Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kendime verdiğim bir söz vardı. Bu başlıktaki her bir mesajı okumak gibi küçük bir söz. Birkaç gün önce bunu yaptım ve bugün de kontrol ettiğim zaman kaçırdığım 6-7 yorum dışında hepsini okuduğumu gördüm. En beğendiğim yorumlar hem tarzını kendime benzettiğim hem de kısa ama öz eleştirilerini beğendiğim Leingrad’ın yorumları oldu. Ardından detaylı, inceleme tarzı uzun yorumları ve zevklerimizin benzerliğiyle Agape’nin yorumlarını beğendim. frht45’in yorumları da güzel ve detaylıydı. Hatta eleştiri yazarken heyecanlanıp spoiler vermemek için kendini tutmuş gibi duruyordu. Alper ise yine detaylı yorumlarıyla başlıkta beğendiğim yorumlarda, eleştirilerde bulunmuş ki kendisi ne zaman istense kitaplarından görseller paylaşarak üyelere yardımcı olmaya çalışan yapısını buradaki yorumlarında da sürdürmüş. Lik ise çok kısa yazan ama fikrini güzel yansıtan ve muhtemelen zevklerimin uyuştuğunu düşündüğüm bir başka üye. Ayrıca onun görselli yorum formatını bu başlıkta kendime uyarlamaya çalışacağım.

Başlığın amacı kitap olduğu için kitaptan gideyim. Fahreinheit 451’i okudum. Geç okumamın sebebi konusunu biliyor olmamdı. Beklentim büyüktü. İlk defa “abartıldığını düşündüğünüz kitaplar” başlığına yazmak istedim. En kısa şekilde şöyle özetleyebilirim: Güzel amaçlarla yola çıkılmış ancak çok kötü işlenmiş bir kitap.

Hayranları tarafından linç edilme olasılığına rağmen fikrimi söyleyeceğim. Ray Bradbury bunu yazdığında tecrübesiz bir yazarmış izlenimi oluşturuyor. Bir kitaptaki her cümle mi süslü olur… Neredeyse her ama her cümlede benzetme var. Benzetme cümledeki anlamı bozduğu zaman cümle içinde ayrı cümle olarak verilmiş. B ildiğin benzetme cümleleri var cümlelerin içinde. Cümleler bazen o kadar süslü ve ağdalı ki çok akıcı olması gereken bir konu akmıyor. Cümleler yoruyor. Her şeyi benzetmeyle vermiş hatta bazen benzetmeyi başka bir benzetmeyle anlatmış. Benzetmeleri çıkarıp cümleleri olması gerektiğini düşündüğüm gibi biraz daha yalın ve sade yapsak kitap boyutunun yarısına inebilir.

Amaç güzel, Neil Gaiman’ın da dediği gibi umursamakla ilgili bir kitap. Bunun için seçtiği konu ilginç ama bence epey yetersiz hatta bazı yerlerde bana zorlama gibi geldi. Her şeyden önce diyaloglar kafamı karıştırdı. Bazen diyaloglar gerçekçi ve güzel geliyordu bazen de okuduğum en yapay ve yazarın okura nutku diyebileceğim bir şeye dönüşüyordu. Ana karakterin diyalogları güzel olsa da karşısındaki insanların cevapları alakasız. Sanki iki ayrı konuşma yapıyorlarmış gibi ki bu özellikle karısıyla olan diyaloglarında oluyor. Biliyorum karısı beynini böyle şeylere kapatmış, inkarı dibine kadar yaşayan biri bu yüzden ana karakterin söyledikten çok kendi kafasındaki şeylere cevap veriyor ama bu kitap boyunca sürüyor. Sanki ana karakterin diyaloglarını biri yazmış diğer karakterlerin diyaloglarını başka biri yazmış ama birbirlerine ne yazdıklarını söylemeden birleştirmişler gibi. İtfaiye şefi bana çok yapay bir karakter gibi gelmesine rağmen bana güzel bir mesaj verdi:

Kitap okumak bir insanı bilinçli yapmaz veya onu aydınlatmaz. Bu yalnızca insanın içinden gelir.

Fark ettim ki itfaiye şefi ana karakterden daha çok okumuş olmasına rağmen okuduğu azıcık şeylerden etkilenip hayatı değişen ana karakter oldu. Bu gerçeği bana aslında forumlardaki insanlar defalarca öğretmişti daha önceleri ama bir kez daha görmüş oldum. Bradbury’nin amaçladığı bu muydu bilmiyorum lakin bu konuda itfaiye şefini sevdim. Lakin Bradbury’nin karakterlerini nutuk verir tarzda konuşturmasını çok doğrudan buldum. Hikaye değil kitap olduğu için doğrudan verilmesi benim pek hoşuma gitmedi ayrıca karakterlerin gerçekliğini de bir nebze zedelemişti.

Bu kitap Ray Bradbury’e karşı biraz önyargılarım oluşmasına sebep oldu ama diğer kitaplarını da okuyacağım. Bunları yazıldığı dönemi göz önünde bulundurup, Neil Gaiman’ın yazısını okumuş olarak söylüyorum: Benim başarılı bulmadığım ve abartıldığını düşündüğüm bir distopya oldu.

