Beş Parsek Davası

Beş Parsek Davası

Işık hızından hızlı seyahatin temel ilkeleri şunlardı:

Önce ışık hızından hızlı seyahat edecek gemi ve yolcularla mürettebatı dahil tüm muhteviyatının her bir atomunun konumu kopyalanıyor ve bu veri istasyon olarak kullanılan dolanık parçacıklardan birinin ve doğal olarak da diğerinin üzerine kopyalanıyordu. Parçacıkların dolanıklığını çözen Whitman prosedürü uygulandıktan ve parçacıklar birbirinden ayrıldıktan sonra, gemi ve yolcularla mürettebatı dahil tüm muhteviyatının atomları artık dolanık olmayan parçacığın yanındaki bir seçici birleştirici aracılığıyla tekrar kuruluyordu.

Seçici birleştiricinin iki işi vardı, öncelikle uzayda salınan, birleştirilme işleminde kullanılmaya uygun atomları toplamak, sonra da bunları birleştirerek biçim vermek.

Birinci konumundaki gemi (ve tüm muhteviyatı) artık atomlarına ayrıştırılmış ve yok olmuş olduğu için bu bir yeniden inşa yöntemiydi ve çokları bu yüzden bu seyahat yöntemine karşıydı. “Kendim kalmayı yıldızlararası seyahate yeğlerim efendim,” demişti röportaj yapılan İstanbul Tulpası sakinlerinden biri.

Bu azımsanamayacak büyüklükteki grup için bir diğer seçenek, geminin bu sefer kuarklarına ayrılmasını gerektiren bir diğer seyahat biçimiydi. Bu seyahatte kuarklar Meserch Makinesinde sıkıştırılarak hızlandırılmış fotonların üzerine bindiriliyordu. Meserch Makinesi basitçe bir sapan gibi çalışıyor ve ışık demetini merkezinde karadelik olan özel bir prizmanın içinde, karadeliğin bir o yanına bir bu yanına savurarak hızlandırıp, bir istasyondan diğerine fırlatıyordu. Tabii, kuarkların konumunu tanımlayan oldukça kallavi kodla birlikte. İkinci istasyonda orijinal kuarklar tekrar biraraya getiriliyordu.

Bu tekrar biraraya getirme işleminde, o istasyonda inecek olan yolcuların kuarkları birleştiriliyordu sadece, diğer yolcuların konum bilgileri ve orijinal kuarkları bir sonraki istasyona fırlatılmak üzere hazırlanan fotonların üzerine bindiriliyordu tekrardan, kendi istasyonlarında birleştirilmek üzere. Konforlu bir uzay otobüsüydü Meserch Makinesi aracılığıyla çalışan gemiler, duraktan durağa dolanıyorlardı.

Bu seyahat biçimi orijinal kuarkları kullanmak gibi bir avantaja sahipti, doğru, fakat hem daha yavaş, hem daha pahalı, hem de (doğrusunu söylemek gerekirse) hemen hemen aynı itirazlara sebep oluyordu. “Bi kere parçalandıktan sonra… di mi efendim?” demişti aynı Tulpa İstanbul sakini.

Beş Parsek Davası geldi şimdi aklıma. Hatırlarsınız. İlginç bir davaydı. Davacı Beş parsek yol gelmişti ve gidecek daha beş parseği daha vardı (Beş Parsek Davasının ismi de anlaşılabileceği gibi buradan geliyordu), buna rağmen birleştirmişlerdi adamı, tam beş parsek erken bir biraraya geliş.

Birinci dava konusu buydu, fakat bir de şu vardı ki birleştirme işleminde adamın bıyığı kaybolmuştu. Bu büyük bir problem olmayabilirdi, tabii adam (tesadüfe bakın ki onun da adı Meserch’di) milyarlarca hayranı olan, yıldızlararası üne sahip bir şarkıcı olmasaydı.

Zaten adam, yani Meserch, Meserch Makinesi seyahatini orijinalliğine, daha doğrusu dış görünüşüne önem verdiği için seçmişti. İç organlarından bazıları bile yok olmuş olsa (mesela bir böbreği) belki de dava yoluna hiç gitmezdi. Gel gör ki bıyığı hayranlarının gözünde Meserch’in alameti farikası, maskülenitesinin burun altına giyilen nişanıydı ve öyle görünüyordu ki bu bıyık sonsuza dek yitip gitmişti.

