1.Bölüm - Bir adam, bir kedi ve bir kuş (Charles Bukowski ve Ursula K. Le Guin'e saygı,sevgi...)

Yaklaşık 7 aydır sevgiliyiz. Biraz önce yaşananları saymazsak mutlu, tutkulu bir ilişkimiz var.
Son 3 aydır da birlikte yaşıyoruz. Sevgilim, onun evine taşınmam için ısrar edince giysilerimi, müzik aletlerimi, kedimi ve papağanımı aldım geldim.
Birbirimizden bir an bile ayrı kalmaya dayanamıyorduk artık.

Kedim Bobo, sarman cinsi, zeki, sevimli fakat yaramaz ve pisboğazın tekidir.
Papağanım Mimi ise Jako cinsi gri Afrika papağınıdır. Bazen çenesi düşüyor. Hit The Road Jack şarkısını çok seviyor; şarkı çalarken dans ediyor; şimdilik sadece şarkının adını söyleyebiliyor.

Bobo ile Mimi bazen öyle haylaz oluyor ki insanı bezdiriyorlar.
Taşınmadan önce, sevgilimin eşyalarına zarar verirler diye çekincelerim vardı.
Bunu ona anlattığımda ‘‘hayvanların haylazlığından ne olur aşkım ya, senden haylazı var mı ki?’’ diyerek elleriyle vücudumu mıncırırken dudaklarıma ateşli bir öpücük kondurmuştu.
Sevgilim bir öpücükle beni ikna etti ve ertesi gün taşındım.

Küçük odayı stüdyo olarak kullanmama izin verdi. Kapı, pencere ve duvarları yalıtıp müzik aletlerimi yerleştirdim. Arada bir bangır bangır müzik açıp hep beraber içeride dans ediyoruz.
Şapşal Mimi ‘‘Hit The Road Jack’’ diye bağırıp zorla o şarkıyı çaldırıyor bize.
Bobo ile bir araya gelince iyice zıvanadan çıkıyorlar. Onları odadan çıkarıp romantik müzikler eşliğinde sevgilimle dans ediyoruz.

Sevgilim çok güzel şarkı söyler, bazen karaoke yapıyoruz.
Bir gün Whitney Houston - I Will Always Love You şarkısını söylemişti. Şarkının vokalsiz kaydı üzerine öyle muhteşem söyledi ki şaşkınlıktan gözümü kırpmadan hayranlıkla onu izlemiştim.
İlk defa şarkı söylemişti, bu kadar güzel söyleyeceğini beklemiyordum. Şarkı bitince birbirimize sarıldık, ‘‘Beni hiç bırakma tamam mı’’ dedi. ‘‘Sensiz nefes bile alamam, seni çok seviyorum bebeğim’’ demiştim.

Sevgilim, mutfakta da iyidir. Ben burçlara falan inanmam ama ‘‘yengeç kadını’’ olduğu için kendini çok şanslı hissettiğini söyler. 15 Temmuz doğumlu olduğumdan ben de ‘‘yengeç erkeği’’ imişim.

Sevgilim çok da iyi ressamdır. Yaptığı resimlerin hepsi gerçekten şaheser. Bu akşamki felaket yaşanmamış olsaydı onları galeride sergilemek istiyordu.

Biz stüdyodayken Bobo ile Mimi birbirleriyle dalaşıp ortalığı yerle bir etmişler. Bütün resimleri sehpanın üzerindeydi, onların üzerine su dolu sürahiyi devirmişler, oradan oraya koştururken de üzerlerine basıp paramparça etmişler. Odaya girdiğimizde şoke olduk, sevgilim fenalık geçirdi, onu daha önce hiç böyle öfkeli halde görmemiştim, haklıydı ama… Utancımdan yerin dibine girdim resmen. Yerleri silmek için mutfaktan bez getirmeye gittiğimde o da Bobo ile Mimi’yi azarlayarak evden dışarı attı.
‘’Bebeğim üzgünüm, kızmakta haklısın ama lütfen sakin ol, onlar çocuk gibiler, onlar hayvan, dışarıda ne yapsınlar’’ deyince ‘‘Sen de git çocuklarına bak o zaman’’ diyerek beni de azarladı.
Bezi yere atıp dışarı çıktım.

Bobo ile Mimi, kapının bir kaç adım ötesinde yan yana durmuş mahcup mahcup bekliyorlardı.
İşte şu an onları kucağıma almış, neredeyse yarım saattir merdivenlerde oturuyorum. Merak edip de çıkıp bakmadı bile. Apartmanın kapısına inelim artık ne yapalım.

Nisan ayının ilk haftası, hava serin. Mimi’nin tüyleri ıslak, benim altımda şort, üzerimde tişört var.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Telefonum, arabanın anahtarı her şey evde. Üzerimde tek kuruş yok.
Apartmanın kapısını açıp dışarıya bakınıyorum. Bobo ayaklarımın arasına girdi, Mimi omzuma kondu. Mimi ıslak olduğundan hastalanmasından korkuyorum. Buralarda kimseyi de tanımıyorum.

Dışarıya bir adım daha attım, apartmanın önüne çıktım. Bobo ile Mimi’ye içeri girmelerini söylerken bir adam arkamdan ‘‘hey serseriler! evden mi attılar sizi?’’ diye bağırdı.
Arkamı dönüp bakarken, önüme yukarıdan söndürülmemiş sigara izmariti attı. Yaşlı bir adam.
Balkondan elini kaldırarak ‘‘sizi gidi serseriler’’ diye bağırdı yine. Yan balkonunda da yaşlı bir kadın var. Mimi’nin tüylerinden biraz daha açık renkte gri saçları var. Yüzünde yarı tebessüm, yarı acıma ifadesiyle bize bakıyor.

