Anahtarcı Nizam

Müşterilerim seçkin kişilerdir. Onlara hizmet edip arzularının tatminine yardımcı olmak en büyük vazifemdir. Rafine zevklerine uygun ürünleri onlara sunarım. Ekmeğimi senelerdir bu işle kazanırım.

Ben kim miyim? Adım Nizam Kara. Esas meşrebim anahtarcılıktır. Bu zanaatı Tatavlalı Stavro Efendi’den öğrendim. Beyoğlu sokaklarında sürünen ipsiz sapsız bir delikanlıyken beni yanına aldı ve işinin inceliklerini öğretti. Bende “Işığı gördüğünü” söylerdi. Bir anahtarcı olduğuna inanmak zordu, zira her daim janti giyinir ve lüks arabalarla gezerdi. Zanaatının sırlarını öğrendiğimde ise bunların sebebini anladım. Stavro Efendi’nin işleri inceydi. Tıpkı benim bugün yaptığım gibi, anahtarlarını teferruatlı bir işçilikle imal eder ve elit müşterilere takdim ederdi.

Beni bir tezgâhın başında veyahut bir dükkânın önünde bağırırken görmezsiniz. Reklama lüzum duymam çünkü müşterilerimi görür görmez tanır ve kime ne satacağımı bilirim. Bugüne dek bir kere bire yanıldığım olmamıştır. Yolda yapayalnız yürürken karşınıza çıkabilir veya hiç beklemediğiniz bir zamanda kapınızı çalabilirim. Her daim şık giyinirim. Gri, çizgili bir takım elbisem vardır. Kafamda ise Stavro Efendi’den yadigâr bir fötr şapka bulunur. İri, kahverengi gözlerimle ve müşterilerime vereceğim memnuniyetin işareti olan neşeli bir gülümsemeyle size bakarım. Neye ihtiyacınız olduğunu veya neyi arzuladığınızı anlarım. Nasıl başardığımı sorarsanız, meslek sırrı.

Geçenlerde sokakta yürürken bir delikanlıya rastladım. Adı Macit’ti. Onu görünce köyden geldiğim ilk günleri anımsadım. Tıpkı benim bir zamanlar olduğum gibi hırslıydı ama ne yapacağını bilmez hâldeydi. Kentin ışıkları altında ezildiğini hissediyordu. Fakat bir yönüyle benden farklıydı. İçinde bulunduğu vaziyeti kendinden gizleyebilmek için haşarı davranıyordu. Güçsüzlüğünü ancak manasız güç gösterileriyle bastırabiliyordu. Genç kızlara laf atmak, onları rahatsız etmek ezilmişliğini, korkusunu ve güçsüzlüğünü unutturuyordu. Onların yüzündeki korkuyu ve yuttukları öfkeyi gördüğünde mutlu oluyordu.

Macit bu işin erbabı olmuştu. Kadınlara laf atmadan önce yüzlerine bakardı. Onlarla göz göze gelir ve yaptıklarını izlerdi. Gözlerini korku içinde kaçıran birini gördüğünde inadına üzerine giderdi. Vahşi bir hayvan gibi korkunun kokusunu alırdı.

İşte böyle zamanlardan birinde yolu benimle kesişti. Genç bir kıza laf attı. “Yavrum be, analar neler doğuruyor!” diye bağırdı arkasından. Kızcağız, hızlı adımlarla uzaklaştı ve bir sokağa saptı. Macit’i durdurmasaydım belki de onu takip edecekti.

“Hayırdır amca?” dedi. Kafasını sağa sola salladı, elini uzaktaki birine seslenir gibi kaldırdı. Sanırım bela aradığımı düşünmüştü.

“Sakin ol delikanlı” dedim gülümseyerek “Ben senin tarafındayım.”

“Ne diyon ya?”

“Dişiler… Onların ilgisini ancak böyle laf atarak, bağırarak çekebiliriz ama ona da kızarlar. Öyle değil mi? Halbuki fiyakan olsa, paran olsa, yanında şöyle lüks bir araban olsa dönüp dönüp bakardı. Atlar arabana seninle gelirdi.”

“Haklısın be amca ya.”

