Bilgisizleştirmek

Yine bir toplantı günü, bu işi yapmaya devam ettikçe bu toplantılardan sıkılmaya devam edeceğim kesin. Aslında düşününce problem toplantıların içeriği değil, zaten her zaman eksiksiz bir şekilde kayıtlarını tuttuğum tüm eylemlerin dosyalarını Selim Bey’e sunmam ve onun her seferinde beni daha fazla çalışmam gerektiği konusunda uyarmasından oluşan bir tür karadelik bu toplantılar. Artık alışmış olacağım ki bu aynılaşma artık eskisi kadar beni rahatsız etmiyor, sonuçta her gün işini sevmese de heyecanlanmasa da işini yapmaya devam eden milyonlarca insan var, hatta bir zamanlar bende onlardan biriyken insan bu monotonluğun farkına varmıyor, varamıyor. Ama son dönemde beni düşünmeye sevk eden, yaşamıma birazcık da olsa heyecan katan bir soru var kafamda, bu soru artık öyle bir hal aldı ki yürürken, yemek yerken, araba sürerken hatta çalışırken bile bu soruyu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum, Ben gerçekte kimin için çalışıyorum?

Aslında benim soru olarak adlandırdığım şey merak etme duygusundan başka bir şey değil. Sonuçta her insan, dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir operasyonda çalışsa elbette benim gibi kimin için çalıştığını, bu operasyonu yöneten kişi veya kişilerin neden böyle bir şey yapmak istediğini, amaçlarını öğrenmek ister, işte bu merak duygusu belki de beni bu işi yapmaya devam ettiren şeylerden biri olabileceğini düşünürken asansörün çınlama sesi ile 42. Kata geldiğimi fark ediyorum. Asansörün kapısının açılması ile beyaz duvarların çevrelediği koridorun en sonunda yer alan gri kapıyı görmem bir oluyor. Gün ışığı kadar aydınlık koridorda kapıya doğru yürürken ortamdaki tek sesin siyah rugan ayakkabılarımın mermer üzerinde çıkarttığı ses olması beni şaşırtıyor, gerçekten de burası hep böyle sessiz miydi diye bir soru geliyor o anda aklıma fakat bunu düşünmeye yetecek vaktim yok çünkü şimdi kapının önündeyim, aklımdaki tüm gereksiz düşünceleri silip, elimdeki çantamı biraz daha sıkı kavrayıp anlık bir beklemeden sonra kapıyı açıyorum. Her zaman olduğu gibi bu seferde şaşırmıyorum, Selim Bey dışarısı ile hiçbir bağlantısı olmayan bu loş odada neredeyse odanın yarısı büyüklüğündeki masanın en başında her zamanki gibi beni bekliyor. Odanın camının olmaması bende ışık seçiminin bilerek loş yapıldığı algısını oluşturuyor. Selim Bey’e verdiğim küçük bir baş selamı ile elimde tuttuğum çantamı açmaya ve içinden dosyalarımı çıkartmaya başlıyorum. Selim Bey ortalamanın biraz üstünde bir boya sahip, hafif kilolu denebilecek bir cüssesi olan, hafif beyazlaşmış bakımlı kısa saç ve sakallara sahip, tahminimce 50’li yaşlarının sonunda olan, oldukça iyi giyinen ve her gün karşılaştığımız ama iki saniye sonra hatırlamadığımız bir yüze sahip, oturaklı ama bir o kadarda tepeden bakan bir mizaca sahip insan. Yüzünün hemen unutulmasının sebebi ise ancak ona uzun bir süre bakılması durumunda farklılıklarının anlaşabilmesi. Kendisi ile uzun yıllar boyunca çalışmamdan dolayı duruşundaki ve mimiklerindeki o ilginç farklılıkları artık saptayabiliyorum. Kendisine verdiğim dosyaları inceledikten sonra hala dosyalara bakar bir şekilde;

“Sanırım hala bu sistemde nasıl bir görevin olduğunun farkında değilsin Ömer” dedi.

Bu söze cevap vermeye çalışmanın anlamsız olacağını bilmeme rağmen cevap vermeye yeltenmemle Selim Bey’in konuşmaya devam etmesi bir oldu;

“Seninle ilk tanıştığımızda sana söylediğim gibi, kendini, söylenenleri eksiksiz bir şekilde yapması gereken bir memur olarak gör, bunun ne fazlasısın ne azısın. Sana verilen görevleri yerine getirirsen problemimiz olmaz, ama eğer yaptıklarımızı ve verdiğimiz kararları sorgularsan işte o zaman senin için güzel bitmeyecek bir sonla karşılaşacağından emin olabilirsin.”

