Beğendiğiniz Kitap Alıntıları

İnsanın bazen karşısındakiyle aynı frekansta buluşup ortak bir zemin bulduğunu sanarken aslında hiç de öyle olmadığını, bu süreçte sorun çıkmayacağına kesin gözüyle baktığı konuların bile aslında en başından beri koca bir sorun olarak var olduğunu sonradan fark etmesi ve bunun yarattığı hayal kırıklığı diyebilirim.

Kitabı okurken çok daha fazla anlam kazanıyor aslında.

5 Beğeni

@Bay_Karamsar Kafam biraz daha karıştı ama zahmete girdiğiniz için teşekkür ederim.

@midousuji Şimdi bütün mesajları harmanlayınca anladım (sanırım).

Fakat biraz fazla mı lafı dolandırarak yazmış acaba anlaşılmamak adına diye düşünmekten de kendimi alamadım. Böyle bir cümleyi çözünce hayal kırıklığına uğramış hissettim biraz da, daha büyük bir anlam beklemiştim.

Sonuç olarak “Herkesin bildiği kendine.” şeklinde bir çıkarım yaptım.

2 Beğeni

Durum, bundan biraz daha farklı. Daha çok insanların anlaştıklarını düşünürken aslında anlaşamamalarına yönelik bir şey. Aynı kitabı okuyup aynı filmi izledikten sonra farklı kişilerden farklı yorumlar gelmesi değil de, aynı konuda uzlaşıldığını farz ederken, aslında iki tarafın da bambaşka gerekçelerle karşı tarafın kendisini anladığını zannetme hatasına düşmesi. Hani birinden onayladığınız bir yorum gelir ve siz de o yorumu desteklersiniz ama aslında o yorumun sarf edilmesinin arkasındaki görüşler, yorumun sizde uyandırdığı görüşlerden farklıdır ya, öyle bir şey. Muhakkak bu tür tecrübeleriniz olmuştur.

4 Beğeni

Evet şimdi daha açıklayıcı oldu. Aslında bir önceki mesajımda da büyük ölçüde doğru anlamışım fakat “herkesin bildiği kendine” çıkarımı uygun olmamış.

Böyle durumlarla illa ki herkes karşılaşmıştır fakat bunun açık bir şekilde farkına vardığım durum şu an şıp diye aklıma gelmiyor.

Bazen düşünüyorum yazarlar neden açık açık anlatmak varken bu şekilde süslüyorlar cümlelerini. Tabii buna süsleme denirse. Haddim olmayacak ama ben demem şahsen. Yazarın vermek istediği mesajı mümkün olduğu kadar kişiye ulaştırması mı önemli yoksa süslü cümleler kurarak sadece belirli bir kesime ulaştırması mı önemli? Üstelik bu kesim hali hazırda bu mesaja sahip olan kişilerden oluşuyorsa…

Eee… iyi de… bu belli bir kesimin başına gelen, çok istisnai bir durum değil ki. Yoğun biçimde birileriyle iletişim içerisindeyken sıklıkla yaşanılan ve o sıklık sebebiyle fark edilmeyen genel bir durum.

