Böyle Ekler Yapmayı Nereden Öğrendim?

Ekler sevdiğim için, ömrüm boyunca, filozoflar benimle dalga geçti. Sadece filozoflar da değil, onları izleyen bütün felsefeciler benim bu aşkımı aşağıladılar. Hatırlarım, ben küçükken, diğer çocuklar etrafta koşturur ve o şaşalı sözlerini, bini bir paraymışçasına savururlardı. Bir gün, dersin ortasında şöyle bir tartışma patlamıştı hatta.

“Bu seçimlerdeki konjonktüre göre, senin davranışının imkanı yok!” diye hırlamıştı bir çocuk.

“Jungcı analize göre, senin arketipinin böyle bir şey demeye hakkı yok!” diye ateş püskürmüştü diğeri.

Anlamadım edilen bu lafları. Nedendir bilmiyorum ama sınıfta olan biten her şey bana sıkıcı gelirdi. Evet, bu yazdığımı onlardan birisi görse, tekrar benimle dalga geçerdi. Kendimi bu kadar doğrudan ifade etmiş olmamı ilkel ve basit bularak, daha dolaylı kelimelerle betimlememi söylerdi. Bunu yaparken de, yüzüne çok bilmiş bir sırıtış veya sesine, kendinden emin bir sertlik çökmüş olurdu.

Oysa ki, ben bunları istemiyorum? Bütün dünyayı reddediyorum. Ne Hegel, ne Spinoza, ne Poppin, ne de Descartes benim ilgimi çekiyor!

Özür dilerim, gereksiz bir patlama yaşadım. Bu aralar kafamı toplamakta zorlanıyorum, nedense her şey sağa sola dağılmış gibi. Odam bile bunu yansıtıyor. Masamın üstü karmakarışık ve her yere kağıtlar saçılmış durumda. Bunların “çok derin” şeyler olduğunu düşünebilirsiniz ama aslında hemen hepsi, ekler tarifi. Şu an gözlerimi kaldırıp baktığımda, en az otuz tane ayrı tarif görebiliyorum. Neden bu kadar fazla, diye sorabilirsiniz. Oldukça da haklı olursunuz ama buna sonra geleceğim. Tek diyebileceğim, bunun çok ama çok önemli bir sebebi olduğu. Öyle bir sebep ki, bütün o budala felsefeciler, sebebini bilselerdi altlarına işerlerdi.

Bunu okuyan kişinin her şeyi olabildiğince açık anlaması adına, belli şeyleri anlatmam gerekiyor. Benim ülkemde, hayır, benim dünyamda, felsefe her şeydir. Her zaman böyle miydi, bilmiyorum. Çatlak olarak bakılan kimilerine ve nette dolanan komplo teorilerine göre, bir zamanlar farklıymışız. Ancak, ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Bundan farklı bir dünya var olmuş olamaz. İnsanlar, buna izin vermez.

Bu dünyada, tartışma denilen bir şey vardır. Bir yerlerden salık gelir ve insanlar toplanır, tartışmaya başlar. Sınıfımda gerçekleşen olay da, bir tartışma sırasında olmuştu zaten. Öğretmenin başlattığı bu sözlü mücadelede, iki oğlan seçimi tartışmaktaydı. Dediğim gibi, neler demiş olduklarını pek anlamadım. Daha doğrusu umursamadım. Ancak amaçları benim için açıktı. Birisi, diğerine üstün gelmek istiyordu.

Bu farkındalık, bana küçük yaşta çöktü ve bir daha peşimi bırakmadı. Eklerlerimi yaparken ara sıra unuttuğum oluyordu ama genellikle, zihnimin arka tarafında bir yerlerde, çöreklenmiş şekilde beklerdi. Pardon, farkındalığı tam açıklamadım sanırım. Fark ettiğim şey, insanların birbirini ezmek istediğiydi. Belki de bunu, bu kadar açıkça belirtmemeliydim ama söyledim işte! Bunu başka birisi görse, büyük ihtimalle cıngar çıkarırdı.

Ne o? Bu kadar sığ bir laf kullandığım için bana kızdığınızı duyar gibiyim ama kullanmak istiyorum ve beni veya eklerlerimi engelleyebilecek birisi yok. O yüzden, istediğimi yazacağım!

Özür dilerim, ne olur beni terk etme. Seni de kaçırmak istemem. Sadece…

o kadar yalnızım ki. Beni aşağıladılar, eklerlerimi alıp yere attılar ve üstünde dans ettiler. Karbonhidrat Beyinli derlerdi bana, onlar kadar zeki değilmişim. Bu yüzden, tartıştıkları şeyleri anlamıyormuşum. Bu yüzden, onlar gibi, derslerle ve çalışmalarla ilgili değilmişim. Oysa, ilgimi çeken şeyler yok değildi. Bir keresinde, hocamızın farklılık yapası tutmuş ve sınıfta, yemek pişirmeyi göstermişti. Bu kadar vulgar -evet, onların kelimelerinden birisi!- bir şeyi neden yapmış olduğunu bilmiyorum. Yine de yaptı.

