Bir Whovian olarak yılbaşı gecesi Instagram’da yeni sezonun başladığı haberini görmüş olsam da bölümü ancak bugün izleyebildim. Bu zaman bulamamaktan kaynaklı bir şey değildi maalesef.
Dizinin daha çocukken izlediğim ilk bölümü birinci sezonda Rose’un babasını kurtarmaya çalıştığı bölüm olsa da seriyi aşağı yukarı yedi senedir takip ediyorum. Kitapları, dizisi, TV filmleri ile, kısacası dilimize kazandırılmış herşeyi ile takip etmeye çalışıp, sadece Doktor’a değil, yarattığı modern mitlerle evrenine de büyük bir hayranlık duyduğum harika bir yapımdı.
Her sene heyecanla yeni sezonun çıkmasını bekler, sürekli haber sitelerinde yeni sezonla ilgili haberler arardım. Dizinin bazı anılardan dolayı bendeki yeri çok ayrıdır. O zamanlar İngilizce bilmememe rağmen yeni bölümler yayınlandığında bazen çeviriyi bekleyemeden İngilizce olarak bölümü izleyip birkaç saat sonra altyazılı olarak tekrar izlediğim olurdu. Yapılan işler zaman zaman kötü olsa da sırf evrenine ve Doktor’a olan sevgimden dolayı hiç yorulup sıkılmadan takip eder, her bölümü heyecanla izlerdim.
Bu yıl yeni sezon haberlerini takip etmek bir yana yeni bölüm yayınlandı haberini gördüğümde kılım dahi kıpırdamadı.
Geçen sezon çıkan haberler ve fragmanlardan sonra on birinci sezonun kötü olacağını tahmin etmeme rağmen belki yanılıyorumdur, önyargılıyımdır umudu ile hikayenin devamlılığını da bozmamak için seriyi izlemeye devam ettim; yanılmamıştım. Bütün sezon boyunca ne on yıldır hayran olduğum modern serinin havası ne de elli küsür yıllık Doktor Who’nun bilindik havasından eser yoktu. Rejenerasyon ile Doktor’un sadece cinsiyeti değişmemişti, elli küsür yıllık karakter gelişimi de komple çöpe atılmıştı.
Sadece zekası ve sonik tornavidası ile orduları dize getiren, tanrılar ve şeytanlarla savaşmış, sırf adının anılması ile savaşlar bitirmiş, evrendeki en zeki ve en bilge yaratıklardan biri olan Doktor gitmiş, yerine bin dokuz yüz ellilerin ırkçı Amerikan polislerinden kaçıp saklanan, çevresinde yaşanan hiçbir şeyden haberi olmayan, gördüğü şeyler hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan, sürekli korkak bir ifade takınmış, arada eski Doktor’ların cacthfraze’lerini tekrar eden saçma sapan bir karakter gelmişti. Ne Doktor’un kurnazlığından, ne hareketliliğinden, ne gözlerine ve sözlerine yansıyan, esprilerle kapatmaya çalıştığı, yaşadığı binlerce yılın getirdiği acı ve yorgunluktan, ne de keskin zekasından geriye hiçbir şey kalmamıştı.
On ikinci sezonunun birinci bölümü de bundan farklı değildi.
Söylenenin ve söz verilenin aksine ne karakterlerde bir düzelme vardı ne de hikayede. Doctor Who ile bütünleşemeyen ağır ve karanlık renkler, bu karanlık renklerle bütünleşmeyen turuncu tonlar ve CGI’lar, konuşmalardaki yapaylıklar ve eksiklikler, kötü oyunculuklar, kötü çekimler, gereksiz sahneler, gereksiz uzatılmış, üçüncü sınıf aksiyon filmlerini aratmayan ama gerek kullanılan renkler ve müzikleri ile bir korku/gerilim filmi havasında çekilmiş sahneler ve tekrar çok kötü oyunculuklardan hiçbir şey kaybedilmemiş. Bölümde sürekli bir dram havası var ama ortada bir dram yok!
-Buradan sonrası bölüm hakkında spoiler içerir!
On ikinci sezonun ilk bölümü olan Spyfall: Birinci Kısım isimli bölüm, art arda gelen gergin suikast sahneleri ile başlıyor. Duvardan çıkan hayaletimsi bir yaratığın üç ayrı sahnede üç ayrı casusa saldırmasına izliyoruz. Sahnelerdeki müzikler ve oyunculuklar kötü, koyu renkler hakim.
