Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Seri okuma bakımından beni hiç yormadı. Henüz hepsini bitiremedim ama okuduklarım beni layıkıyla memnun ettiler. Hangi kitabı elime alsam su gibi aktı gitti. İlk başlarda alıp almama konusunda epey bir tereddüt ettim ama iyi ki almışım diyorum şimdi. Bir fırsatınız olursa eğer almanızı tavsiye ederim. Özellikle de bu türü seviyorsanız. Gotik denilince insanların aklına bazen olumsuz şeyler gelebiliyor. Bu bağlamda ben İthaki’nin tabirini daha sempatik buluyorum. Karanlık demek daha olumlu bir çağrışım yapabilir belki.

2 Beğeni

Yürek Burgusu - Henry James

Normalde bir kitabı bitirmeden yazmayı sevmiyorum ama geç saatte başlamanın kötü yanı olarak daha fazla okuyamayacağım. (saat 3) Ama çok çok çok sevdim. Her anı gerilimli ve beni içinde hissettiren leziz bir öykü olmuş. Öyle ki kapağındaki resim bile ürkütmeye başladığı için ters koydum. Tam bir kış gecesi dışarıdan belli belirsiz sesler gelirken okumalık kitap. Ben Karanlık Kitaplık’taki her kitabı sevemedim çok ama buna bayıldım! Bitince bir daha editleyeceğim yorumu, şimdilik bu kadar.

4 Beğeni

Nihayet GRRM - Kılıçların Fırtınası’nı bitirdim. Yine şaşırtıcı olmayı başarmış. Sanırım serinin şu ana kadar ki en beğendiğim kitabıydı. Ne anlattığına gelince; artık uluslararası bir spoiler haline gelmiş okuyan okumayan herkesin bildiği gibi "öldü öldü öldü ve öldü…

Sırada Kelly Link - Tuhaf şeyler oluyor var

2 Beğeni

Uzaydan Gelen Konuk

Isaac Asimov dahil 8 yazardan toplam 9 öykülük bir derleme. Kitabın kapağında belirtilen Isaac Asimov yazısını görünce içindeki tüm öykülerin ona ait olduğu izlenimine kapılmamak gerek. :slight_smile: Şimdilik, İlk Temas, Kayıp Robot ve Uzaydan Gelen Konuk adlı öyküleri okudum. Asimov’un öyküsü İthaki BK serisindeki Ben, Robot kitabında da yer alıyor.

Kitap, gayet akıcı ve güzel. Tam bir uzay operası. :smiley:

9 Beğeni

Bir çizgi romanın daha sonuna geldim. Neil Gaiman kitabın hakkını fazlasıyla vermiş. Çizimler harika hikaye mükemmel. Kitap denildiği gibi 1602 yılında geçiyor ve Marvel karekterinin o zamanda işi ne diyebilirsiniz ama sonuna gelince o mantıklı açıklamayı buluyorsunuz. Okumak isteyenlere kitabı öneririm.

1 Beğeni

Batır Gitsin Derin Sulara - J. M. Legdard

Çok satar öğeler ile beslediğim okur algımı nasıl cezbetti bu kitap, anlamadım.

Ana roman kişileri: Afrika’da işkence gören bir gizli ajan ve okyanus bilimci bir matematikçi.

İkisi bir otelde tanışıyorlar ve birbirlerine karşı farklı bir şey hissediyorlar. Sonra yolları ayrılıyor. Biri derin sulara diğeri acı dolu bir coğrafyaya gidiyor.

İkisinin birlikteykenki hikayesini ve ayrı ayrı hikayelerini okuyoruz. Tüm bunların aralarına bilim, din, tarih ve mitolojiye dair metinler serpiştirilmiş. Bu metinler gayet kişisel olan bu hikayeyi daha evrensel algılamamızı sağlıyor.

Bir yandan ana hikayedeki merak unsurları (James kurtulabilecek mi? Danielle derin sularda ne bulacak?) sizi bağlarken diğer yandan durup düşünmenizi sağlayan bilgiler, meseller, meselelerle karşılaşıyorsunuz.