“Yüzlercesi, binlercesi var. Ama biri bile dönüp bakmıyor değil mi? Fark etmiyorlar bile. Halbuki fark etseler, görseler ama yok. Geçiyorlar, gidiyorlar. Laf atmasan var olduğunu bile anlamayacaklar. Oysa sen varsın. Seni buna onlar mecbur ediyor.

Bak ne diyeceğim, dişilerin ilgisini çekmek istiyorsun, öyle değil mi?”

“Evet”

“Ben bu konuda sana yardımcı olabilirim.”

“Pezevenk misin?”

“Müşterilerim isterse olurum ama hayır, sana vadettiğim şey başka. Ben sana onların ilgisini vadediyorum. Gözleri hep senin üzerinde olacak. Üstelik çok cüzi bir ücret karşılığında.”

Anlattıklarım Macit’in ilgisini çekmişti. Ürün hakkında detaylı bilgi vermedim. Bunu yapmayı sevmem çünkü ben müşterilerime somut ürünlerden ziyade tatmin ve zevk satarım. Başta oralı olmadı ama konu ücrete geldiğinde onu ikna etmeyi başardım.

“Para istemez” dedim “Bana senden bir parça gerek. Kolundan kıl, saçından tel ya da tırnak. Bunlardan birini bana ver, istediğini sana vereyim.”

Saçından bir tel vermeye gönüllü oldu. Küçük makasımı ceketimin cebinden çıkardım ve yolunmuş otları andıran saçlarından bir tel aldım. Saç telini özenle küçük bir poşete koydum ve deri çantama yerleştirdim.

Atölyemin yolunu tuttum. Lafı gelmişken söyleyeyim, Rasimpaşa’da eski bir apartmanın bodrum katındadır atölyem. Kendi işimi kurma vaktim geldiğinde, ustama rakip olmamak için Kadıköy’e geçtim. Elli senedir aynı yerdeyim. Bu kısmı çok uzatmayayım. Demiri eritip anahtar kalıbına döktüm. Macit’ten kopardığım saç telini içine açtım. Saç eridi, demire karıştı. Demiri soğuttum, kalıbından çıkardım. Cilalı silah gibi parlayan bir anahtar çıktı ortaya.

Macit’e ofisimin adresini vermiştim. Ofisim, iş hanı olduğunu kimsenin bilmediği ve herkesin eski bir apartman zannettiği bir iş hanındadır. Atölyemin birkaç dakika uzağındadır. Müşterilerimi ofisimde karşılar ve ince bir işçilikle imal ettiğim anahtarları onlara takdim ederim. Bu anahtarlar akıl almaz hazların kapısını açar.

Randevularıma asla gecikmem. Hülasa, saat dokuz dedim mi en geç sekiz elli dokuzda orada olurum. Trafik ne kadar yoğun olursa olsun asla geç kalmam. Bu konuda kendime özgü hünerlerim vardır. O gün de gecikmedim. Macit de gecikmemişti. Ofisimde bekliyordu. Biraz tedirgindi. Tedirginliğinin sebebini anlamam zor olmadı. Bizim iş hanının danışma masasında bekleyen kızları gören herkes biraz tedirgin olur. “Üçüzler” derim ben onlara. Üçü de birbirine tıpatıp benzer. Biri konuştuğunda hepsi ağzını oynatır, hepsi gülümser ama ses tek kişiden çıkar. Bu da görenleri biraz ürpertir. İşin doğrusu, onlara alıştım ama neden böyle yaptıklarını ben de çözebilmiş değilim.

Neyse, gevezeliğim tuttu yine, konuya dönelim. Macit, söz verdiği gibi, çarşamba akşamı saat dokuzda ofisteydi. Vadedilen sözün tutulmasını bekliyordu. Eee, saçından bir tel vermişti, ücreti ödemişti, beklemekte haklıydı.

“Merak etme delikanlı” dedim “Ben verdiğim sözü her zaman tutarım. Dişiler seninle ilgilenecek dedim. İlgilenecekler.” Arkamı döndüm ve üçüzlere “Hanımefendiler geldi mi?” diye sordum. Gelmişlerdi. Onları çağırmamı bekliyorlardı.

