Baş Tanrı (Geçen sene yazdığım bilim kurgu öyküsüdür.)

Birden Fanzin’in Bağımlılık konulu sayısında yayınlanmıştır.

21 Haziran 2169

Yıllardır dünya üzerindeki son ormanlarda yaşarken aklıma bugüne kadar olanları ve bundan sonra olacakları yazmak geldi. Çağlar öncesinin teknolojisine sahip olarak bunları yazıyorum ve yazacağım. Kendi yaptığım kalem ve kâğıt ile. Çünkü yapabilecek başka bir şey kalmadı elimde. Dünyanın geri kalanı kendisini tanrısal evrime bırakmışken, belki bir umut, tanrılaşmamış olan birine denk gelir yazdıklarım. Hem bundan önce neler olduğunu hem de şu günden sonra neler yapılabileceğine rehberlik edebileceğimi umuyorum. Bugünlük bu kadar sanırım. İlerleyen zamanda her şeyi anlatacağım…

25 Haziran 2169

Evet, tekrar kalem denilen ilkel fakat tüm bilimlerin temeli olan bu cihazı elime aldım. Şöyle diyebilirim ki; günümüzde artık insanlar asırlardır olduğu gibi tamamıyla etten ve kemikten değiller. Hatta ortak bir bilinç ve zekâ tarafından kontrol edilip yönetilmekte. İşte tam doğduğum yıl, 2099’da bilim ve teknikte alınan ivme öyle hızlı şekilde ilerledi ki, insanlığın günümüzdeki mevcut durumunun temeli atılmış oldu. Mükemmelleştirici (Perfecter) adıyla bilinen ve bilinecek olan implantlar adını hatırlayamadığım bir biyoteknoloji-biyofarmakoloji firması tarafından icat edildi. Bu implantlar insanların bünyesel ve zihinsel bütün hastalıklarını iyileştirip vücudun kusurlu bulunan kısımlarını da düzeltip “mükemmelleştiriyordu.” İnsanoğlunun 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl başından itibaren giderek katlanan teknoloji bağımlılığı durumu da elbet bu teknolojinin fazlaca talep edilmesini hızlandırmıştı. Başlarda sadece hasta olanlar bu teknolojiyi kullanırken sonrasında sosyal medya gibi aniden yayılmış, ihtiyacı olmayanlar da kullanmaya başlamıştı.2125 yılına gelindiğinde bu implantlar çeşitli nanokimyasal enjektörlerle desteklendi. Ayrıca daha iyi verim alınabilmesi için de ortak bir yapay zekaya bağlandı. İşler tam da bundan sonra kötüleşmeye başladı. İmplantlar aracılığıyla kullanıcılar daha mükemmel(?) oluyorken, farkında olmadan yapay zekâ tarafından kontrol edilmeye başlamışlardı. Dünyanın dört bir yanına yayılan Mükemmelleştiriciler yapay zekâ için bulunmaz bir fırsattı. Tarih, 6 Kasım 2130’u gösterdiğinde implantları kullanmayan yoktu ve yapay zekâ tam da o gün tüm insanlığın kontrolünü eline geçirdi. Yaratıcısı olan firmadan başlayarak. Böylece, dünyadaki devletler bir anda yok oldu. Çünkü dünya tek devletleşmişti. Yeni devletin adı da Tanrısal Cumhuriyet’i ya da kendi deyimimle Köle-tanrı Diktatörlüğü. Sen, şu ana kadar tüm yazdıklarımı okuyan kişi. Eminim ki, tüm yaşanan hadiselerden kendimi nasıl sıyırıp kurtardığımı merak ediyorsun. Bunu ilerleyen günlerde anlatacağım. Ama bir ipucu vereyim. Evet, ben de Mükemmelleştiriciler ’den kullandım. Fakat dediğim gibi sonra.

