yapabilirler mi? Hayır. Buralarda çok fazla aptal ve kötü var. Ben olmasam, beni izleyenler olmasa, bu diyarlar kısa bir süre içinde yok olur. Hırsız, ev sahibini sindirir. Kardeş kardeşi katleder. Kaos çıkar. Benim yol göstermem olmadığı sürece, hiç birinizi bir şey beceremezsiniz.”

“Hah,” diye burun büktü, kara kişi “Dediklerin, şu an olanlardan çok mu farklı? Yüzündeki maske nedeniyle ne olduğunu unutmuşsun. Anlattığın her şey şu an yaşanıyor zaten…”

Ak olan, bu esnada yüzünü hafifçe çevirmişti. Güneş ışıkları beyaz maskenin üstüne vurdu ve diğer yazıların neredeyse hepsinden büyük bir tanesini gösterdi; Barış.

“Diğerleri maskeni göremiyor olabilir ama ben görüyorum. O iğrenç yüzünü saklamak için kullandığın bu bahanenin anlamını biliyorum. Yanlış anlama, bunu sen yaratmadın. Ne bu kadar büyük bir güce sahipsin ne de tarih boyunca herhangi tek bir kişi bunu başarabilirdi. Hayır. Sen ve senin gibiler, çağlar içinde bu maskeyi ustalıkla yarattı. Propaganda, dezenformasyon, beyin yıkama… maskenin gerçek olduğuna kitleleri inandırmak için, ne gerekiyorsa yaptınız. Gerçeği, maskede yazılı olan her şeyin, tarihin en başından beri sizin tarafınızdan kullanılan yalanlar olduğu gerçeğini gizlemek için, elinizden geleni yaptınız… ve başarılı da oldunuz. Senden ve senin gibilerden ne kadar nefret edersem edeyim, hakkınızı vermem gerek. Dünyayı dönüştürme konusunda çok iyi bir iş çıkardınız. Şu anki dünyada, yalanlarınıza inanmayan neredeyse bir kişi bile yok.”

“Yenileceğini biliyorsan, neden benimle savaşmaya çalıştın?” diye sordu, maskeli, kafası karışmış bir edayla.

“Çalışmadım! Seninle savaştım. Kaybetmiş olabilirim fakat bu savaşmış olduğum gerçeğini değiştirmiyor,” diye karşı çıktı, karanlık kişi, sesi sertleşerek “Sorunun cevabına gelirsek. Ben de bilmiyorum. Yaptıklarına daha fazla katlanamadım sanırım… bu dünyadan nefret ediyorum, senden nefret ediyorum, maskenden nefret ediyorum, insanlıktan nefret ediyorum. Bu iğrenç düzenden nefret ediyorum ve değişmeyeceğini biliyorum fakat gözümü de çeviremiyorum çünkü -senin aksine!- ben, gözlerimi gerçekten çeviremiyorum. Doğru, iyi, adalet, barış, demokrasi, özgürlük… bunlar adına her gün sayısız haksızlık ve adaletsizlik yapılırken, yerimde huzur içinde duramıyorum. Öfkelenmeden edemiyorum. Biliyorum çünkü denedim. Sizin gibilerin yalanlarına kananlardan olmayı, susanlardan ve dünyanın sahte değerlerine inananlardan olmayı denedim…”

Sesi gittikçe azalmaya başlamıştı. Onu çevreleyen kara bulutlar da zayıflamıştı.

“… senden kurtulursak, kurtulabilirsek, her şeyin iyi olacağına inanmayı denedim fakat senin gibilerden birisinin gidip, ötekinin geldiğini gördüm. Başka diyarlarda, daha barışçıl insanlar olacağına inanmayı denedim. Bu sefer de, onların barışının, yalan ve kan üzerine kurulu olduğunu, özgürlük ve barış söylemlerinin aslında savaş ve para demek olduğunu gördüm. Sadece, bizim aksimize, yalanlarını kendi içinde savaşmak için değil, başka diyarlarda emellerini gerçekleştirmek için kullanıyorlardı. Dünyanın neresine bakarsam bakayım, yönetenlerin zulmünü, yalanlarını, vahşetlerini ve bencilliklerini gördüm. Beyinleri yıkanmış kitlelerin onlara inandığını gördüm. Demokrasi ve barış adına vahşeti gördüm. İyilik ve adalet adına, ölen ve öldürenleri gördüm. Bu türden, gerçekten, kalbimin derinliklerine işlemiş bir öfkeyle nefret ediyorum. Nefret ediyorum çünkü olduğumuzu iddia ettiğimiz her şeyin tersiyiz. Nefret ediyorum çünkü savunduğumuzu iddia ettiğimiz her şeyin aksini gerçekleştiriyoruz. Nefret ediyorum çünkü bu gerçeği, hiç bir zaman, bir avuç kişiden başka birisi göremeyecek.”