‘‘Hadi çocuklar yukarı gelin’’ dedi gri saçlı yaşlı kadın.

Ben, ‘‘Efendim teşekkürler ama biz birazdan içeri gireceğiz’’ deyince,

Yaşlı adam: ‘‘Gelmezseniz polis çağırırım. Bir genç adam, bir kedi ve bir kuş; 3 serseri ahalinin huzurunu bozuyor derim’’ dedi.

Zaten gidecek yerimiz yok. Bobo ve Mimi’yi kucağıma alıp yaşlı kadının evine çıktık. Kendimizi tanıttık. Kadının adı Ursula imiş. Ursula Le Guin. Çok havalı bir adı var dedim içimden.
Bana çay ikram etti, Bobo ve Mimi için elektrikli sobayı açıp önümüze koydu. Ben çayımı içerken yaşlı adam girdi içeri.
Ursula, ‘‘Heh bizim deli Bukowski de geldi’’ dedi.

Elindeki viski şişesini bana doğru uzatarak:
’‘Seni hanım evladı, serseriler çay içmez, gerçek bir serseriysen al bundan iç’’ dedi.

‘‘Teşekkür ederim efendim, çay içsem iyi olacak’’ dedim.

Ursula’ya dönerek:
’‘Bu genç adam serseri değil, o bir hanım evladı sevgili Ursula’’ dedi.

Mimi de sanki Bukowski’nin dediklerini anlamış gibi ‘‘pis moruk’’ deyince Bukowski kahkaha atarak
‘‘İşte gerçek bir serseri, küçük serseri’’ dedi.

Ursula, Bukowski’yi kolundan çekiştirerek karşımızdaki koltuğa doğru götürürken
‘‘Rahat bırak çocukları koca serseri’’ dedi.

Ursula da yanındaki tekli koltuğa oturup, sanki neler olduğunu anlatmamı istiyorlar gibi birlikte bana bakmaya başladılar. Ben de bütün olanları anlattım.

Bukowski ‘‘Sanat katili serseriler’’ dedi.

Ursula, Bukowski’nin koluna hafif bir şaplak atarak susmasını ima etti.

"Haklısınız’’ diyerek güldüm.

Ursula, ‘‘Siniri geçince affeder, üzülmeyin’’ diyerek bizi teselli ediyordu.

Bukowski ‘‘Kadınların gazabından kork evlat’’ dedi.

‘‘Aslında sevgilim çok iyi kalpli biridir’’ dedim.

Bukowski ‘‘Yin yang evlat yin yang, iyinin içinde kötü, kötünün içinde iyi bir taraf vardır. Kadının gazabından kork’’ dedi.

Ursula, ‘‘Kadınlar merhametlidir, seni ve küçük dostlarını o resimlerden çok sevdiğini bil ve buna inan. Aşırı tepki vermesinin nedeni geçmiş yaşantısından bu yana içinde biriktirdiği öfkesinin bam teline dokunmuş olmanızdır. Resimlerinin parçalanmış haliyle karşılaşması bir semboldür, haksızlığa uğradığını düşünüyordu içinde o hep zaten. Emin olun sizinle hiç bir ilgisi yok, o öfkesiyle yüzleşti. Bu olay onun ruhunu arındırması için vesile oldu aslında. Her şey daha iyi olacak buna inan’’ dedi.

Ursula’nın bu sözleri hem içimi burktu, hem de biraz olsun rahatlattı.

Ursula ‘‘Size kek getireyim çocuklar’’ diyerek ayağa kalktı.

‘‘Zahmet olmasın efendim lütfen’’ desem de beni dinlemedi.

Bukowski de onunla birlikte ayağa kalkarak:
‘‘Ben de şu deyyus tekelciyi arayıp bira sipariş edeyim’’ dedi.

Ursula, ‘‘Eve gitme Bukowski, buradan ara’’ dedi.

Bukowski, telsiz telefonu eline alarak gelip yanıma oturdu. Tekeli aradı, daha alo demeden herhalde karşı tarafta bir şeyler oluyordu ki "Hey hey hey bağıran o kadın da kim’’ dedi.

Tekel bayii ne dediyse artık Bukowski kahkaha atarak:
‘‘Genç bir kadın size bir adam, bir kedi ve bir kuş gördünüz mü dedi, siz kadına gülünce sizi haşlamaya mı başladı hahahahah’’

Bukowski bunları söyleyince heyecanla ayağa kalktım, kolumdan tutarak tekrar yanına oturttu. Tekelciye ‘‘Telefonu genç hanıma ver’’ dedi.

Bu arada Ursula da gülerek içeri girdi ‘‘Pişman olmuş çıkmış sizi arıyormuş gördünüz mü’’ dedi.
Merakla ve heyecanla Bukowski’ye bakıyordum.

Bukowski ‘‘Sevgili hanımefendi aradığınız kaçık, sanat katili serseriler şu an yanımızda, şimdi gelip bunları evinize götürmezseniz onları polise teslim edeceğim. Tekelci size evi tarif etsin’’ dedi.

Sessizce ağlamaya başlamıştım. Bukowski telefonu kapattı. Bir kaç dakika sonra zil çaldı, koşarak boynuma atladı, hıçkırarak ağlıyordu.

Bobo ile Mimi onun geldiğini görünce odanın köşesine doğru kaçtılar.
Sevgilim sonra beni bıraktı onları kucağına alıp öptü.
Ursula ve Bukowski’ye teşekkür etti, çıkarken ben de teşekkür ettim, evimize gittik.

2 Beğeni