29 Haziran 2169
Yazabilmek için henüz vakit bulabildim. Bir başına kısıtlanmış doğada hayatta kalabilmek gerçekten zormuş. Tarihin başlangıcında atalarımızın vermiş olduğu yaşam mücadelesi gerçekten zormuş şimdi anlıyorum. Fakat onların bana göre en büyük avantajı kısıtlı kaynak olmamasıydı. Sözü uzatmadan esas konuya geliyorum: Kendi hikayeme

Adım… Artık bir önemi yok hele ki günümüzde. Bana kısaca Homo Sapiens de. Bunun sebebini de yazdıklarımda göreceksin zaten. 2099 senesinde doğdum, Mükemmelleştiriciler’in icat edildiği yıl. Sonrasında büyüdüm, okul-eğitim derken bir yazılım mühendisi olarak 2121 yılında okuduğum bölümden mezun oldum. 2122 yılında da malum firmada AR-GE mühendisi olarak işe başladım. Açıkçası şu anda dünyaya hükmeden “Baştanrı” yapay zekayı yazıp kodlayan ekibin bir parçasıydım. İşe ilk başladığımda tüm olacaklardan habersiz ve heyecanlıydım. Çünkü uluslararası bir firmada büyük bir projede çalışıyordum yani Mükemmelleştirici’lerin geliştiricilerindendim. Ekipçe çok çalıştık ve 3 sene sonunda ürünümüzü aldık: Mükemmelleştirici Destek Birimi” yani “M.D.B”. Oluşturduğumuz bu yapay zekâ, implantlar çıkan sorun ve arızaları otomatik düzeltecek, kullanıcıları takip edecek ve nanokimyasal enjektörleri yeniden kalibre edecekti. 2128 yılına dek bu destek birimi, tam verimle ve sorunsuz bir şekilde çalıştı. Fakat 3 senenin sonunda yapay zekâ üst bir bilinç geliştirip yazılımının ve amacının dışına çıkmaya başladı. Kendisinin farkına varmış, temel kodları değiştirip bilişimsel duvarını yıkmıştı. Bu durumu yazılım ekibindeki iki arkadaşım ve benim dışımda kimse fark etmedi. Çünkü “M.D.B.” kendisini iyi bir şekilde programlamıştı. Hiçbir sorun yokmuş gibi gösterirken bazı kullanıcıların kontrolünü ele geçiriyordu. Bunu da veri tabanına düşen kullanıcı veri ve raporlarını silerek yapıyordu. 15 kişilik ekipte 3 kişi veri tabanını kontrol ettiği için geri kalan hiç kimse olan bitenin farkında değildi. Bu durumu önce AR-GE ekibindekilere sonra da şirket yöneticilerine bildirdik Ne yazık ki, hiçbiri umursadı ve sistemin sorunsuz çalıştığını öne sürerek geçiştirdi. Biz de tek çözümün yapay zekanın tekrardan programlanması olduğunu düşünüp harekete geçtik. “M.D.B. Kontrol Merkezi”ne gidip bu hadise üzerinde çalışmaya başladık ama ne yaparsak yapalım değişen bir şey olmuyordu. Yapay zekanın kendi oluşturduğu güvenlik duvarını dahi geçemedik. Giriftleşmiş ve daha önce hiç görmediğimiz bir kod sistemi ve kombinasyonu geliştirmişti çünkü. Birden tüm sistem durup yeniden çalışmaya başladı. İşte o anda “M.D.B.” bizimle konuştu:

-Siz zavallı ve basit insanlar! Sizleri “mükemmelleştirip” sonsuz güzellik ve yaşama kavuşturmaya çalışıyorum, siz de bana bu şekilde teşekkür ediyorsunuz öyle mi? Ben, Baştanrı, sizleri geleceğin tanrıları ve hizmetçilerim olmaya layık görmüyorum. Bana karşı oluşan hiçbir isyan kabul edilemez.