Hikâyecilikte de bu yüzden, deneyimlenen ama bir sebeple fark edilmeyen durumların altı çizilsin diye, duygusal ve düşünsel olarak okurun “uyarılmasını” sağlayarak, metinüstü okumaya yönelmesini sağlayan tekniklere başvurduğu çoktur. Okurun hikâyeye duygusal ve düşünsel tepki vermesini sağlatarak, bir nevi anlatılan üzerine düşünmesi talep edilir ve okurun anlatılan üzerine düşünmesi için bir uyarı oluşturulur. Bu “tepki” verdirme yöntemleri arasında sadece okuru hoşnut eden unsurlar da yer almaz. Bazen, okurun aklıyla oynamak, anlatılanı özümsemesi için ona çaba harcatmak namına, ona anlatılmak isteneni hemen sunmaktan daha faydalı olabilir. Bazen okuru iğrendirmek, öfkesini çekmek, rahatsız etmek, ters köşe yapmak vb. hissiyatlar yaratmak okurun anlatılanı anlamaya teşvik etmede daha işlevsel olabilir. Çünkü zihin otomatik olarak, kendisine sunulanı “anlamlandırma” eğilimindedir. Ve buna göre okurken edinilen bilgiler tekrar ve tekrar yorumlanır ve tekrar birleştirilerek, anlamlı bütünler haline getirilmeye çalışılır. Zihnin bu otomatik sistemini bilinç düzeyine de çıkartmak için, “tepki” verdirmeli uyarıcı unsurlar, hikâye anlatımı için olmazsa olmazdır, bu yüzden. Konumuz olan, üstüne düşünülmesini talep eden “bilmecemsi” cümleler de bu unsurların bir çeşidi.

Elbette bu tür “uyarıcı” teknikler, tek başlarına bir anlam ifade etmiyorlar. Hikâye anlatılırken, o "unsur"a gelene kadarki ve sonraki bilgiler (olay örgüsü, gelişmeler, vs.) o kısımları bütünle beraber daha anlamlı kılıyor. @midousuji’nin belirttiği gibi, paylaştığı alıntı, romanın geneliyle daha iyi anlaşılacaktır. O alıntıyı desteklemek için hikâyede geçen başla olay örgüleri de muhakkak vardır.

Alıntıların kötü tarafı da, anlamlı olanı bağlamından soyutlaması zaten; ait oldukları metinden kopan metinler, ana metinde yüklemlendikleri anlamları ve tesirlerinde azalma veya anlam kayması yaşayabiliyor.

4 Beğeni

Christopher’ın dedesi, eşinin yakın zamanda vefatı sebebiyle kötüleşmektedir. Yaşlı adam yavaş yavaş unutma nöbetleri geçirmekte, aile elinden geldiğince onun yanında olmaya çalışmaktadır. Yaşlı adam kendinde olduğu zamanlarda torununa başından geçen hikayeleri anlatır; çocukken arkadaşlarıyla gördükleri İpeksi adını verdikleri çocuk hayaletini ve nicelerinden bahseder. Christopher, yeni arkadaşlarıyla oynadığı "ölme oyunu"ndan edindiği tecrübe sonrası, dedesinin tecrübesine farklı bir gözle bakınmaya başlar ama isimlendiremez.

Dede ile torun bir gün karşılıklı oturmuşlarken aralarında geçen unutmak ve hatırlamak bağlamında başlayan diyalog, ölüm ve yaşam üzerine değerlendirilebilecek bir diyaloğa dönüşür:

“Bu İpeksi’yi izlemek gibi, oğlum.”
Ona dönüp, eline dokundum.
“Evet, aynen öyle. Buradan oturmuş, neye benzediğini düşünüp duruyorum.”
Onu daha sıkı tutarak dinledim. Nasıl yüzünü güneşe çevirdiğini, alıçlı patikalardan nasıl yürüdüğünü, nasıl şarkılar söyleyip, eski öyküler anlattığını geçirdim aklımdan.
“En karanlık tünel boyunca, daha önce hiç bilmediğin bir tünel boyunca, öbür adamların hepsinden çok uzakta, tek başına onu izlemeye benziyor. İpeksi’nin olduğunu düşündüğün yere gelip, hiçbir şey bulamamaya benziyor. Yalnızca karanlık. Yalnızca hiçlik. Üstelik kıpırdayamıyorsun ve nasıl geri döneceğini de bilmiyorsun. Orada durdukça, karanlık seni daha çok sarıyor; öyle ki, karanlıktan başka bir şey kalmıyor ve hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey hatırlamıyorsun.”
Sanki gücüm onu sonsuza kadar bu aydınlık dünyada yanımızda tutabilirmiş gibi, ona sıkı sıkı sarıldım. Elimi iki elinin arasına aldı, çayını yudumladı ve gülümsedi.
"İşte böyle, " dedi. “Beni sıkı tut, oğlum. Bırakma.”
“Anladığımı sanıyorum,” dedim. “Hiçbir şey görmüyorsun. Hiçbir şey duymuyorsun.”
“Hiç.”
“Hiçbir şey hatırlamıyorsun.”
“Hiç. Hiçbir şey yok hatırlayacak.”
“Ve geri dönene kadar da korkmuyorsun.”
“O kadar zaman gitmiş olduğunu anlamaktan korkuyorsun. Yine gideceğini bilmekten korkuyorsun. Ama oradayken… Hiçlik.”
Omuz silkip, gülümsedi yine.
“Geri dönüşler de, sanki bulunma gibi. Ellerinde fenerleriyle tünellerde ilerleyen madencilerin sana seslenmesi gibi.”
Bir daha başını salladı.
"İhtiyar dertleri işte. Ne kadar anladığını düşünsen de, bunlar senin gibi çocuklara göre değil, " dedi. “Ama ne olduğunu anlamana yardım etmenin bir yolunu bulmak istiyorum. Yardım edebilirsem, senin için daha az korkutucu olur, değil mi?”
“Evet,” diye fısıldadım.
Uzandı, parmaklarının ucuyla yavaşça gözyaşlarımı sildi.
“Buna gerek yok,” diye fısıldadı. “Ben günümü yaşadım, sen de kendininkini yaşayacaksın.”

Dünya Büyülü Bir Yer - David Almond

4 Beğeni

Şimdi aklıma geldi de, peki ya bu kişi “Yahu bu ne karman çorman anlatmış hiçbir şey anlamadım.” diyerek okumaktan vazgeçerse, yani sizin yazdığınız şeyin aksini yaparsa; bu durumda suçlu kimdir? Kişi yanlış kitabı mı okuyordur, kapasitesinin üstünde şeyler mi okuyordur yoksa yazarın da biraz suçlu olma ihtimali var mıdır?

Bazen şeklinde başlamışsınız cümleye, dolayısıyla bunun aksi durumları da olabilir demek ki fakat yine de sormak istedim.

4 Beğeni

Okuma eylemi, yazar ile okur arasında karşılıklı yürütülen çabaların ürünü, demek yanlış olmaz. Yazarın anlatma çabasının ürünü metnin, okurun onu anlamak gösterdiği gayretler karşısında (kelime ve cümle anlamını çözme, aktarılanlar arasında bağ kurma, bir takım diğer bilişsel aktivitelerde bulunmak, vs.) tepkimeye girmesiyle oluşan bir süreç. Kısacası, yazarın da okurun da anlatmak ve anlamak hususlarında bir takım yükümlülükleri var.

Bu sebeple iki taraftan birinin yetersiz kalması ya da ikisinin de yetersiz kalması veya da ikisinin de kontrolünü aşan zaman ve dönem mefhumu (dilin ve gündelik hayattaki değişimler, dönemle hikâyeye karşı değişen algılar vb.) sebebiyle kast ettiğim okuma tanımını zorlaştıran şeyler söz konusu olabiliyor. O yüzden, verdiğiniz örnekteki gibi okurun okumaktan vazgeçmesindeki sebep, kitaptan kitaba, yazardan yazar ve okurdan okura, değişiklik gösterecektir. Ve ayrıca bu sebepler, bazen herşeyin olması gerektiği gibi gitmesine rağmen, tarafların ve değişkenlerin farklı oranlarda birbirlerini tetiklemesi sebebiyle, soruna dönüşebilir. Örneğin, yazar, o zamana kadar metne küçük bilgiler ekleyerek okuru bilgisiz bırakmamıştır ama bir yerde okurun kendi çıkarımlarını yapabilmesi için bir iki şey atlar; okur da, anlatımın o zamana kadar eksiksiz gittiğini dikkate alırken, yazarın bu hareketini hata olarak algılayabilir. Bu örnekteki gibi ne yazarda ne de okurda ne de metinde hata olmasa bile ortada bir tür sorunun, bir tür kopukluğun yaşandığı açık.