Güpegündüz beni tehdit ediyor. Ne zamandır aramızdaki ilişki bu raddeye geldi hala anlamıyorum, fakat dediklerini onaylamak dışında başka bir seçeneğim yok, çünkü onaylamazsam dünyada gerçekleşen olaylar hakkında oluşan farkındalığımı kaybederim, kurtulmak için her şeyi yapacağım o eski hayatıma geri dönerim. Dediklerini onaylar fakat yine de bana sahip olamayacağını belli eder şekilde ağzımdan kuru bir “Sizi oldukça iyi anlıyorum.” çıkıyor. Almak istediği cevabı almış olacak ki dosyaların değerlendirmesini yapmaya başlıyor;

“Bilgisizlik rakamlarında gerçekleşen artışı fark etmedim değil fakat hedeflenen rakamların gerisinde olduğunu sende biliyorsundur. Sana yaptığımız yatırımları ve sana verdiğimiz gücü efektif bir şekilde kullandığını umut ediyorum.”

“Bundan şüpheniz olmasın Selim Bey, elimdeki tüm kaynakları insanları her gün daha fazla aptallaştırmak ve çevrelerindeki gerçekleşen olaylardan soyut kalmalarını sağlamaya çalışarak kullanıyorum.”

Verdiğim cevaptan sonra oluşan kısa sessizlikte küçük toplantımızın bittiğini anlayıp odadan yine Selim Bey’e verdiğim küçük bir baş selamı ile ayrılıyorum. Bu odadan ve binadan acil bir şekilde çıkma isteğimi bastıramadan seri adımlarla asansöre binip, otoparkta bulunan aracıma doğru yürüyorum. Uzun bir yolculuktan sonra evimdeyim, oldukça sıradan bir mahallede bulunan bir apartmanın en üst katında bulunan daireme doğru, merdivenlerimi yoksa asansörümü kullanmak arasında ikilemde kalıp merdivenleri seçmemle sonuçlanan sessiz ve yavaş yürüyüşüme aklımdaki birçok soru ile başlıyorum. Nasıl bir insan veya bir zümre insanların bilgisiz olmasını ve onların bilgisizleşmelerini neredeyse tüm medya organları ile destekler ve insanlar nasıl bu bilgi okyanusunda gezen onlarca balıktan bir tanesini bile bir gün yakalayamaz, ne kadar fazla balık arttıkça balık tutmanın da daha çok zorlaştığının acı farkına varmaz. İnsanları her geçen gün daha çok bilgisizleştirmeye çalışmak nasıl hastalıklı bir beyinin ürünü olabilir, bu beyinin gerçekleşen eylemlerden nasıl bir fayda sahibi olabilir, işte bu ve bunun gibi birçok sorunun desteklediği umursamamazlık duygusu ile merak duygusunun beynimin içerisinde tutuştukları kanlı kavgayı hisseder gibiyim çünkü akan her kan benim hayattaki yaşama tutkum.

Aklımdaki düşünceler yüzünden zamanda bugün ikinci kez kaybolmamı fark etmem ile kendime gelmem ve evimin kapısının kilidini açmamla birazcık da olsa rahatlayıp kendimi kapı ile arasında herhangi bir geçiş olmayan salonumdaki koltuğuma atıyorum tabi buna salon denebilirse. Oldukça sade döşenmiş, dışarıdaki herhangi bir insana sıfır diye satılabilecek kondisyona sahip bir salonda, neredeyse hiç kullanılmamış, göze hoş gelen koyu yeşil bir koltuk ve duvarların neredeyse tamamını boydan boya kaplayan kitaplık. Aslında tüm eve ev demek zor olabilir çünkü mutfak ve yatak odası da dahil diğer tüm odalar aynı yüksek kondisyona sahip neredeyse kullanılmamış mobilyalarla donatılmış şekilde. Belki de bu evde kullanılmış tek şey duvarlardaki kitaplar ve camın önündeki küçük çalışma masası. İstemsizce gözlerimi açıp, koltuğumdan kalkarak yavaş adımlarla duvarlarımdaki kitaplara bakıyorum ve bir anda elime bir kitap alıp kapağını çeviriyorum ve bir anda şaşırıyorum, fakat kapakta yazan isim değil beni şaşırtan şey, beni şaşırtan şey yaptığım iş ile hareketlerimin birbirinden farklılığı. Ama şaşırmamın anlamsız olduğunu fark ediyorum, sonuçta insanları bilgisizleştirmek için önce bilmek gerek.