Birbirinden güzel iki kadın girdi içeri. Televizyonlarda gördüğünüz mankenlere bir hayli benziyorlardı. Macit büyülenmiş gibiydi. Zavallım, sadece iki göze sahip olmanın acısını yaşıyordu sanki. Her bacak, kalça ve her göğüs için onar tane gözü olsa yine yetmeyecekti. Gülmek ile ağlamak arasında bir ses çıkarıyordu. Kırk yıl aç kalıp kendini çilingir sofrasında bulmuş gibiydi.

“Hanımlar” dedim ve anahtarı onlara takdim ettim. Anahtarı verdikten sonra her şey değişti. Senelerdir bu işin içindeyim ama ondan sonra gördüğüm manzaralar beni bile ürpertti.

Artık kendilerini gizlemelerine gerek kalmamıştı. Anahtarı alınca asıl varlıklarına döndüler. Suretleri aynıydı fakat vücutları korkunç bir hâle büründü. Saçları uzadıkça uzadı ve zerre esinti almayan bir odada meçhul bir rüzgârın tesiriyle havalandı. Göz bebekleri kayboldu ve retinaları simsiyah bir renge büründü. Tenleri ise mermerden yapılmış gibi bembeyaz oldu. Tırnakları kartalların pençelerini andırıyordu. Aralarından biri anahtarı Macit’in göğsünde aniden beliren anahtar deliğine soktu ve çevirdi. Kemiğinin kırılma sesini duydum ve bu sadece başlangıçtı.

Delikanlı ile göz göze geldik. Diğerleri gibi o da müşteri değil ürün olduğunu anlamış ancak bu kavrayışa sahip olmak için epey geç kalmıştı. Bana kızmamalıydı, ben sözümü tutmuştum, onunla sonsuza dek ilgilenecek iki dişi bulmuştum. İlgileri hiç sönümlenmeyecekti.

Macit’in ruhunu lezzetli bulmuşlardı. Aldıkları zevki kurbanlarının çığlıklarıyla ölçebiliyordum. Bu manzaraya tanık olmak, hizmetim karşılığında aldığım ücretin bir parçasıydı. Delikanlının bedeni önce parçalandı, sonra zeminle ve duvarla bütünleşmeye başladı. Kurtulmak için çırpınıyordu ama kartalın pençesindeki bir serçenin çabasından dahi daha beyhude bir çırpınıştı bu. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu, sanırım anlaşmayı iptal etmek istiyordu. Bir daha hiçbir kadına yan gözle bakmayacağına dair ettiği yeminleri, ağzından çıkan sesleri anlamlı kelimelere dönüştürememesine rağmen duyuyordum. Ancak, anlaşma geri alınamazdı. Ücret alınmış ve ürün teslim edilmişti. Üstelik, müşteri üründen memnundu.

Ofisin kapısını kapattım. Macit’in çığlıkları koridorları dolduruyordu. Ertesi gün ofisi temizlemem gerekecekti, bu işler her daim kanlı olurdu fakat bunu hiçbir zaman mesele etmedim.

Dediğim gibi, müşterilerim hayli seçkin kişilerdir ve rafine zevkleri vardır. Ben müşterilerimi cinler âleminden seçerim. Onlar, insanların enerjisiyle beslenir. Sizler nasıl tavuğun gezenini, dananın semirenini severseniz onlar da acı, hırs, şehvet ve korkuyla yoğrulmuş insan ruhunu sever. Bu hususta farkı zevkleri vardır. Mesela kimileri acıyı, kimileri kibri ve hırsı daha lezzetli bulur. Her halükârda, bu seçkin lezzetleri tatmak istediklerinde bana gelirler. Ben de kurbanların ruhlarını cinlere açan anahtarları büyük bir özenle yaparım. Müşterilerimi her daim memnun ederim çünkü verdikleri ücret her zaman tatmin edici olur.

Artık varlığımdan haberdarsınız. Gözünüz yolda, kulağınız kapıda olsun. Size epey cazip görünen bir teklifle gelebilirim.

4 Beğeni

Çok teşekkür ederim, beğenmenize sevindim :slight_smile:

1 Beğeni