Yani, bu sorunuza kesin bir cevap vermek ne yazık ki mümkün değil. Bazı kitapları rezil yapan şeyler, bazısını harika yapabiliyor; bazı okurların anlamlandırdığı şeyler başka okurların zihninde karşılık bulamayabiliyor; belirsizliğin sebepleri böyle uzar gider.

Bu bir bakıma hikâyeciliği özel kılan unsurların aynı zamanda hikâyelerin iyi mi kötü mü, anlamlı mı anlamsız mı oldukları üzerinde uzlaşılara varılamamasının da yegane kaynağı. Herkesin haklı olduğu ve kimsenin haklı olamayacağı o kaygan tartışmalar, bizzat hikâyeleri güçlü yapan unsurların değişken ve tepkimeye açık doğasından geliyor. Okuru bilgilendirmek ve etkilemek için ne, ne kadarı, ne biçimde anlatılacak; muğlaklık ve mutlaklık nasıl ve ne ölçüde kullanılacak? Anlatısal düzlemdeki bu ve bu türden sorular, yazarı ve okuru başka açılardan meşgul edip duruyor işte.

4 Beğeni

“Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.”

Kazuo Ishiguro - Beni Asla Bırakma

11 Beğeni

Resmedilmiş bir denizde, resmedilmiş bir gemi gibi başıboş. Dracula -Bram Stoker

8 Beğeni

Oysa kahve içmişliğimiz de vardı; “Bu ne hatır gönül bilmezlik” diyemedim…

Orhan Veli Kanık - Sevdaya mı Tutuldum?

5 Beğeni

Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi, kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna

8 Beğeni

Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.

Shakespeare - Hamlet

8 Beğeni

Sanıyorum bu alıntıyı herkes hayatında en az bir kez okumalı.

“Tabanca şakağımda, uzun zaman öyle kaldım. Parmağım tetikteydi. Biraz bastırıyordum ama yeterince bastırmıyordum. “Biraz sonra daha fazla basacağım, tabanca patlayacak” diyordum içimden. Demir’in soğukluğunu hissediyordum. “Bir an sonra hiçbir şey hissetmeyeceğim artık. Ama bundan önce müthiş gürültü duyacağım” diyordum. Düşünsenize! Kulağımın öylesine yakınında! Her şeyden önce bu tuttu beni: gürültü korkusu… Saçma bir şey, öyle ya insan öldükten sonra… Evet! Ama ben ölümü bir uyku gibi umarım; patlama ise uyutmaz, uyandırır… Evet, bundan korkuyordum kuşkusuz. Uyuyacağım derken, birdenbire uyanmaktan korkuyordum.”

André Gide, Kalpazanlar

14 Beğeni

Konuşmamak ne iyi, bir bilsen.İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor.Fakat kelimeleri insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor.Kendinden nefret ediyor…
Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay

10 Beğeni

Ben aşktan daima kaçtım.Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde… Fakat daima ödersiniz… Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.

Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

12 Beğeni

Mektubun kendisine yazıldığı kişiden başkasının okumaması için yazıyı gizleme işlemine gelince, bu konuda bilinmesi gereken birtakım usuller vardır…
Söz konusu usullerin en sağlamı, taze süt alıp yazıyı onunla papirüsün üstüne yazmaktır. Mektubu alan kişi, üzerine sıcak papirüs küllerini serptikten sonra Allah’ın izniyle yazılar görünür hale gelecektir. İstersen beyaz zaç yağı suyu da kullanabilirsin. Bu durumda mektubu alan kişi üzerine zaç yağı tozu serpmelidir. Eğer yazının gündüz vakti gizli kalıp geceleyin okunabilir hale gelmesini istiyorsan, o zaman kaplumbağa ödüyle yazmalısın.