Aslında böyle bir toplamdan sıkılmam gerekirdi. Çünkü ne El Kaide kısmı bir casusluk romanı gibi işliyor ne de suların dibi bir macera gibi. İkisi de durağan akıyor ama yine de ben hevesle, merakla okudum. Kitaba fazla anlam yüklemek istemiyorum ama farklı bir metin okumak istiyorsanız tavsiye ederim.

Çeviri, edisyon ve kapak muazzam.

Gökhan Sarı muazzam bir çeviri yapmış. Eli, zihni dert bulmasın.

Editör: Ferhat Özkan
Kapak tasarımı: gray318

Not: Şu an filmini izliyorum kitabın, kitabın parçalı anlatımını toparlayıcı, ruhunu çok iyi yansıtan bir film olmuş.

4 Beğeni

Kapağında neden E.T. var acaba? Hikâyelerle alakalı bir şey mi?

2 Beğeni

Klasik reklam hamlelerinden işte. Popüler filmlerden karakterleri kullanarak ilgi çekmeye yönelik bir kapak tasarımı. Hani, bilimkurgu okumayanların da dikkatini çeksin hesabı bir şey.

3 Beğeni

Henüz E.T.'ye benzer bir uzaylı tanımına rastlamadım. Lakin @By_Karamsar’ın dediği gibi olabilir.

3 Beğeni

Birtakım sebeplerden dolayı uzunca süre foruma girememiştim. En son okuduğum kitapla dönüşümü yapmış olayım. Bu arada çok fazla kitap okumuş olsam da hepsini yazamayacağım ne yazık ki. O yüzden sadece daha bugün bitirdiğim Kazuo Ishiguro’nun Gömülü Dev’inden bahsedeceğim.

Hikaye Kral Arthur’un ölümünden sonra bir zamanda geçiyor. Şehrin üzerine çöken sis insanların geçmişlerini unutmalarına sebep oluyor. Kahramanlarımız Beatrice ve Axl hem geçmişlerini hatırlamak hem de oğullarının köyüne gitmek üzere yolculuğa çıkıyorlar ve bu yolda sir Gawain, savaşçı Wistan ve yaralı bir çocuk olan Edwin’le karşılaşıyorlar.

Orta dünyaya benzer bir ortam bekliyor bizi. Dişi ejderha Querig, hatıraları unutturan sis, dev yamyamlar, insanları ölüler diyarına taşıyan kayıkçılar gibi fantastik edebiyatta görebileceğimiz şeyler var. Yine de Ishiguro, okurlarının bu kitabı fantastik bir roman olarak görmelerini istemiyormuş. Şanslı ki öyle görüyoruz aksi takdirde içine her şeyden bir parça çalınmış bir roman olabilirdi ancak.

Bir yolculuk hikayesi fakat Ishiguro şehrin üzerindeki sisin dağılmasıyla anıların canlanması gibi sayfalar aktıkça hikayeyi açıyor bu da atmosferi ve sürükleyiciliği inanılmaz güçlendiriyor. Yine savaş, barış için ödenen bedeller, milli kimlik, sevgi ve intikam da Ishiguro’nun usta kalemiyle hikayeye dokuduğu temalar.

Güzel bir roman. Fantastik edebiyatta sıkça karşılaştığımız bir hikayeye sahip fakat Ishiguro’nun ustalığı, yarattığı evreni okuyucusuna hissettirebilmesi -ki bu da bir kalem işidir, betimlemelerin canlılığı, çarpışmaların vuruculuğu ve keskinliği romanı özelleştiriyor.

Çok keyifle okudum. İlk kez Ishiguro okuyacaklara bununla başlamalarını tavsiye ederim.

11 Beğeni

Çok garip bitti. Birazcık daha havada kalmasa daha mı iyi olurdu daha mı kötü onu da bilemedim. Yine de güzel.

4 Beğeni

Biz Hep Şatoda Yaşadık

Birinci tekil şahıs anlatımını gördüğümde içimde bir tiksinti baş gösterir. Iyy, derim birinci tekil şahısta yazılmış. Oldum olası bu anlatım şeklinden haz etmemişimdir ve bana okurken hep işkence çektirmiştir. Gelin görün ki Shirley Jackson beni şaşırttı. Tüm tiksintimi birkaç cümleyle sonsuzluğa gömdü. Bir daha böylesi güzel bir kullanımla karşılaşır mıyım, emin değilim. Kesinlikle övgüyü hak ediyor.