Uzun konuşmanın ardından, karanlık kişi sustu. Gece çökmüştü. Aydan yansıyan ışık, maskelinin yüzünde, kocaman bir “Adalet” yazısını aydınlattı. Kaderin bu kötü, ironik oyunu karşısında, kara kişi güldü. Gözlerinden yaşlar süzülerek Ay’a baktı. Bedeninde takat kalmamıştı ve ruhu soluyordu. Maskeli olan ona yaklaştı ve kılıcını hızla çekti. Diğer elinde bir terazi tutuyordu. “Adalet” yazısı daha da parladı.

“Bana ve bu diyara karşı olan suçlarının bedelini ödemeye hazır mısın?” diye sordu, kılıcı ona doğrultarak.

“Son bir şey,” dedi, karanlık olan ve maskeli, onun diyeceğini bekleyerek durakladı.

Sağlam elini, zorlukla kaldırdı ve ak kişinin elindeki teraziyi işaret etti.

“Onun hilesini biliyorum. Bir kefesi, diğerinden daha ağır.”

Maskeli kişi, karanlık olanın sözlerini duyar duymaz, şiddetle kılıcını savurdu ve kelleyi, bedenden ayırdı. Tok bir sesle yere düştü baş ve çimlerin üstünde biraz yuvarlandıktan sonra durdu. Ölü yüze, acıyla çarpılmış bir sırıtış sinmişti.


Ak kişi, bu düşmanını da yenmenin verdiği hazla uzaklaşmaya koyuldu. O, iyi ve haklı olandı. O, adaletti. O, düzendi. Ne olursa olsun, kim olursa olsun, düşmanı olanlara geçit vermeyecekti.

Attığı her bir adımla beraber, etrafındaki çimenler canlanıyor, bitkiler çiçek açıyordu. Bedeninin yaydığı ısı her şeye hayat veriyordu… fakat bir süre sonra, çimenler sarararak soluyor ve çiçekler, çiftleşme fırsatı yakalayamadan kuruyarak ölüyordu. Yakan sıcaklıktan dolayı toprak kuruyor ve içindeki her çeşit hayatı kaybediyordu.

Ak olan, bir ara, kara bastığını hissetti ve aşağı baktı. Ayağının yaydığı ısı, karı ve buzu eritiyordu eritmesine fakat bir şey daha vardı. Kar örtüsünün altına gizlenmiş bir kardelendi bu. Onun sıcaklığından, soğuğun içinde korunmayı başarabilmişti. Yabani ve zincir vurulmamıştı. Ancak, bu uzun sürmeyecekti. İyi kişinin yaydığı ısı, zaman içinde sıcaklığın iyice artmasına yol açtı ve kardelen çiçek açtı. Bir süre öyle kaldı ve ardından, kuruyarak diğerlerine katıldı.

Ak kişi, yola devam edecekti ki, aklına bir şey gelerek durdu ve yönünü çevirdi.

“Ah,” dedi, kendi kendine “Bakalım o gölde işime yarayabilecek neler var. Hiç el değmemişe benziyor!”


Blogda okumak için tıklayın.

1 Beğeni

Merhaba,
Kaleminizin guclu olduguna inaniyorum. Sizin oykulerinizin yazim olarak belli bir seviyenin uzerinde oldugunu dusunuyorum. Bu oykunuzu Hisirti adli oykunuzden daha cok sevdim ancak yine de tam anlamiyla tatmin olmadim. Bence sizin daha canli ve daha aydinlik kurgulara ihtiyaciniz var. Bir eylem kurgusu, bir macera hissi ve bir seruven aradim. Kaleminiz guclu olmasina ragmen oykunuzde macera hissi eksik oldugu icin yazma yeteneginizin tadini tam olarak deneyimleyemedim. Elinizden guzel bir fantastik oyku okumak nasip olir umarim. Calismalarinizim devamini dilerim.

Oykunuzu telefondan dogru okuyup cevap yazdigim icin mesajimda bazi Turkce karakterleri yazamiyorum. Bunun icin ozur dilerim.

1 Beğeni

Yorum için teşekkür ederim.

Macera hissi konusunda haklısınız, bir süredir sıkıntı çektiğim bir konu ve önceki çalışmalarıma baktığımda -teknik olarak daha acemi olsalar da- merak ve macera hissinin daha fazla olduğunu görüyorum. Bu, sadece yazınla değil, kişisel sebeplerle de bağlantılı olduğu için aşması biraz daha zor bir durum. Merak duygusunu kaybetmiş bir insan, bununla alakalı yazamıyor veya yazmak istemiyor.

Daha aydınlık kurgu derken, daha az kasvetli olmalarını mı kastettiniz?

Evet onu kastetmistim. Bence kaleminiz guclu cok basit bir konuyu bile ilginc kilabilirsiniz.

1 Beğeni

Çok teşekkür ederim :smile: Yorumunuz beni bayağı mutlu etti.