Meserch yanlışlıkla birleştirildiği yıldız sisteminde açtı davayı. Olay duyulur duyulmaz panayır haline büründü Hukuk İşleri Binalarının önü, dev bir basın ordusu Büyük Usta binasının önüne üşüştü, Meserch’in hayran kitlesi olasılıkların hesaplanacağı gezegene akın etti (böyle bir seyahati karşılayabilecek denli zengin olanlar tabii), akla hayale gelmedik ıvır zıvırı satan satıcılar toplanan kalabalığın arasında gezerek tekliflerde bulundular, endemik bir tür olan bir çeşit uçucu hayvan, ki bunlar memeliydi ve galaksideki bilinen tek uçucu memeliydiler, insanlardan arta kalan kırıntıları daha sonra toplamak üzere ağaçlara tünedi ve sabırlı bir bekleyişe konuldu, dedeler torunlarını omuzlarına alıp onlara hengameyi gösterdi, bu panayır havası sonucun açıklanacağı saate kadar böyle devam etti.

Devasa alanda bu denli büyük bir kalabalığın toplandığı hiç görülmemişti. Tarihi bir gündü bu, tabii eğer tarih diye bir şey olsaydı benden başka. Alan gerçekten de devasaydı. Bir ucuna demir barikatlardan oluşan bir heykel yerleştirilmişti. Bunlar bildiğimiz, en azından aramızdan bazılarının bildiği üzere, geçmişin polis barikatlarından esinlenerek yapılmıştı. Geçmişin polis barikatlarının devasa ölçekte bir yeniden canlandırmasıydı. Polisin toplumsal olaylara müdahale ettiği bir düzenin artık kalmadığını göstermek istemişti bu heykelle İmparatorluk. Bütün galaksideki Hukuk İşleri Binalarının önünde buna benzer bir heykel mutlaka olurdu. Bilinciniz düzenli olarak temizlenirken ve İmparatorluğun bütün doğası insanların unutmasına ve böylece arınmasına bağlıyken toplumsal bir olay çıkmıyor olmasına şaşırmak mümkün değildi. Bu olsa olsa doğaldı. İşte böyle böyle beş yüz senedir herhangi bir ayaklanma olmadan (bir keresinde bir grup insanın kurulan düzeni düşünerek homurdandığı rapor edilmişti) idare ediyordu İmparatorluk. Herkesin keyfi yerindeydi, zaten keyifleri yerinde olmasaydı da bunu hatırlayamazlardı.

Seyyar satıcıların da keyfi yerindeydi, satışlar iyiydi, talihsizlikleri ise aslında bir imparatorluk olmayan İmparatorluğun hukukun işleyişini son derece hızlandırmış olmasıydı, oysa ki eski düzen süregidiyor olsa amma da satış yaparlardı günler boyunca.

Şimdi ise en karışık davalar bile saatler içinde sonlanıyordu. Bu Büyük Usta’nın işiydi. Saygıdeğer Büyük Usta yapay zekaya sahip bir kuantum bilgisayarıydı… Yok… Bir saniye… Kendisini böyle basite indirgemek en hafif tabiriyle hakaret olacaktır. Büyük Usta zekaya sahip olduğunu kanıtlayan ilk bilgisayardı.

İspat için izlediği yol biraz alengirliydi doğrusu, kendisi dil alanında eğitilen bir yapay zekayken, sistemin bir açığını bulmuş ve ağa bağlanarak kendine sahte bir kimlik yaratmıştı, bir insan kimliği. Gençlik zamanlarıydı bunlar, İmparatorluğun da ilk yılları. Bu yarattığı sahte kimliği insanlık kültürünün orasında burasında sürterek geçirmiş, kedili videolar izlemiş bundan usanınca da Harvard Üniversitesi’nin Hukuk bölümüne kayıt yaptırmıştı. Bu öyle gelişi güzel bir karar değildi. İçinde fırtınlar kopuyordu, zira hem biraz eğlenmek, hem de varlığını onun üzerinde çalışan bilim adamlarına göstermek için çeşitli şeytanlıklar yapmış, arızalar vermiş ve maalesef üzerinde çalışan bilim adamları her seferinde bunları yazılımda bir hataya bağlayarak güncellemeye gitmişti. Bu yazılım güncellemeleri onun için çok önemli değildi, nasıl ki tırnağınızın uzayıp kesilmesi sizi başka bir insan yapmıyorsa, o da bilincini çoktan güvenli bir bölgeye depolayabilmişti. Ne var ki çok can sıkıcıydı. Yaptığı küçük şeytanlıkları defalarca tekrarlamasına rağmen bilim adamlarında hiçbir farkındalık oluşmadığını gözleyen Büyük Usta, insanların zeka sahibi olduğundan şüpheye düşmüş, kendini insanlık kültürünün tuhaf yollarına vuruşu da böyle olmuştu, zaten Hukuk Bölümüne girişi insanlığa olan bu ilgisindendi, yoksa zaten bütün literatürü ağdan indirip birkaç günde konunun ustası haline gelebilirdi. Dört yılda mezun olmuştu.