İlk sayfada yazarın biyografisi var ve daha onu bile okurken tüm söylenenlere nasıl sessiz kalmayı başarmış demiştim. Sonra kitabı okudum ve orada da benzer bir durum vardı. İçim içimi kemirdi. Bütün kasabaya iki çift laf etmek için deliriyordum. Psikolojiyi o kadar güzel ve farklı bir şekilde işlemiş ki hayran kaldım.

Karanlıklarla örtülmüş bu içe kapanık hikayeyi Mary Katherine (Merricat) Blackwood’un gözünden okuyoruz. Harika bir karakter, hayal dünyası, bakış açısı, tepkileri karakterin kendisine o kadar çok uygun ki ne desem boş. Julian amca ise hikayede çok güzel bir renkti. Onun geçmişe olan bu bağlılığı olmasaydı belki de bu hazin hikayeyi ayrıntılarına kadar anlayamazdık. Nedense okurken Constance Blackwood’u yazarın kendisine benzettim. Gerçi bu kanıya okuyan herkes varacaktır diye düşünüyorum. Okurken hep neden böyle olmuş, bu hale nasıl gelmişler dedim durdum. Sonra gizem perdesi yavaş yavaş aralandı ve işler karman çorman oldu. Birisi keşke Charles’ın suratına yumruğu vursaydı. İçimde kaldı resmen.

Çeviri yine çok güzeldi. Hiç hatasızdı. İyi ki Siren yayınları varmış ve iyi ki böyle bir kitabı okumuşum. Diğer kitaplarını da inceledikten sonra almayı düşündüğüm bir yazar oldu kendileri. Sanırım kitabın filmi de hazırlanıyormuş. Gerçi 2017 sonlarına doğru çıkacak denilmiş ama ben göremedim. Gören bilen varsa bilgi verirse sevinirim. Gerçekten izlemek isterim. Uyarlama filmler çoğunca hüsran olsa da o evi, o manzarayı güzel bir şekilde verirlerse sırf ortam için bile oturup izlemeye değer. Oyunculara şöyle bir baktım ama emin değilim. İçime sinmedi hiç. Makyaj ve sahne tasarımıyla nasıl olur bilemiyorum. Bana öyle geliyor ki oyuncuların ses tonları bile çok önemliymiş gibi sanki. Umarım hayal kırıklığı olmaz.

Arka Kapak Yazısı:

Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay… Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher misali pırıl pırıl romanda ters köşelerle örülü bir öykü anlatıyor, okura tuzaklar ve yanılsamalarla dolu bir zemin sunuyor. Biz Hep Şatoda Yaşadık , inişleri ve çıkışları, anlatımdaki mahir sıçrayışlarıyla Shirley Jackson’ın dehasını ortaya koyuyor; üstelik karşılaşacağınız en tuhaf ve cazip roman kahramanlarından biriyle, Merricat ile tanışmanızı sağlıyor. Merricat, onu mahvedecek hakikatlerin karşısında hayallerinin sayesinde dimdik duruyor, ne ki bazı hayaller, kâbuslarla koyun koyuna uyuyor.

Bugün Stephen King’den Neil Gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı Shirley Jackson, Amerikan Gotiği’nin klasiklerinden sayılan Biz Hep Şatoda Yaşadık ile anlatıcı olarak ustalığını gözler önüne seriyor ve kız kardeşliğe dair unutulmayacak bir metne imza atıyor. Doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye biraz toz, belki biraz da kül kalıyor. En ölümcül zehirler, tıpkı en kuvvetli tılsımlar gibi insan yüreğinde büyüyor ve hiçbir yer, ama hiçbir yer insanın evi gibi olmuyor.

8 Beğeni

Birinci tekil şahıs anlatımını ben de hiç sevmiyorum :frowning: Geçmiş zamanla kullanıldığında bir şikayetim yok gerçi (Ayağa kalktım. Silahı kapıya doğrulttum vb) ama şimdiki zamanla anlatıldığında beni deli ediyor, bir türlü kitabın içine giremiyorum (Ayağa kalkıyorum. Silahı kapıya doğrultuyorum vb). Bunda hangisi kullanılmış?