Ardından Doktor’un yol arkadaşlarını, ailelerine ve arkadaşlarına bahaneler uydurarak seyahat için hazırlanırken izliyoruz ama suikast sahnelerinde hissedilen gerginlik ve koyu tonlar, sahneler ve mekanlar değişmemiş gibi bu sahnelerde de devam ediyor. Her bir sahnenin sonunda MI6 ajanları Doktor’un yol arkadaşlarını almaya geliyorlar. Sıra Doktor’a geldiğinde Jodie Whittaker yine Doktor’dan uzak kötü bir oyunculuk ile rahat bir şekilde görünmeye çalışsa da gerek kötü senaryo, gerek devam etmekte olan gergin müzik ve sahneye hakim koyu tonlar ile daha ilk sahnesinde çuvallıyor. Tardis’e bakım yaparken telefonda açıkça yol arkadaşlarından biri ile konuşmasına ve “hepinizi mi?” diye sormasına rağmen telefonu kapatır kapatmaz kapısında beliren kişilere yüzünde açık bir gerginlik ifadesi ve sesinde ifadesine uyumsuz saçma bir rahatlık ile hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi arkadaşlarımı bekliyorum diyor. Ardından Graham, arabadan kafasını uzatıp “En kötü Uber!” diye bir espri yapıyor ama espri devam eden gergin müziğin ve koyu havanın arasında kaybolup gidiyor.
Arabada devam eden aksiyon sahnesinde Doktor, senaryoda arkadaşlarını rahatlatması için yazılmış olması gerektiğini düşündüğüm kötü bir diyaloğu tam tersi bir şekilde gergin bir ifade ve ses tonu ile oynuyor. Burada yine bir umut Doktor’un pişkinliğini ve cesaretini görmeyi bekliyorum ama hayal kırıklığı devam ediyor çünkü hem kötü oyunculuk devam ediyor hem de sahneye yine gerilim müziği ve koyu tonlar hakim. Graham yeniden sahneyi kurtarmaya çalışıyor ama başarısız oluyor. Sahne Doktor’un çaresiz ve pasif kaldığı, Amerikan aksiyon filmlerini andıran bir aksiyon ile devam ediyor. Doktor sahnenin sonunda ayna kullanmayı akıl ederek son anda arabayı durduruyor ve kendilerini kaçıran adamın yanına gidiyorlar.
Burada da koyu ve boğucu renkler, yapay ve Doctor Who havasından uzak diyaloglar ve kötü çekim açıları hiç hız kaybetmeden devam ediyor. Suikaste uğrayan insanların ajan olduklarını ama ölmediklerini, DNA’larının değiştiğini öğreniyoruz. Doktor daha önce doğa üstü bir şey görmemiş bir tıp doktoru gibi korku ve şaşkınlıkla bunun imkansız olduğunu geveliyor.
Brian ve Yasmin saldırıların arkasında olduğundan şüphelenilen kişinin işyerine giderken Doktor da eski bir arkadaşı olan O isimli MI6 ajanının yanına gidiyor. Bölümün başından sonuna kadar yukarıda saydığım bütün saçmalıklar hala devam ediyor; sürekli olarak korkmuş, pasif, çaresiz ve bilgisiz bir Doktor, her zamanki sıkıcılıkları ile Brian ve Yasmin, geçerken sete uğrayıp kamera karşısına geçmiş gibi duran Graham, yeni tanıştığımız ve bir figürandan hallice duran O isimli arkadaşın bu halleri bütün bölüm boyunca artarak devam ediyor.
Senaryonun da elle tutulur bir tarafı yok maalesef; ne akıllıca bir laf atma, ne de Doktor’u andıran zeki bir plan var. İngiliz aksanı ile oynanmış bir Amerikan aksiyonu izliyoruz bütün bölüm boyunca ve oyunculuklar çok kötü. Bu yüzden sahne analizlerini burada bırakıp son sahneye atlayacağım.
Bölüm sonunda O’nun aslında Usta “The Master” olduğunu öğreniyoruz. Usta hakkımda öğrenebildiğimiz tek şey O’yu kibrit kutusu kadar küçülterek yerine geçtiği ve bilinmeyen uzaylı casusları onun yönettiği. Usta, uçağın kokpitine bir bomba yerleştirip Doktor’a sonunda onu yendiğini ve bildiği hiçbir şeyin gerçek olmadığını söylüyor. Bu arada O’nun evinin uçağın yanında uçtuğunu görüyoruz. Belirtici hiç bir gönderme olmasa da sanırım ev Usta’nın Tardis’iydi. Bölüm uçak yere doğru çakılırken Ustaya dair hiçbir açıklama yapılmadan bitiyor.
Buradan Chris Chibnall’ı tebrik etmek istiyorum: O’nun aslında Usta olması ve buna sadece bir yerde “Spymaster” diyerek gönderme yapması gerçekten de çok zekice bir twist Chris Chibnall, tebrikler! Hele Doktor’un bu olağan üstü yaratıcı göndermeyi anlamayıp, O’nun Usta olduğunu iyi bir koşucu olmadığını söylediğinde anlaması ise tam da Doktor’un zekasına ve gözlem yeteneğine uygun bir durum, çok usta bir yazarsın, bravo! Bölümde de bahsettiğin gibi sadece cinsiyet değişimi yaparak Doktor’u bir üst modele güncellemişsin!