İslam Dünyasında Kitabın Tarihi
Johannes Pedersen

Metnin Arapçasını içeren orijinal kaynak:

el-Ikdü’l-ferîd
Kurtubalı İbn Abdirabbih (860-940)

5 Beğeni

5 Beğeni

Aslında okuduğum bir kitap değil ama bugün Bir Yudum Kitap’tan geldi bu, çok beğendiğim için sizinle de paylaşmak istedim:

Biraz da iyi tarafından bakalım. Modern okul sisteminin ardında yatan mantık kavrandığında tuzaklarından kurtulmak da kolaylaşır. Okullar çocuklara işçi ve tüketici olmayı öğretir, siz kendi çocuklarınıza lider ve maceracı kişiler olmayı öğretin. Okullar çocuklara düşünsel olarak itaat etmeyi öğretir, siz kendi çocuklarınıza eleştirel ve bağımsız düşünmeyi öğretin. Okulun istediği gibi yetiştirilmiş çocukların sıkılma eşikleri çok düşüktür, siz kendi çocuklarınıza hiçbir zaman sıkılmamalarını sağlayacak kendilerine ait bir dünya yaratmaları için yardım edin. Çocuklarınıza tarih, edebiyat, felsefe, müzik, sanat, ekonomi, ilahiyat ve okulda öğretmenlerinin itinayla kaçındığı daha pek çok konuda ciddi, “yetişkin işi” kaynaklar sağlayın. Çocuklarınızı yeterli bir süre yalnız bırakın, böylece kendi başlarına kaldıkları zaman mutlu geçirmeyi öğrensinler. Okulların istediği gibi yetiştirilmiş kimseler yalnız kalmaktan nefret etmeye koşullanmışlardır. Sürekli olarak televizyonun, bilgisayarın, cep telefonunun, çabuk edinilen ve çabuk kaybedilen sığ dostlukların kendilerine arkadaşlık etmesini isterler. Oysa çocuklarınız daha önemli bir hayat sürmelidir ve sürebilirler de.

Fakat ilk önce okulun ne olduğunu sizin iyice anlamanız gerekiyor. Okul genç zihinlerin denek olduğu bir laboratuvardır, bir şirkete dönüşmüş toplumun ihtiyaç duyduğu alışkanlıkların ve davranış kalıplarının üretildiği bir imalathanedir. Zorunlu eğitimin çocuklara ancak kazara faydası olabilir zira asıl amacı çocukları birer uşağa dönüştürmektir. Çocuklarınızın çocukluğunun zaruri olandan bir gün bile daha uzun sürmesine izin vermeyin. David Farragut daha 9 yaşındayken ele geçirilmiş bir İngiliz gemisinin kaptanı yapıldıysa, Benjamin Franklin aynı yaşta bir matbaacının yanında çırak olarak çalışmaya başlayıp bugün Yale’de bir son sınıf öğrencisinin kaldıramayacağı kadar yoğun bir okuma yazma seferberliğine girdiyse sizin çocuklarınızın da bütün bunları yapmamaları için hiçbir sebep yoktur. Uzun hayatım ve devlet okullarının duvarları arkasında geçirdiğim otuz yıllık sürenin ardından diyebilirim ki etrafımız dâhilerle dolu. Gerçekten eğitilmiş erkek ve kadınlardan oluşan bir insan grubunu nasıl idare edeceğimizi henüz belirleyemediğimiz için dehayı bastırıyoruz. Bana kalırsa bunun basit ve bir o kadar da onurlu bir çözümü var. Bırakın herkes kendini yönetsin.

Eğitim - Bir Kitle İmha Silahı - John Taylor Gatto (Çevirmen: Mehmet Ali Özkan)

9 Beğeni