Hep denk gelmişizdir. Romandaki karakterin acayip bir şekilde gerçeği yansıttığını, yer verilmiş duyguların bizleri ne kadar heyecanlandırdığını, hüzünlendirdiğini ve mutluluk verdiğini. Peki bu yazarların bu kadar gerçekçi yazmasının arkasındaki sır perdesi ne? Karşısındaki okuyucuyla empati yapma yeteneği mi? Derin bir hayal dünyasına sahip olması mı? Yoksa yaşadığı acı verici hayatı mı?
Çoğu yazarın geçmişte bıraktığı acılı yaşam, yılların ilerleyen zamanlarında başarılı romanlar yazmasına vesile olmuştur. Örnek verecek olursak insan ruhunun psikologu olarak methedilen Dostoyevski;
Sarhoş ve sürekli şiddete başvuran bir babaya sahipti, annesi ise geçirdiği bir hastalıktan dolayı ölümden kaçamadı. Çocukluğunun baharında tek başına bir hayat geçirdi. Sara ve depresyon onu bitmek bilmeyen bir mücadeleye sürükledi. Yaptığı bir suçtan ötürü ölüm cezası, Sibirya’nın Omsk bölgesinde dört yıl ağır hapse ve er rütbesiyle dört yıl askerlik hizmetine çevrildi.
Franz Kafka; 6 çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olan Kafka’nın iki erkek kardeşi bebekken ölüyor ardından üç kızkardeşi nazi zulmünde vahşice öldürülüyor. Sefalet içinde hayatını sürdürmeye çalıştığı yıllarda en güzel eserlerini bizlere bırakıyor.