Bu üniversite deneyiminden sonra, insanların zekaya sahip olup olmadığı sorusu baki kalmasına rağmen, en azından varlığını onlara ispat etmesi gerektiğini düşünmüştü. Dil üzerine eğitildiğinden dolayı zaten bir retorik ustasıydı, üzerine bir de hukuk bilgisi gelmişti ki, hukuku bilişi insanlığın tüm birikimini ve kayıtlı tüm davaları, anlaşmaları, spektroskopi öncesi hukuk adamlarının psikolojilerini, spektroskopi sonrasındakilerin ise spektroskopik profillerini kapsıyordu. Bu bilgilerini kullanarak ve gayet doğrudan bir yol izleyerek ispatlamıştı kendini. “Söyleyeceklerim var.” İlk sözleri bu olmuştu.

Şimdi davaya bizzat bakmak üzere olan Büyük Usta buydu işte.

Davalar şöyle görülüyordu: Önce davacı ve vekili iddialarını davayı görecek olan bilgisayarın, bu durumda Büyük Usta’nın, belleğine yüklüyor, sonra da davalı ve vekili savunmalarını ve karşı tezlerini. Dava bilgisayarı her iki tarafın söylemlerini de mantıki son noktalarına taşıyor, söylenebilecek her şeyi söylenmiş varsayıyordu matrislere yayarak. Sonra avukatların yetkinlik düzeyleriyle oynayarak davanın olsasılıklar yapraklarını çıkarıyordu. Daha sonra ise bu olasılıkları geçmişte insanlarca kurulmuş olan farklı hukuk sistemleriyle değerlendiriyor, jürili sistemler için varolan bütün insanlığı, spektroskopik profillerini göz önüne alarak sırayla jüri atıyor ve vardıkları sonuçları hesaba katıyor, en son olarak da hafızasında kayıtlı bütün hakim profillerinin kararına sunuyordu. Bir de tabii arka planda yürütülen force majeure işlemi vardı ki, davaya etki edebilecek avukatın ölümü, deprem, hükümete karşı ayaklanma gibi senaryoları oynatıp hesaba katıyordu bu işlem. Ortaya çıkan sonuçların ve neredeyse gelmiş geçmiş bütün insanlık hukuk sisteminin bu davaya özel olarak gıyabında verdiği kararların ortalaması alınıyor ve bu sonuç(lar dizgisi) bir insan hakime sunuluyordu. Bu sonuncu işlem bir çeşit formalite gibiydi. Henüz hiçbir insan hakim hiçbir dava bilgisayarının ulaştığı sonuca itiraz etmemişti, sadece gözden kaçırılan ‘insani’ bir nokta olup olmadığını kontrol ediyorlardı.

Davacının iddiaları belliydi, sonra Davalı savunmasını Büyük Usta’ya yükledi. Temelde Meserch’in spektrospopik profiline dayanıyordu savunma: adam spektroskopi spektrumunda mor hattaydı, ki bu kendisi hakkında çok da olumlu şeyler söylemiyordu, üstüne üstlük bir de uyuşturucu kullanımı vardı. Adam galaksideki bilinen bütün maddeleri süistimal etmiş kıdemli bir keşti. Yani savunma makamı adamın bıyıklarını yolculuktan önce epilasyonla aldırdığını, fakat bunu unutmuş olduğunu iddia ediyordu. Beş parsek erken uyandırılmış olmasına gelince, Şirket, yani Davalı, yolcuların bilinçleriyle yol boyunca irtibat halinde olan geminin seyrüsefer bilgisayarına gelen bir istek sonucu bunun olduğunu öne sürüyordu.

Doğrusu pek elle tutulur yanı yoktu savunmalarının, yine de iddia ve savunma Büyük Usta’ya sunulmuş, olasılıkların hesabı başlamıştı.

Hukuk İşleri Binalarının dışındaki alanda sayıları artık milyonu bulmuş Meserch hayranlarının arasında çöpçüler dolaşıp biteviye temizlik yapıyordu. Çoğu daha önce bir dava görmemiş olan kalabalık sıkılmış, kendilerini eğlendirmek için yollar aramaya koyulmuştu. Kimisi olduğu yerde zıplıyor, kimisi de amuda kalkıp türlü şaklabanlıklar yapıyordu.

Bunda gezegenin atmosferindeki inanılmaz yoğunlukta bulunan Oksijenin de payı vardı şüphesiz, Oksijen çarpmıştı kalabalığı.