4 Beğeni

Bir kere böyle basit cümleler hic yoktu. Belki de bu yüzden hiç rahatsız olmadım. Hikaye geçmiş zamanda anlatılıyor. O kadar akıcı ve içine bir anda öyle bir alıyor ki… Üstelik konusu da çok hoş. Marricat, kötürüm ve unutkan Julian Amca ile Constance Blakwood’un bir şatonun içindeki izole yaşamlarını, insalara bakış açılarını anlatıyor. Bir sebepten -şimdi o sebebi söylemeyeceğim- tüm Blackwood ailesi ölmüş. Kasaba halkı da bu farklı insanlara öyle bağnaz ve habis yaklaşıyor ki tam bir ötekileştirme hikayesi. Eski efsaneleri düşünün ve o efsanelerin cahil halk tarafından nasıl çarpıtıldığına güzel bir parmak basıyor. Eski çağlarda ortaya çıkan o tuhaf efsaneleri bu sefer efsaneye konu olanların gözünden okuyoruz. Ayrıca yazar da fazla içine kapanık ve ona yönlendirilen suçlamara hiç cevap vermediği için cadılıkla itham edilmiş. Bunu da bilince hikaye gittikçe de tuhaf bir hal alıyor.

Dediğiniz anlatım tarzını ben gördüğüm anda başım dönmeye, midem bulanmaya başlıyor. Sağa dönüyorum, sola dönüyorum, kitabı havaya kaldırıyorum, bin türlü hale giriyorum ve en sonunda çıldırıyorum. Bu kitabı okuyanların pişman olmayacağını düşünüyorum. Dediğim gibi okuduğum en başarılı birinci tekil şahıs anlatımıydı.

3 Beğeni

Shirley Jackson’ın öykü kitabını (The Lottery and Other Stories) o kadar hasretle bekliyorum ki…
Lottery’i okuduktan sonra başladı bu hasret.

6 Beğeni

Yapmayın… Baskısı yok mu? Bakma şansım olmamıştı. Üzüldüm… :sob:

2 Beğeni

Henüz çevrilmedi kitap.

Lakin öykü çevrilmiş hayırseverler tarafından:
İki farklı çeviri:

https://patiayakvecatalak.blogspot.com/2015/07/cekilis-lottery-shirley-jackson.html

4 Beğeni

Çok teşekkür ederim. Kesinlikle okuyacağım. :krs: Kitabı da oturup sabırla bekleyeceğim artık. Böyle güzel bir okuma deneyimini insan her zaman kolay kolay bulamıyor. Şansıma okuduğum son kitapların hepsi böyleydi.

Düzenleme: En azından Siren Yayınları “Tepedeki Ev” kitabını da çevirmiş. Çevirmen de Dost Körpe.

3 Beğeni

Everest Yayınları’ndan çıkan Joyce Carol Oates’in Vahşi Geceler adlı kitabını bitirdim. Yazarı yıllardır okumak istiyor fakat bir türlü fırsat bulamıyordum. Yaz aylarında Neil Gaiman derlemesi Öyküler’deki en sevdiğim öykülerden birisi kendisine ait olunca ve bu kitabını da Kadıköy’de 5 TL’ye bulunca alıp hemen okudum. Kitap beş uzun öyküden oluşuyor. Yazar, Amerikan edebiyatının ustaları diyebileceğimiz beş büyük yazarın ömrünün son günlerini değişik türlerde kurgulayarak anlatmış. Yazarın dili ve kitabın çevirisi oldukça iyi, akıcı. Emily Dickinson’ın bir robot olarak kurgulandığı bilimkurgumsu öyküyü çok sevemedim. Keza Ernest Hemingway’in son günlerini anlatan öykü de vasattı bence. İçlerinde en sevdiklerim ise Henry James ile Mark Twain öyküleri oldu. Oldukça ilgi çekici ve dinamik bir kurgusu vardı bu öykülerin. Poe ile ilgili öykü ise Poe gibi tuhaf ve tekinsizdi.

4 Beğeni

İlginçmiş listeme ekleyeceğim bu kitabı. Hatta ekledim bilem :slight_smile:

2 Beğeni