Kimi No Na Wa adlı bir Japon yapımı animasyon filmi.
Konusunu okuduğumda beklentim çok yüksek değildi ancak izlediğimde beklentilerimi tamamen aştı.
Konusu:Hayatından pek memnun olmayan Mitsuha, etrafı dağlarla çevrili bir bölgede yaşar. Vali olarak çalışan babası seçim kampanyaları ile uğraşmaktadır. Evde kendisi, kardeşi ve büyükannesi dışında kimse yoktur. Kırsal kesimdeki yaşamından fazlasıyla sıkılan Mitsuha, Tokyo’da yaşamanın hayalini kurar. Mitsuha ile aynı yaşlarda olan Taki ise, Tokyo’da yaşayan bir gençtir. Taki’nin günleri çalışarak ve arkadaşları ile vakit geçirerek geçer. Ancak bir gün, rüyasında kendini dağların sardığı bir kentte yaşayan bir kız olarak görecektir. Mitsuha ise tam tersi, kendini Tokyo’da yaşayan bir erkek olarak. Birbirine yabancı bu iki genç, garip bir şekilde kendilerini, birbirlerine bağlanırken bulacaktır.(Beyazperde’den alıntıdır.)
Breakfast At Tiffany’s. Audrey Hepburn filmlerini izlemeye Roma Tatili ile başlamıştım bu film de en az onun kadar etkileyiciydi. İnsana çok şeyler kattığını söyleyemem ama biraz boş vaktiniz varsa, seçiminizi kaçıştan yana kullanmak istiyorsanız, hayatınızdan uzaklaşıp duygularınızı biraz da farklı şeyler için yormak istiyorsanız kesinlikle tavsiye ederim. Oyunculukları, müzikleri ve atmosferiyle oldukça beğendiğim bir film oldu.
‘‘Sen bir korkaksın, cesaretin yok. ‘Tamam, yaşam bir gerçektir’ demeye korkuyorsun. İnsanlar aşık olur. İnsanlar birbirlerine aittir. Çünkü gerçekten mutlu olmanın tek yolu budur. Kendine özgür ruh, vahşi yaratık diyorsun. Biri seni kafese tıkacak diye ödün patlıyor. Ama bebek, sen zaten kafestesin. Onu kendi ellerinle yaratmışsın. Ve o kafes Tulip, Texas veya Somali ile de sınırlı değil. Gittiğin her yerde. Nereye kaçarsan kaç, kendi içinde kaçıyor olacaksın.’’
bu konu 2 başlığa ayrılıyor kendimce:
En son izlediğim: solo (star wars)
Tekrar tekrar izlediklerimden en son izlediğim: HP ve ölüm yadigarları bölüm 1
The Fountain izledim. İzlediğim en güzel şeylerden biriydi.
Jungle vardı. Daniel Radcliffe var diye bir bakmak istemiştim. Konusu ilgimi pek çekmedi. Çok sıkıldım ve 40. dakikada bıraktım. Sonraki kısımlar heyecanlı mı bilemem ama 40 dakikası bayağı çöptü. Onu saymazsak Biraz geç de olsa Beauty and the Beast izledim. O eğlenceli ve akıcı bir şeydi. Beğenmeyenler olmuş ayrıca beğenenler de. Ben tam ikisinin ortasındayım. Vakit kaybı değildi ancak mükemmel de diyemem. Emma Watson’un oynaması gönlümü kazandırdı ama.
Evet Emma Watson’ı bende seviyorum ama oradaki karakterler biraz değiştirilmiş gibi geldi bana.
Kelebekler
Yönetmenliğini Tolga Karaçelik’in yaptığı absürt komedi film. Diyaloglar olsun, çekimleri olsun beni benden aldı. Daha önce de bu yönetmenin Sarmaşık filmini izlemiştim ve filmlerine kullandığı metaforlar farklı bir hava katıyor. Bazılarına ağır gelse de film kültürü yerleşen arkadaşların çok beğeneceğini düşünüyorum.
War of the Worlds’u izledim. Aslında bu ikinci izleyişim oldu. Filmle ilgili duygularım oldukça karışık çünkü Martian Attack ile birlikte çocukluk travmalarımdan biridir kendisi (ki Martian Attack’ı şimdi bile izlemeye cesaret edemiyorum). Çok küçük bir yaşta izlememden ötürü Dünyaların Savaşı’ndan deli gibi korkmuş ve uzaylı istilası içeren her eserle arama ciddi bir mesafe koymuştum.
Yeni atlattığım bu saçma duruma rağmen film yine de ürküttü biraz 
eğlenceliydi de. Filmin en kısa özeti ise şu olabilir sanırım: İki oksijen israfı çocuğumla nasıl hayatta kaldım?
I Kill Giants
Hala daha vizyonda olan güzel fantastik bir film. Aynı zamanda arkadaşlığı da işliyor. Ve en önemlisi Zoe Saldana yani guardians of the galaxy filminin Gamora’sı oynamakta ve öldü (Infınıty War) ayrıca geri gelmicek ve bu çok acı konudan saptım yine neyse filmi size öneririm ayrıca tüm Marvel filmlerini de öneririm sadece Antman çok başarılı değildi ama yine de izlemelisiniz.
Gamora geri geledek diye biliyorum ben
Taşlar yüzünden ölen herkes gelicek ama onun dışındakiler gelmicek diye duymuştum ama gelicekse aşırı mükemmel
Ready player one güzeldi; izleyin, izletin.
Paramparça - Aus Dem Nichts
Fatih Akın en sevdiğim yönetmenlerdendir. Film kötü değil, güzel ama bende çok iz bırakmadı.
Miller’s Crossing’i izledim. Dümdüz olmamış film. Coen Kardeşleri öven ne kadar insan varsa tamamen entelektüel görünmek için övdüğü kanısına vardım. No Country For Old Men’i de beğenmemiştim.
Deadpool 2 ve The Haunting (1963) ikisi de güzeldi.
Infinity War - Black Panther
The Chronicles of Riddick
Upgrade filmini izledim, güzeldi.
Detaylı incelememi buradan okuyabilirsiniz :
Selam, bende en son Gintama Live Action seyrettim. Çok güzeldi. Merak edenler için incelemesine bakabilirsiniz.
https://klavyeizi.com/2018/07/24/gintama-live-action/
https://klavyeizi.com/wp-content/uploads/2018/07/vlcsnap-00116.png
En son Lake Mungo adlı found-footage filmini izledim.Film klişe bir hayalet hikayesi olarak başlıyor.Bir ev,ailenin ölü bir yakını vb.Lakin film hayalet konusuna biraz daha dramatik açıdan yaklaşmayı seçiyor.İşte yakının ölümünün aileyi nasıl etkilediğini falan anlatacak diye düşünmeye başlıyoruz,biraz sıkılıyoruz,biraz tedirgin oluyoruz derken filmin bir kısmı geride kalıyor.Lakin bir yer var ki…Ben korku filmlerini pek seven biri değilim çünkü korkmam,küçükken izlediğim halka,elm sokağı kabusu harici korktuğum film hatırlamıyorum,ancak bu filmde bir sahne var ki.Şimdi düşününce bile tüylerim diken diken oluyor ve yönetmene şapka çıkarıyorum tüm filmi nasıl adım adım bu sahneye taşıdığını görünce.Sonuç olarak bence Lake Mungo daha iyisi yapılana dek türünün en iyisi.