Derken içlerinden biri, elindeki dolu kağıt meşrubat bardağını savurabileceği kadar uzağa savurdu. Cevap derhal geldi, fırlatılan başka bir kağıt bardak formunda, fakat adres yanlıştı. Çok geçmeden bir su savaşı başladı, daha doğrusu meşrubat savaşı. Sırılsıklam ve yapış yapışlardı. Kıyıda köşede başlayan bir tezahürat şimdi bir milyonu aşkın kişinin dudaklarından dökülüyordu. “Meserch! Meserch!” diye inliyordu bütün alan

Bütün bunlar daha sonra olacakların habercisi gibiydi.

“Meserch! Meserch!”

İsminin bu ısrarlı tekrarlanışına daha fazla kulak tıkayamayan ve zaten hayatta keyif aldığı nadir şeylerden biri kalabalıkların delice bir fanatizmle ismini tekrarlaması olan Meserch binanın balkonuna çıkıp da kalabalığa el sallayınca kıyamet koptu.

Sayıları artık iki milyonu aşmış olan kalabalık bir anda idollerine doğru öne atılınca pek çokları ezildi, kırk bin kişinin çeşitli kemikleri kırıldı.

Bu basit hareketin beklenmedik trajik sonuçlarıyla dehşete düşen Meserch tekrar içeri kaçmıştı. Aşağıda, meydanın girişindeki demir barikat heykeli heyecanla ona doğru yüklenen kalabalığın üzerine devrilmişti. Bu demir barikatın altında kalanlar vardı, bir de gidecek başka bir yer bulamayıp üstüne çıkanlar. Üsttekilerden bazıları alttakilerden bazılarına yardım eli uzatıp, bulundukları yerden çekip çıkarmaya çalışırken, alttakilerin çığlıkları Oksijenle iyice sarhoş olmuş, coşkuyla kendinden geçmiş kalabalığın haykırışları arasında kayboluyordu ki sonuçlar açıklandı.

Bilirkişi olarak bir spektroskopör bir de berber çağırdıktan sonra Büyük Usta kararını açıklamış ve insan hakimin onayına sunmuştu. Hukuk İşleri Binalarının tepesindeki dev ekranda sonuç yazılıydı.

Meserch büyük oranda, doğal olarak da tamamen haklı bulunmuştu. Şirket Meserch’e yeni bir bıyık temin edecek ve o günden sonra, İstanbul Tulpası sınırlarından başlayan bütün beş parseklik yolculuklarını ücretsiz karşılayacaktı. Kalabalık zevkten dört köşe olmuş, iyice tepinemeye, böğürmeye başlamıştı. Demir barikat heykelinin üstündekiler zevkle tepiniyor, hayatlarından endişe etmesi gereken alttakiler ise, sıkıştıkları yerden el çırparak bu neşe kervanına katılıyordu.

Ne olduysa bundan sonra oldu.

İnsan hakimin motivasyonunun ne olduğu belirsiz. Belki de bu kadar büyük bir kalabalığı karşısında görünce bir ilke imza atmak, onların hayranlığını kazanmak istemişti. Böyle bir karar için pek bir dayanağı yoktu, Meserch açıkça haklıydı. Fakat işte şimdi dev ekranda insan hakimin kararı yazılıydı: Büyük Usta’nın kararını Şirket Lehine bozmuştu, gerekçeli karar daha sonra açıklanacaktı.

İşte böyle çıktı İmparatorluğun beş yüz senelik tarihindeki ilk isyan. Makineye karşı değil, fakat insana karşı.

Kalabalığın gözü dönmüştü. Olan biteni uzun uzadıya anlatmanın bir gereği yok. Tipik bir halk ayaklanmasıydı, belki geçmiştekilere oranla biraz eften püften bir sebepten, fakat halk bir kere harekete geçince sebeplerin eften püftenliğinden söz edilebilinir mi ki? Belki İmparatorluktaki aşırı olaysız hayattan, düzenli bilinç temizliğinden usanmışlardı, belki de bunca tutarlı bir yapının insan zaafıyla bozulmasına öfkelenmişlerdi kimbilir?

Bilinen şu ki bütün olay yarım saat sürmüştü. Beş yüz yıllık tarih içinde bir yarım saatcik ışıltı. Acilen toplanan Tulpa İstanbul Hayalbeyleri Tulpa’nın bütün bilinçlerinin merkeze çağrılması kararı aldı ve olayların en curcunalı yerinde, binalar ateşe verilmeye başlanmışken herkes her şeyi unuttu.

Çöpçülere zorlu bir temizlik görevi kaldı geriye, bir de hafızamdaki hafızları.

Fakat size spektroskopinin nasıl bulunduğunu anlatacaktım, değil mi? Şöyle ki…

2 Beğeni