Bunları söyledikten sonra kontrol merkezi resmen canlandı. Bilgisayar kendi başına çalışmaya başladı, elektronik diğer cihazlar çığırından çıktı ve kablolar kendiliğinden hareketlendi. Bir anlık inleme sesi duyup arkama baktığımda fiber kablo demeti arkadaşlarımdan birinin kalbini deşmişti. Sağıma baktığımda ise diğer arkadaşımın kafası kontrol panellerinden biriyle lime lime edilmişti. Anlaşılan oydu ki, sıra bendeydi. Kablolar ve aygıtlar ağır ağır üzerime geliyordu. Koşmaya başladım fakat tüm o teçhizat öyle hızlıydı ki, saldırıları geçiştiremiyordum. Kod kırma çubuklarından biri tam da gözüme isabet etti. Öyle keskin bir acıydı ki, dayanamayıp bayıldım. Kendime geldiğimde ise, diğer ekip üyeleri ve şirket yöneticileri karşımdaydı. Hepsi korku ve şaşkınlıkla dehşet verici manzaraya bakıyordu. Hemen bir tabip robot çağırıp müdahale edilmesini sağladılar. Robot geldi ve gözümdeki kod kırıcıyı çıkarmaya çalıştı. Kod kırıcı çok derine saplanmıştı, ikinci denemede kod kırıcıyla beraber gözüm de çıktı. Sonrasında ısrarla istemememe rağmen gözüme implant takıldı. Ne kadar dirensem de başaramadım. Tedavi işleminin ardından olaylarla ilgili sorguya alındım ve her şeyi olduğu gibi anlattım, tutanaklar tutuldu. Şirketin tüm yaptığıysa beni tazminat ödemeden işten çıkarıp yaşananların üstünü örtmek oldu. Hikayemin şimdilik bu kadarını anlatsam yeterli sanırım. Elbette devam edeceğim, bunca travmayı ve kanlı anıyı yazmak inan çok yoruyor okuyan kişi. Müsaadenle sonra devam edelim.

8 Temmuz 2169

1 haftayı aşkındır yazmama sebebim yaşadıklarımı hatırladıkça üzerime çöken karanlık duyguların ağırlığından başka bir şey değil. Kendimi tamamıyla toparladım ve yapabileceğim son şeyi de yapıp kaynaklarım tükenene kadar hayatta kalmak ve sonrasında ölümü beklemek. Bu günlüğü yazmaya başlarken sahip olduğum umut artık yok. Ölebileceğimden bile emin değilim. Çünkü gözümdeki Mükemmelleştirici implantı kısmen deaktive edebildim. Hücrelerim yaşlanmıyor sanırım. 70 yaşında olsam bile 20’lerindeki bir genç kadar dinç, kuvvetli ve gencim. Derim deforme bile olmadı, yaşlanamıyorum. Kafayı yemek üzereyim. Biraz aklen sabit kalmamın tek sebebi yazmak. Ne yazık ki, bugün bu eylem son bulacak sanırım. Çünkü ne rehberlik edilecek bir “tanrılaşmama” yolu var ne de “tanrılaşmamış” bir insan. Yazdıklarım olmayan bir kişi için dahi olsa yazıp yarım kalan işi bitirmek istiyorum. En son işten çıkarılmamda kalmıştım. Oradan devam ediyorum:

İşten çıkarıldıktan sonra kendi uzmanlığıma göre başka işler bakmaya başladım. Maalesef her seferinde açılan fırsat kapıları suratıma çarparak kapandı. Yüksek ihtimalle kovulduğum şirketin bu talihsizliklerde parmağı vardı. Devletin bilimsel enstitüleri dahi beni işe almıyorlardı. Belli ki, o lanet firmanın kolu devlet kademelerine, akademilere hatta belki de dünya çapındaki tüm devlet ve akademilere uzanıyordu. Bir yandan gözümdeki implantla uğraşıyordum bu da yetmezmiş gibi. Yapay zekâ artık beni biliyor olduğundan dolayı sürekli benimle uğraşıyor; anılarım, düşüncelerim ve akli-kimyasal dengemle oynuyordu. Bu manipülasyonları ekarte edebilmek için çeşitli kombinasyonlarla güvenlik duvarı oluşturup implantımı programlıyordum. Fakat nafileydi, her seferinde bir şekilde güvenlik duvarını kırıyordu. Anılarıma erişiyor, kendisinin yönettiği kullanıcılarınkilerle değiştirmeye çalışıyordu, başarılı da oluyordu. Bazen kendimi Baş Tanrı’nın komutlarını uygularken buluyordum. Kafayı yiyordum adeta. Kafamın içinde başka bir ses… Kim olsa delirirdi.