Ateşin nasıl yakılacağını sorduğunda, herkes sus pus oluverdi. Oysa ben fırladım ve hayatımda ilk kez, bir soruyu yanıtladım. Nasıl da gözleri büyümüştü herkesin. Ben, gerizekalı, Karbonhidrat Beyinli, onların bilmediği bir şeyi biliyordum. Bunun, bir şeyleri değiştirebileceğini düşünmüştüm. Yüzüme bir gülümseme yayılmış ve sonunda, bir işte başarılı olduğumu fark etmiştim. Yanılıyordum, mutlu olmama izin verilmeyecekti.

Ertesi teneffüste, her zamankinden daha fazla üstüme geldiler. Etrafımı çevirdiler.

Karanlıktı.

Beni saran et halkası, güneşi kapıyor ve etrafımdaki oksijen azalıyor. Nefes almakta güçlük çekiyorum, görüşüm kararıyor.

Yüzleri göremiyorum. Koyu bedenler, birbirine karışıyor ve her şey bulanıyor. Gülümsemeleri seçebiliyorum sadece: karaltıların ağzına oturmuş gülümsemeler. Bu gecenin içindeki tek beyaz şeyler onlar, oysa en acıtanları…

Onlar oksijeni çalma gücüne sahipti ve bunun, iz bırakmayan bir şey olduğunu biliyorlardı. Karşı koyacak ne bir gücüm, ne de cesaretim vardı. Neyse ki, bir süre sonra dağıldılar ve rahat bir nefes alabildim.

Ben…

Bunu dersem kendimi affedebilir miyim?

Olsun, yine de diyeceğim.

Ben, onlara özenmiştim. Bütün çarpıklıkları içinde de olsa, bir aradaydılar. Tartışıyorlar, birbirlerine laf sokuyorlar, gülüyorlardı. Buna özenmiş olmam, affedilemez bir şey mi, gerçekten?

Onlara imreniyorum.

Çok dağıttım her şeyi! Azıcık toparlayayım ve ilginizi çekecek bir şey diyeyim. Bu durum sonsuza kadar sürmedi. Bir yerden sonra, benim de bir gücüm olduğunu öğrendim. Buna, özel bir şey denilebilir mi emin değilim ama unlu mamüllerle aram her zaman iyi olmuştu. Evet, bazılarınız tahmin etmiştir. Eklerler benim gücüm haline geldi. İlk özel eklerimi yaptığım anı çok net hatırlarım.

Sekizinci sınıftaydım ve eve dönüyordum. Her zamanki gibi, çınar ağaçlarıyla döşeli caddede ilerlerken, elli metre ötemde birisini gördüm. Benim okulumun üniformasına sahipti. Oldukça ilginç bir durumdu çünkü okul, saatler önce bitmişti. Benim dışarıda olmamın tek nedeni de, alışverişten dönüyor olmamdı. Normalde, mahalledeki çocuklar bu saatlere kadar tek başlarına bırakılmazlardı.

Elimde poşetlerle ona yaklaşırken, sınıfımdan birisi olduğunu gördüm. Adı Berkecan’dı. Geleneksel ve herkesin sevdiği bir isim. Benim adım olan Ahmet gibi çıkıntı bir şey değil.

“N’aber?” diye seslendim ona, aklımda bir plan şekillenirken.

“Ah,” diye beni karşıladı “Bizim Karbon-kafa değil mi bu? Napıyorsunuz bu saatte?”

“Hiç,” diye yanıtladım, bir elimi, cebime sokarken “Aklıma bir tez gelmişti sadece.”

Gözlerini kocaman kocaman açarak bana baktı ve ardından kahkayı patlattı. Bir beyefendi gibi kendini durdurmaya çalışıyor ama bunu başaramayarak, daha da katılıyordu.

“Sen…” dedi, elini omzuma koyar ve gözlerinden akan yaşı silerken “… sen mi düşündün?”

Sadece sırıttım ve uzattığım kolumun işaret parmağıyla, gökyüzünü işaret ettim. Gözlerini, yavaş yavaş, kara göğe çevirirken hala sırıtıyordu. Bir kaç saniye içinde, onun yerini dümdüz bir ağız almıştı. En sonundaysa, geriye doğru yalpalayarak, parmağını bana doğrulttu.

“SEN!” diye haykırdı fakat sesi titriyordu “Bu… buna cüret edemezsin!”

İstediğim şeyi elde etmiştim: bembeyaz bir yüz, korkudan küçülmüş gözbebekleri, akları iyice seçilen, sonuna kadar açılmış gözler.

Hala yukarı çevrilmiş olan kolumu yavaşça, parmağım ona doğrulmuş şekilde, yere doğru indirdim. Tam başının üstündeki hizaya gelince durdum.

“Seni haddini bilmez!” diyen çocuk, bir kaç metre ötede, elini bana doğrulttu.

