Albert Camus - Veba
İçinde bulunduğumuz son iki yılda yeniden ünlenen bir roman, duymamak mümkün değil ismini. Camus benim en sevdiğim yazarlardan. Neden? Çünkü Camus aracılığıyla nitelikli ve derin edebiyatla tanışma şansı buldum. Yabancı üzerine okumalar yaparak felsefeyle ilgilenmeye başladım, bir çok Camus kitabını da edindim. Bu kitabı aslında bu kadar bekletmezdim yani, ama hypeının biraz azalmasını bekledim demem doğru olur. Salgın hastalıktan bahseden bir kitabı salgının tam ortasında değil de, şu günlerdeki gibi biraz daha sonlarında (umarım yani) okumayı tercih ettim, doğru karar olmuş bence.
Kitap Daniel Defoe’den bir alıntıyla başlıyor. “Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyler göstermek kadar mantığa uygundur.”
Daniel Defoe
Daniel Defoe’nun Veba Günlüğü’nü okumuştum geçen sene, o da hoşuma gitmişti. Camus de sanırım okumuş olacak ki ondan bir alıntı ile başlamayı uygun görmüş. Fakat bu noktada şunun farkına varıyoruz ki, Camus burada belki de veba diyerek bir hastalığı göstermekle beraber, başka bir hapsedilmişliği, belki de Nazi veya Fransız işgalini gösteriyor. Varoluşçuluk ile ilgilenenler bilirler, dünya savaşları bu gibi umutsuz felsefelerin doğumunun temel sebebidir. Fakat Camus ve Sartre felsefeleriyle dünyanın üzerindeki pesimist havanın ne kadar absürt olduğunu gösteriyorlar.
Tüm romanın merkezinde olan Doktor Rieux işte bu umudu en sağlam taşıyan kişilerden biri. Salgının sürdüğü aylar boyunca canla başla çalışan doktor, aslında kitaba başka bir açıdan da katkıda bulunuyor. Fakat orası spoiler olur geçelim. Benim dikkatimi çeken ilk ayrıntı; aynı bizim ülkemizdeki salgında da olduğu gibi yetkililerin başta tespit edilen şeye ismini koymaktan endişe duyması, ismi koyduktan sonra halka bunun çok da önemli olmadığını söylemeleri ve sonra iş ellerinde patlayınca şehri kapatmak zorunda kalmaları. Anlıyoruz ki, dünyada yönetimler bir gram bile yol alamamış, kendi iktidar arzuları için binlerce insanın canıyla oynamaya devam etmişler. Bir diğer ayrıntı ise ürünlerin tükenmeye başlaması, suçluların ve yasal kalpazanların karaborsadan para kazanmaya başlaması. Kitapta bu açıdan bitmek olgusu o kadar güzel aktarılmış ki. Aynı şekilde karantina başlayınca yaşanan ayrılık ve özlem duyguları da muhteşem yansıtılmış. Hepimizin deneyimlediği şeyler bunlar, ayrıntılı anlatmama gerek yok.
Biraz da kitaptaki yan karakterlerden bahsedelim, benim ilgimi aslında en çok bunlar çekti. İlki Grand, bir memur ve bir edebi eser yazıyor. Onun o eserde kelimlerle birer birer oynaması, başka hiçbir şey düşünmemesi, ölürken bile onunla ilgilenmesi o kadar etkileyiciydi ki. İkincisi Doktor Castel, bu doktor vebaya karşı bir serum geliştiriyor ve şehir dışından içeriye gelmesine izin verilen tek kişi de Castel’in eşi, ikisinin birbirini tamamlaması ve Castel’in serumunun başarısı da güzel bir ayrıntıydı. Cottard isimli karakter ise veba öncesinde suç işlemiş, veba sebebiyle hapse atılmaktan yırtmış biri. Vebanın devam etmesini isteyen tek kişi aynı şekilde. Cottard kaotik fikirleriyle renk katmış. Sırada benim favorim Tarrou var. Tarrou vebayla savaşmayı göze almış, yanlız yaşayan, savcı olan babasının evinden geçmiş bir sokak filozofu aslında. Kim olduğu pek bilinmiyor, fakat onun organizasyon yeteneğine çok güveniyorlar. Belki de kitaptaki en dramatik son da onun oluyor. Cottard’ın cümleleri ve konuşmaları o kadar doğru yere basıyor ki, bazenleri onun günlüğünden sayfalar da okuma şansı buluyoruz. Diğer bir karakter Rambert. Rambert şehirde kapalı kalmış yabancı bir gazeteci, aylarca şehirden kaçıp karısının yanına gitmek için uğraşıyor, bu fırsat eline geçtiğindeyse bir seçim yapması gerekiyor, mücadele ile kaçış arasında. Bahsetmeye değer gördüğüm son karakter ise Rahip Paneloux. Rahip halkın her felaket sürecinde olduğu gibi ilk başlarda yardımı tanrıda aramasını, sonrasında ise ilgiyi yitirmesini bize gösteriyor. Paneloux ve Rieux arasındaki din-bilim tartışması da bunun bir yansıması.
Karakterler, kurgu vs. açısından muhteşem bir kitap. Tam bir Camus romanı. Sadece bazen çok yorucu olabiliyor, yine de benim için akıcıydı, gündüz okumanızı tavsiye ederim. Bundan sonra Camus’nün yazdığı her şeyi okumaya devam edeceğimi adım gibi biliyorum.
9/10
(Oldukça güzel bir iki altıntıyı da eklemek isterim.
“Bir savaş patladığında insanlar, ‘Uzun sürmez bu, çok aptalca’ derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi.”
“Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.”)