Uzun bir süre önce yazıp bir kenara attığım kısa hikayem. Bunun gibi kıyıda köşede duran bir çok hikayem var ve onları da zamanla paylaşmayı düşünüyorum. İyi okumalar diliyorum.
Gölgeler İçinden Gelen
Gecenin karanlığı kaybolup, yerini yeni doğan güneşin loş ışıkları aldığı zaman, telefonun alarmı şiddetle çalmaya başladı. Alarm çalmaya devam ettikçe etti ancak Ron yatağından kalkıp alarmı kapatmadı. Sadece gözlerini açıp tavana bakmaya başladı. Öylece bakıyordu. Hareket edemiyordu. Ellerini veya bacaklarını oynatmaya çalıştı ancak oynatamadı. Kapının dışından sesler gelmeye başladığı anda, Ron’un beynine korku hançeri saplanmıştı. Saplanan bu korku hançeri zehrini Ron’un bedenine öyle hızlı yayıyordu ki, Ron yatağında titremeye başladı. Konuşmak için ağzını açtı ancak dudaklarının arasından ses yerine kuru sıcak hava, odanın tavanına doğru yükseldi.
“Hadi Kalk!” diye bir ses geldi içeriden. Annesinin sesine benzetti Ron ancak ses annesinin sesinden daha kalındı. O konuşan kişi annesi olamazdı. Ron’un bedeni kaskatı kesilmişti. Korkunun pençeleri, Ron’un kafasından aşağı omuzlarına doğru iniyordu. Hareket edemediğinden, derisi sanki demir parmaklıklar gibi onu içeriye hapsetmişti. Alnından akan terler asit gibi suratından aşağı süzülüyor, odanın sessizliği ise kulağını tırmalıyordu. Yeni doğan güneşin ışığı odaya değdiği zaman kapının dışından tekrar bir ses geldi, “Hadi Kalksana Oğlum!” Ardından kapı yavaşça aralanmaya başladı ve koridorun lambasından süzülen yapay ışık odaya nüfuz etti. Ron vücudunda sadece gözlerini hareket ettirebiliyordu ve bu son gücünü de, kapıdan içeri giren şey için kullandı.
İçeri giren şey, bir insan değildi. Uzun boyunun yanı sıra, vücuduyla orantısız bir şekilde sarkan kolları zemine temas ediyordu. Kafası normalden biraz daha uzun ve yüzünde ince bir çizgiden başka bir şey yoktu. Gözleri, burunu, kulakları hiçbir şey yoktu. Suratının ağız konumunda ki çizgi nahoş bir gülümseme yaratıyordu.
Suratında ki çizgi gerildi ve ağır ağır açılmaya başladı. Ağzının içi keskin dişlerden oluşuyordu. Dişlerinin arasından yılan gibi bir dil dışarı fırladı ve havayı yalayıp tekrar içeri girdi. Her bir adımında zemine değen tırnakları parkeyi çiziyor ve odanın korkunç sessizliğini bozuyordu. Ron, açılan ağzı gördükten sonra daha fazla hareket etmeye çalıştı ancak hiçbir şey işe yaramıyordu. En sonunda çırpınmaktan vazgeçti ve ağlamaya başladı. Ağladıkça gözlerinden aşağı damlalar süzülüyor ve gözünü bulanıklaştırıyordu. Gözlerini silemediğinden dolayı iyice bulanıklaşınca ağlamayı kesti ve gözyaşlarının tamamen kurumasını bekledi. Yaratık ise Ron’u izliyordu ancak ağlamayı kestikten sonra, biraz daha ileriye gelerek Ron’un hemen başucunda durdu. Uzun boylu olmasından dolayı tepeden bakan Yaratık, ağzını tekrar açtığında salyalar yavaş yavaş Ron’un suratına damlamaya başladı. Ardından Ron suratında feci bir yanma hissetti. Ron tekrar çırpınmaya başladığı sıra Yaratık, Ron’un üzerinde ki ince battaniyeyi bir çırpıda çekip fırlattı ve sonrasında üstüne çıktı. Uzun tırnaklarını Ron’un boynundan aşağı doğru gezdirdi ve tam kalbinin üzerinde durdu. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, Yaratığın parmakları yukarı aşağı hareket ediyordu. İnce ve sivri tırnaklarından birisini çaresizce yatan çocuğun derisine batırdı ve kan, tırnağın batırdığı yerden yavaşça akmaya başladı. Ardından batırdığı yerden aşağı doğru bastırarak derin bir kesik attı. Ron bunun gerçek olmadığını düşünmeye başlamıştı ama çektiği acı bir hayli gerçekti. Açılan derin kesikten bu sefer daha fazla kan akmaya başlamıştı. Bu sırada ise Yaratık o çirkin ağzını sonuna kadar açmış, akan salyaları ise Ron’un vücudunda kan ile birleşmişti. Yaratığın mide bulandırıcı kokusunun yanı sıra şimdi birde kan kokusu odaya hapsolmuştu. Ron artık çırpınmaktan vazgeçmiş, ölmek için veya uyanmak için, dua etmeye başlamıştı.
Yaratık zavallı çocuğun üzerine doğru eğildi ve dişlerini bir bir derisine geçirmeye başladı. Dişleri, keskin, sanki yüz kişilik bir ordu edasıyla sıralı bir biçimde dizilmişti. Spiral şekilde dizilmiş dişleri, bütün ağzı kaplıyordu. Damağı yoktu. Onun yerine keskin dişler dönerek boğazına kadar varıyordu. Dilinin altı da dişle kaplıydı. Dil direkt olarak boğazın içinden geliyor ve oraya geri giriyordu. Ron son bir kez dehşet bir acı hissetti ve gözlerini kapattı. Tekrar açtığında ise o kocaman ağzı tekrar gördü ancak dişlerin arasında gezinen et parçaları ve kalbin geri kalan kısmını görünce etraf birden karardı. Ölmüyordu. Ölemiyordu. Son bir kez tekrar bağırmayı denedi ve bu sefer başardı. Ses o kadar güçlü çıktı ki boğazı parçalanıyor sandı. Birden kendini yataktan aşağı fırlattı. Hemen elini göğsüne getirdi ve delik yoktu. Ayağa kalktı. Ellerini, ayaklarını, kafasını, her yerini oynatmaya başladı. “Oh be rüyaymış.” Diye düşündü. Boğazında ki çöl kuraklığını gidermek için masasının üzerinde duran su şişesine yürüdü. Masanın yanında duran pencereden içeri giren günün ilk ışıkları su şişesine çarptı. Ron, kafasını pencereye doğru çevirdi ve karşı yolda bekleyen adama gözü ilişti. Adam, orada otobüs durağı olmamasına rağmen sanki bir otobüs beklercesine sessiz ve hareketsiz beklemekteydi. Ron niyeyse adamın bu halini garip bulmuştu çünkü adam Ron’un penceresine bakıyordu. Ron perdenin arkasındaydı ancak adamın bakışları Ron’u perdenin arkasında bile yakalıyordu. Adamın kafasında bir kapüşon vardı ve ağır ağır onu indirmeye başladı. Ron’un vücudu sanki arkasından ölü bir adamın soğuk bedeniyle sarılmış gibi üşümüştü. Yine kaskatı kesilen bedeni, zorla o adamı izlettiriyordu. Adam kapüşonu indirdiği zaman Ron tekrar ağlamaya başlamıştı. Çünkü kapüşonu indirdiğinde, altında yine aynı yaratığı ve o iğrenç suratında ki, tek çizgiyi gördü. O iğrenç gülüşü.