Avucunu bir pençe gibi kapadı ve boğazımın sıkıştığını hissettim. Gözlerimde yaşlar toplandı ve neredeyse ezilecek boğazım yüzünden, az kalsın yere kapaklanıyordum. Ancak isyan eden bedenimi dinlemedim ve tek bir kılımı bile kıpırdatmadan, gülümsemeye devam ettim. Ardından, yavaşça parmağımı aşağı indirdim.

Gökyüzünden inerek, sınıf arkadaşımın başının üstünde bekler konuma geçmiş kızgın ekler, daha da alçalmaya başladı. Aşırı ısınmış tatlı, beyaz beyaz parlıyordu. Hatta koyu gecenin içinde, tek beyaz şey oydu.

Arkadaşımın yüzüne yaklaşırken, yüzünde beliren ter tanelerini seçebildim fakat uzun sürmedi. Akkor gibi ekler, ağzına yapıştı ve insan etini kavuran cızırtı, kulaklarıma çalındı.

Normalde ses çıkarmamaya karar vermiştim fakat bir kaç küçük kikirdeme kaçtı ağzımdan. Gecenin içinde duyulan tek ses bu ve çocuğun boğuk bağırışlarıydı. Susturulmuş iniltileri çok fazla yayılmıyordu çünkü ekleri, boğazından içeri doğru yönlendirmeye devam etmiştim. Ellerini ve kollarını savuruyor, ağzına soktuğu parmaklarıyla onu yakalamaya çalışıyordu.

Ancak bu kadar betimleme yeter. Ben bir manyak değilim ve insanları, gereksiz şiddet açıklamalarına maruz bırakacak değilim.

Şaka şaka! Onun inlemelerini dinlerken ne büyük haz aldım! Yerleri tırlamıyor, gözlerinden yaşlar boşanıyordu! Benimle dalga geçen aptal yüzü, neredeyse yemek ve soluk borusuyla beraber erimiş, ifadesi kaymıştı! Ancak gözlerinde hala canlılığın kıvılcısı duruyordu.

Yanına gittim ve yüzünde belirmiş teri, ona ekleri yönlendirmiş olduğum parmağımla, şöyle bir sıyırdım ve yemeğinin tadına bakan bir şef misali, parmağımı ağzıma soktum.

“Cık cık cık…” diye salladım parmağımı, sağa sola “Ayarı tutturamamışım, çok tuzlu olmuş. Bir dahaki, umarım daha iyi olur.”

Biraz daha kıvranması için bir kaç dakika daha bekledikten sonra, parmağımın tek bir şıklamasıyla, ekleri içinde patlattım. Krema, çoktan delinmiş midesinden saçılarak, bütün bedenine yayıldı. Akciğerlerinin söndüğünü, gelen hırıltıların kesilmesinden anladım.

Bir an için, aklıma, onu yeme fikri gelmişti ama geçip gitti. İlk insan tatlımı yapmış olabilirdim ama benim damağıma uygun bir şey olduğunu sanmıyorum. En azından, o zamanlar için böyle düşünüyordum. Şu anda, daha açık fikirliyim. Şimdiden, ülkemin nüfusunun yarısını yok etmiş durumdayım. Eklerlerimi durduracak güce, ne bu diyarda, ne de başkasına hiç kimse sahip değil! Öyleyse neden tatlılarımı yemeyeyim, değil mi?

Ne, hikaye daha sürecek miydi? Hayır, benim istediğim zaman biter. Ekler gücüm, o kadar insanı öldürmeye yetmez mi? Yazdıklarımı daha dikkatli oku lütfen, herkese yetecek kadar çeşidim var. Görüşmek üzere veya görüşmemek üzere. İstersem uğrarım, hadi öptüm!

Blogda okumak için tıklayın.

1 Beğeni

Keyifle okudum. Basit ve sade bir hayal urununden guzel bir oyku olusturmussunuz. Zaten paragraf ve noktalamaya olan ozeniniz okuyucu deneyimini guzellestiriyor ve oykulerinizin diger degerli oykuler arasindan bir puan onde baslamasini sagliyor. Gorsel albeni guzel icerikle birlesince oykunuzden oldukca keyif aldim. Ilginc basligin da etkisiyle toz pembe baslayan bir oyku bir anda bir cinayet sahnesine donustu. Sag gosterip sol vurmussunuz. Elinize saglik. Calismalarinizin devamini dilerim.

(Telefondan dogru yazdigim icin bazi Turkce karakterleri kullanamiyorum. Kusura bakmayin.)

1 Beğeni

Tekrar çok teşekkürler :slight_smile: Bu yazı aslında biraz yaratıcı yazma seansı gibi oldu. Her şeyi kafamda planlamamıştım ama çıkan üründen memnun kaldım. Teknik detaylara da dikkat ediyorum çünkü -özellikle gizem yaratmak istediğim anlar haricinde- kafamdakini, olabildiğince net aktarmak isterim. Biraz da, yıllar boyu felsefe kitapları okumanın getirdiği bir şey :smile: