1.Bölüm - Doğum Günü Çocuğu
Toorahudli’de işten kaytarmak için fevkalade bir yaz sıcağı vardı; gökyüzü çıplak ve pürüzsüzdü.
Nivt, hanın arka tarafında duran at arabasından bir bir fıçıları indiriyordu. Sonuncu fıçının ardından gözlerinin önüne düşen saçlarını eliyle kenara attı; kumral saçları yaz boyunca güneş gördüğünden dolayı açılmış, ona farklı bir hava katmıştı.
Gynuim hanın arka kapısında belirdi. ‘‘İşin bitti mi?’’
Nivt öne doğru bükülmüş, fıçılardan birine dayanmışken doğruldu. ‘‘Evet, baba.’’
Gynuim babacan ve sert ifadesini bozmadan, ‘‘Sıra içerideki işlerde,’’ diye buyurup kapıyı kapattı.
Nivt bitap bir iç geçirdi. Babası zor bir adamdı.
Genç çocuk yorgun argın ayak sürüyerek hanın arka kapısından girdi.
İçerisi karanlıktı. Duvarlardaki ateş fenerleri yanmıyordu.
Nivt miskin miskin bakındı. Fazlasıyla sessiz, diye düşündü.
Koridoru dönüp ortak salona adım attığında etraf aniden aydınladı.
Salonda, ‘‘İyi ki doğdun, Nivt!’’ diye hep bir ağızdan büyük bir gümbürtü koptu.
Nivt gerisingeri adımlarken nefesi kesilir gibi oldu. Ardından şaşkın bir halde salona göz gezdirdi. Köy ahalisinin birçoğu buradaydı: Hürmet ettiği büyükleri, arkadaşları, ve… Aelien.
Nivt kaşlarını çatarken ağzında ufak bir tebessüm oluştu. Tabii ki. Bugün 15. yaş günüydü. Nivt için hayat o kadar yoğun geçiyordu ki günleri bile saymayı bırakmıştı. Aslında han yoğun değildi. Babası için hiçin azıcık üstüydü; fakat babası, Nivt’e her gün ağır işler veriyor, onu bir yük eşeği gibi çalıştırıyordu.
Mniem kalabalığın arasından öne çıktı. Kollarını iki yana açtı ve sevgi köpüren bir gülümsemeyle oğluna sarıldı. Oğlunun alnına koca bir öpücük kondurdu. ‘‘Günler sanki bir ışık,’’ dedi duygu dolu bir gururla.
‘‘Kızlarımızla konuşmasına izin veremeyeceğimiz yaşa geldi,’’ deyince kalabalıktan biri, ahali geniş geniş kahkahalar attı.
Mniem, Nivt’in önünden çekilip kalabalığı görmesi için yer açtı.
Gynuim kalabalığın çevrelediği dairenin ortasına adım attı. Yaşını almış olmasına rağmen yağız bir delikanlının heybetini taşıyordu. Yüzünde her zamanki müşkülpesent ifade vardı.
‘‘Nivt,’’ diye seslendi Gynuim, gür sesiyle. ‘‘Eğer birbirimize sarılırsak, ikimiz de garip hissedeceğiz. Ayrıca kalabalığın alaycı sözlerine maruz kalacağız.’’
Nivt aşağı yukarı kafa sallarken gülümsedi.
Gynuim birkaç adım attı ve oğlunun karşısında dikildi. Oğluyla göz göze geldi. Güçlü kollarını kaldırdı ve oğluna sıkı sıkıya sarıldı. ‘‘Bu seferlik eğlenmelerine izin verelim,’’ dedi, sesini ahalinin duyacağı şekilde yükselterek.
Nivt’in başı babasının göğsüne dayanmışken, babasının göğsünün bir hancıya göre fazlasıyla sıkı olduğunu fark etmişti. Birazcık imrendiği söylenebilirdi.
Dazlak başlı demirci Bidin, ‘‘Asık suratlı hancımız pek yufka yürekliymiş,’’ diye atıfta bulundu muzip bir tonlamayla.
Huysuz Nene Yvelin bastonunu bir kez yere vurduktan sonra Gynuim’e doğrulttu. ‘‘Büyüklük taslamana zaten hiçbir zaman inanmamıştım, küçük taşaklı hancı.’’
Ahali, Nene Yvelin’in sözlerine hep bir ağızdan gülüşürken dağılarak boş masalara yerleşti.
Gynuim, Nivt’i omuzlarından kavradı ve onu ciddi gözlerle süzdü. ‘‘Bir sürprizim var, evlat.’’
Nivt yutkundu. Bugün özel bir gündü kendisi için. Hanı Nivt’e mi bırakacaktı? Ya da ona başka bir han, şehre yakın, belki şehrin içinden bir han satın almış olabilirdi. Rutin yaşantıdan kaçıp kurtulabilirdi. Münferit bir yaşam sürebilirdi. Şövalye olmasına da izin verebilirdi. Ah… Şövalye olmak… Şövalye olmaktan ziyade, Nivt her zaman kahraman olarak görülmek istiyordu. Kılıç kullanmayı öğrenip, birileri için kahraman olabilirdi.
‘‘Evet?’’ dedi Nivt, heyecanlı gözlerle beklerken.
Gynuim önlüğünün cebindeki el bezini alıp usul adımlarla barın arkasına geçti. ‘‘Bugün bütün biralar bizden.’’
Nivt bezgince iç geçirirken gözlerini yuvarladı.
Mniem oğlunun yanından geçerken dirseğiyle dürttü. ‘‘Surat asma, baban dün gece yüzünden bugün normalinden fazla huysuz.’’ Bar tezgahının üzerindeki bira dolu tepsiyi aldı, kocasına müstehzice sırıtırken masalardan birine yollandı.
Gynuim kafasını iki yana sallayarak eşinin imâlı sözlerini duymazdan geldi. ‘‘Bugün senin günün.’’ Elini ortak salondan taraf savurdu. ‘‘Bunlar da doğum gününü kutlamaya gelen bir diğer ailen. Onlara içki ikram etmek senin sorumluluğun.’’
Gün ışığının azade ışıltısı solmuş, ne idüğü belirsiz bir adamın kara bakışlarını taşıyan gökyüzüne bırakmıştı yerini.
Nivt, bar tezgahının önündeki taburelerden birine çökmüştü. Nihayet soluklanabilecek fırsat bulabilmişti. Fakat mutluydu. Köy ahalisi işini gücünü bırakmış, onun için toplanmıştı. Şehirden uzak, geçimini sağlayabilmek için tüm gününü işine harcayan taşralılar için büyük bir fedakarlıktı.
Nivt, Aelien ile sadece selamlaşma fırsatı bulabilmişti.
Aelien… teni bir portakal kabuğunun içi misali yoğun beyazlığa sahipti. Üzerindeki tek parça kıyafet maviye çalan gri bir tondaydı ve teniyle müthiş bir uyum yaratıyordu. Yeşil gözleri el değmemiş sazlıklar kadar yoğundu. Çene ve elmacık kemikleri kaba olmayacak biçimde belirgindi. Sağ omzunun üzerinden sarkıttığı koyu-kumral saçları ise bir kahve tohumunu andırıyordu. Aelien… Nivt için böyle özetlenebilirdi.
Nivt dirseğini tezgaha dayamış, çenesini avucuna yaslamış yorgun bir halde ortak salonda göz gezdiriyordu. Kalabalık epey azalmıştı. Kalanların ise keyfi yerindeydi; gülüyor, eğleniyor, birbirlerine yaşadıkları gündelik olayları anlatıp, havadan sudan konuşuyorlardı.
Bir de yabancı vardı handa. Karanlık çökmeye yakın gelmişti. Kimseyi selamlamadan bar tezgahının en uç noktasındaki uzun bacaklı tabureye oturmuştu. İkinci birasını yudumluyordu. Üzerinde kara bir palto vardı. Boyu uzun, saçları ve sakalları dağınıktı.
Nivt, Aelien’i gördüğünde taburesinde doğruldu. Aelien munis bir gülümsemeyle Nivt’in hemen yanına oturdu.
Aelien yüzünü perdeleyen saçlarının ucundan kavrayıp omzunun ardına koydu. ‘‘Bugün doğum günün, ama ne dinlenecek ne de sohbet edecek fırsat bulabildin.’’
Nivt, bitkinliğini açıkça belli eden bir tebessüm edip kafa salladı. ‘‘Gerçekten öyle. Dinlenmek için vakit bulmuş olmam senin adına iyi oldu. Benimle sohbet edebilmek için fırsat kolluyordun.’’
‘‘Hiç de bile!’’ diyerek çıkıştı Aelien. ‘‘Hem bana nasıl baktığını gördüm. Sen de fırsat kolluyordun.’’
Nivt gülümsedi. ‘‘Eh, bunu inkar edemem.’’
Aelien bir Nivt’e bakıyor, bir gözlerini kaçırıyordu. Ağzı bir şey söylemek üzere açıldı, fakat sonra tekrardan düz çizgi halini aldı. Ortak salona doğru döndü ve saçının bir tutamını işaret parmağında yuvarlamaya başladı.
‘‘Benimleyken bu kadar heyecanlı olduğunu diğerlerine belli etme,’’ dedi Nivt şaka yollu. ‘‘Yoksa benden hoşlandığını anlayabilirler.’’
Aelien iddialı gözlerle bakarken kaşlarını kaldırdı. ‘‘Kırmızı Tilki’de bana ne söylediğini haykırmamı ister misin?’’
Nivt’in sesi içine kaçıverdiyse de belli etmedi. Genzini temizledi ve düz bir ifadeyle omuz silkti. ‘‘İnkar ederim.’’
‘‘Ne olmuş? Sonuçta bu olay bir şekilde yayılacak.’’
‘‘Benim için sorun değil,’’ dedi Nivt, kendinden emin bir sesle. ‘‘Sen kaybedersin. O söylentiden sonra benimle yan yana gelmeyi göze alırsan, senin için de bir sorun yok demektir.’’
Aelien’in gözleri irileşti, kafasını öteki yana çevirdi, ‘‘Kirli oynuyorsun,’’ deyip somurttu.
Sen başlattın.
Aelien bir süre ortak salonu süzdükten sonra Nivt’e sokuldu. ‘‘Dışarı çıkabilir miyiz?’’ diye fısıldadı. ‘‘Hanına arka kısmına.’’
Birbirlerine çok yakınlardı. Aelien’in teninin kokusu, Nivt’in burnuna çalmıştı: taze çalı ve böğürtlen. Nivt başını çevirse dudağı Aelien’in dudakları ile buluşabilme ihtimaline sahipti. Ve bu düşünce, Nivt’i baştan çıkarmak gayretiyle zihnine saplanmıştı.
Nivt, Aelien’in kokusunun büyüsüne kapıldı; onu omzundan öpmek, arkasından sarılıp sarmalamak geçti içinden. Derin bir nefes verdi. Edepsizce bir düşünceydi. Lakin kötü niyetli değildi. En ufak bir kötü niyeti yoktu. O düş, cinsel arzularını tatmin etmesi için değildi.
Aelien daha da sokuldu.
Nivt, Aelien’in nefesini boynunda hissedebiliyordu.
‘‘Nivt,’’ diye fısıldadı Aelien, haz çağrıştıran bir tınıyla. ‘‘Çıkalım mı?’’
‘‘Ah…’’ diye bocaladı Nivt. ‘‘Olur.’’
Aelien handan çıktı.
Nivt ortak salonu süzerek etrafı yokladı; annesi sinsice gülümsüyordu. Konuşma boyunca annesinin izlediğini hayal etti. Yanakları kızardı. Kafasını yastığa gömüp haykırmak istedi. Sonra derin bir nefes aldı, barın arkasından bir mum alıp yaktı ve handan çıktı.
Nene Yvelin’in torunu Roi, yolun karşı tarafında ahıra büyük baş hayvanlarını sürüyordu; Nivt’i görünce duraksayıp el salladı. ‘‘Doğum günün kutlu olsun.’’ Hayvanları işaret etti. ‘‘Gelemediğim için gerçekten üzgünüm.’’
Nivt gülümseyerek el salladı. ‘‘Sorun değil.’’
‘‘Huysuz bunak ne alemde,’’ diye seslendi Roi.
‘‘Dinleyicilerini topluyor.’’
Roi başını hafifçe aşağı düşürüp kafasını iki yana salladı. ‘‘Bugünkü hikayeyi kaçıracağım.’’
‘‘Yani masalı,’’ diye karşılık verdi Nivt.
‘‘Doğru,’’ dedi Roi gülerek.
Tekrardan birbirlerine el salladılar ve Roi elindeki sopayla sıradan kopan hayvanları hizaya sokmak üzere işbaşına koyuldu.
Nivt yolun iki ucuna baktı: Sükut ve boş. Gökyüzü de benzer bir haldeydi… tam anlamıyla değildi de sanki; keyifsizcesine, haddinden fazla koyuydu bugün. Nivt böyle düşünüyordu ve bu düşüncenin düpedüz aptalca olduğunu kendisine söyleyerek hanın arka kısmına yollandı.
Nivt çitin kapısını açtı.
Hanın arka bahçesi geceden bile koyuydu. Gece, hanın arka kısmına kara bir leke çalmış gibiydi. Karanlıktan koparılmış bir parçaydı.
Nivt’in gözleri pabuçlarının ucunu görmüyordu. Mum tutan elini göğüs hizasında uzattı: At arabası halen oradaydı ama fıçılar gitmişti.
Babam boş durmamış belli ki.
Nivt, ‘‘Aelien,’’ diye usulca seslendi, birkaç adım ilerlerken.
Karanlığın içinde aniden biri belirdi.
Nivt korku dolu nidasını yutarak olduğu yere mıhlandı.
Siluet elinde bir kılıç tutuyordu ve kılıç, gecenin koyuluğunda çıplak bir kadının zarif hatlarını taşıyorcasına göz alıcıydı. Ancak kılıca da benzemiyordu; bir kılıçtan daha kısa, bir hançerden daha uzundu. Daha zarif. Kesinlikle zarif bir kılıçtı. Öyle ki duvara asıp, Krisehelot’un tuvaliymişçesine sergilemeye değer bir nitelikteydi.
Siluet karanlığın içinde üç adım daha atıp mum ateşinin yüzünü aydınlatmasına izin verdi.
‘‘Beni gerçekten korkuttun,’’ dedi Nivt, serzenişte bulunarak.
‘‘Biliyorum,’’ dedi Aelien muzipçe gülümserken. ‘‘Ayrıca kendimi bayağı havalı hissettim.’’
‘‘Öyleydi,’’ diye kabul etti Nivt ve gözlerini kılıca dikti. ‘‘Onunla ne yapacaksın? Ya da bana ne yapacaksın?’’
Aelien birkaç adım daha attı; kılıcı çevirdi ve iki avucunun üzerine koyarak Nivt’e sundu. ‘‘Ben değil, sen ne yapacaksın. Doğum günün kutlu olsun.’’
Nivt’in ağzı kıpırdandı ama ne söyleyeceği hakkında en ufak bir fikri yoktu; yutkunamamış, göğsü aniden sıkışmıştı. ‘‘Bu…’’ diye mırıldandı, ‘‘bana mı? Bunu kabul edemem, Aelien… Babamın ne düşündüğünü biliyorsun. Ve bu çok pahalı görünüyor.’’
‘‘Fıyatı seni ilgilendirmez,’’ dedi Aelien, munis bir şekilde çıkışarak. ‘‘Babandan saklamanın yolunu bulmak sana kalmış.’’ Kılıcı ve kını Nivt’in eline sıkıştırdı.
Nivt inanmaz gözlerle gümüşi kılıcı süzdü: Kabzası da gümüşiydi lakin daha parlaktı. Kılıcın tam ortasına denk gelen iki yüzünde yalağa benzer bir zanaat işçiliği vardı; hoş ve gösterişli bir detaydı.
Bir kılıca sahip olmak… diye coşkulu bir iç geçirdi Nivt. Şüphesiz heyecan vericiydi. Böylesi dilber bir kılıç… hayır. Kılıç değildi. Kılıçlar, zırhlar ve iyi bir şövalyenin sahip olması gerekenlerle ilgili ekipmanları bilirdi.
‘‘Kısa kılıçların çok çok eski zamanlarda yitip gittiğini sanıyordum,’’ diyen Nivt, Aelien’e söylemekten ziyade kendi kendine söylemişti. ‘‘Bunu nereden buldun?’’
Aelien ellerini arkada birleştirdi. Omuzlarını yukarı kaldırıp başını yana düşürdü. ‘‘Bu bir sır.’’ Gecenin koyuluğunda albenili bakıyordu gözleri. ‘‘Bir sürprizim daha var.’’
Nivt hafif bir tebessüm etti. ‘‘Artık hiçbir bir sürpriz beni bunun kadar şaşırtam-’’
Aelien bir adım attı, parmaklarının ucunda yükselip Nivt’in dudağına buse kondurdu. Sonra bir adım geri çekildi, sözcüklerin o anki duyguları ifade edemeyeceği azıcık duraksamanın ardından hızlı adımlarla Nivt’in yanından sıyrıldı. ‘‘İçeri geçelim, hava soğuk.’’
Nivt öylece kalakalmıştı. Yanılmıştı. Tuttuğu kısa kılıcı unutuvermişti ve neredeyse elinden kayıp gidecekti. İçi pırpır ediyordu. Dudaklarına kiraz yaprağı değmişti sanki. O ince, yumuşak dudaklar… bıraktığı etki… afallamıştı. Göğsünde bir fırtına kopuyordu ama o fırtına gün ışığının müşfik ısısından ve bir dudağın eşsiz dokunuşundan ibaretti.