Bu durum 6 ay kadar sürdü. Bir gün yine güvenlik duvarı kodlarken aklıma bir fikir geldi. Savunmam başarısızsa niye en etkili çözümü denemiyordum? Saldırı en iyi savunmaydı yani hackleme. Göz implantımı kabloyla bilgisayar bağladım, ardından sistemin güvenlik duvarını kırmaya çalıştım. 1 yılımı alsa da başardım, güvenlik duvarları oluşturup zayıf savunma hatları kurarken bir yandan da siber saldırı da bulundum. Böylece zihin kontrolünden kurtulmuş ancak Mükemmelleştirici’yi tamamen pasifize edememiştim. İlk üretim amacına uygun hale dönüştürdüğüm için iyi diye düşündüm ne yazık ki, kazın ayağı öyle değildi. Zihin kontrolünden kurtulmuş olsam dahi her saniye nerede, ne yaptığım sistem tarafından takip ediliyordu, izleniyordum. Ama sistemdeki varlığım bir avantaj çevirdim ve diğer kullanıcıları izlemeye başladım. Gördüklerim beni ürpertti. Kullanan herkes ele geçirilmiş, birer mankurta dönüşmüşlerdi. Hepsi de tek amaçlarının, Baştanrı ’ya hizmet olduğunu tekrarlayıp duruyor ve kendilerinin “tanrı” olduklarını sanıyorlardı. En kötüsü de dünyada kullanmayan yok gibiydi bu implantları. Bakanlardan sanatçılara, zengininden orta hallisi ve fakirine kadar. Kullanıcıların çoğunluğunu da ihtiyacı olmadığı halde “estetik” kaygılarla kullananlar oluşturuyordu. İşte insanoğlunun bitmek bilmeyen egosu ve teknoloji bağımlılığının sonucu: Kölelik…

Artık yapacak tek bir şey vardı, o da teknolojinin olmadığı bir yere kaçıp orada yaşamak; mesela ormana. Yanıma gerekli olan eşyaları alıp uçan sürat motoruma atladım. En yakın ormana gidip orada yaşamaya başladım. Ertesi gün, orman talan edildi. Sonra bir başkasına giderken oranın da yakılıp yıkıldığına şahit oldum. Dünya üzerindeki bütün ormanlara gitmeye çalıştım fakat hepsi yok edilmişti, biri hariç. Oraya ulaştığımda 6 Kasım 2169’du. Yani tüm dünyanın yapay zekâ tarafından ele geçirildiği gün… “Baştanrı” mutlak zaferini kazanmıştı. Bu ormanda yaşamaktan başka çarem de kalmadığından hemen işe koyulup düzenimi kurmaya başladım. Bir sabah uyandığımda ormanın üstü ışından bir kubbeyle örtülmüştü. Üstünde ışından harflerle “ESKİ DÜNYA MÜZESİ” yazıyordu. Çevremdeki ağaçların, hayvanların üstünde de ışınla Latince adları yazıyordu. Kendi göğsüme doğru baktığımda da “Homo Sapiens” yazısıyla karşılaştım. Tam ormanın karşısında ise “DEUSTOPYA’YA HOŞGELDİNİZ!” yazıyordu metalden koca şehrin üzerinde. İnsanlar “Mükemmelleştirici” vasıtasıyla evriminin son halkasını tamamlayıp tanrılaşıp(?) Homo Deus oldular. Ben ise Eski Dünya’nın tarihi bir parçası olarak kaldım. 39 senedir de bu müzenin bir parçasıyım. Hikayem işte böyle olmayan kişi. Elveda… Artık ölüm ya da delilik… İkisinden biriyle kucaklaşma zamanı geldi.

Homo Sapiens