21 Beğeni

Bu Strugatski kardeşleri anlayamıyorum. Bana göre çok garip yazıyorlar. Bundan önce Kıyamete Bir Milyar Yıl Kala’yı okumuştum. Onda da sürekli bir “Hadi şimdi yükselecek! Hadi şimdi konuya girecek! Hah, işte şimdi burası gelişme burası da sonuç” hâlindeydim. Ve yanlış olmasın ama çok ortada kalmış gibi hatırlıyorum hikayeyi. Aslında yazış stilleri sanki ‘bir olaylar yaşanmış, ben de bunu bir rus barında ateşin karşısında biralarımızı yudumlarken hararetli bir şekilde ama araya yorumlarımı da katmayı ihmal etmeden anlatıyorum’ gibi. (Rus barı yazmam ırkçı olmuşsa özür dilerim :d) Her neyse, nefret etmiyorum iki kitaptan da ama benim için çok farklı. :dagger:

Bu kitap içinse, kendileri bile sonsözünde demiş ki “Bu romanın yazılış hikayesi gülünç ve hani denir ya, öğretici hiçbir şey içermiyor.” ve 3 oturuşta yazmışlar. Kitapta da 4 veya 5 bölüm vardı yanlış hatırlamıyorsam. Ama bölümler arasında birkaç yıllık zaman farkları da oluyor ve aslında karakterler değişmese de hep başkasının ağzından girip sanki biz onunla ilgili her şeyi bilmeliymişiz, önceki sayfalarda öğrenmişiz de unutmuşuz gibi hissettirmesini hiiiiç sevmedim. Her bölüm başında 4-5 sayfa “Bu kim ya? Kimle konuşuyor bu? E hani Redrick’e noldu? Ya da, Redrick ne ara spoiler?” diyorum okurken.

Neyse. Tarkovsky’nin Stalker isimli filmi de bu kitabı anlatıyormuş ve dediklerine göre filmin başarısının büyük etkisi olsa da ‘stalker’ sözcüğünün popülerliğini Strugatsky kardeşlere borçluymuşuz. İzlenilsin bakalım.

Edit: Kitabım geldiğinde böyle tırnak izleri gibi izlerle doluydu göreceğiniz üzere ama çok da problem değil benim için diye hiç uğraşmadım.

Edit 2: Yorumunda bahsettiğin için teşekkürler Ishamael ve 1400 yorumu okuyabildiğin için de tebrikleer!

8 Beğeni

Bu Shakespeare’in bu kadar övülmesinin sebebi nedir arkadaşlar? Her kitapta bir “Shakespeare okumayan insan” tanımlaması, yermeler felan özellikle Cesur Yeni Dünya’da John’un sormasından sonra Aldous Huxley burda iyice bizi yerin dibine sokuyormuş gibi hissettim. Hem hayatında hiç bir özgün düşünce eylemi gerçekleştirmemiş birisi Shakespeare okusa ne olabilir ki? Ben de daha önce hiç okumadım, cidden ne kaçırıyoruz okumalı mıyım yoksa her adı geçtiğinde “ay ben okumadım malım herhalde” diyip yoluma devam mı etmeliyim?

Erken yaşta evlendikten sonra iki tane çocuk yapmış. Daha sonra ailesini terk ederek edebiyat ve tiyatroya ağırlık vermiş. (Bu bilgiler doğruysa) Şimdi bu adam nasıl deha olarak adlandırılabilir mesela? Shakespeare eleştirmek benim haddime değil hakkında bilgi sahibi de değilim. Ben sadece bu olay gerçek ise o insan için, geride bıraktıkları için üzülürüm. Ya da dünyevi bir değer verdiğim için mi böyle düşünüyorum acaba? O iki ahmak çocuktan elbetteki tiyatro ve edebiyat daha mı önemlidir? Hayat şartları her insan için milyonlarca farklı sebep doğurabilir zaten ki burda herkesin hayatına burnunu sokan aşağılık insan sıfatına da bürünüyor olabilirim. Ya da sadece bütün bunları “matematiksel” olarak indirgeyip hayatımıza kattıklarıyla “+” ve “-“ lerini götürüp mü olayları yorumlamalıyım? Yoksa her şeyi bir kenara bırakıp sadece bize sunduğu edebi kazanımı mı değerlendirmeliyim? Okurken verdiği hisleri alamazsam onu bir kalemde silmeli miyim? Tam tersi olursa onu göklere mi çıkarmalıyım? Yoksa “ne lan bu aşkına meşkine başlarım hayatta daha önemli şeylerde var” diye mi yorumlardım? Daha önemli şeyler ne? Shakespeare Shakespeare yapan ne? Kendisi mi yoksa insanın içinde yatan başka insanları küçültme olduğu gibi tam tersi olan yüceltme isteği mi? Eğer biz onu yüceltiyorsak onun yapıtlarından, kişiliğinden etkilendiğimiz için mi onu yüceltmişizdir yoksa sürü psikolojisine kapılıp belirli bir akıma mı kapılmışızdır? Etkilenmediğimiz kavramları insan yüceltir mi yoksa bilinçaltında yatan nedeni bilmediği halde tetiklendikten sonra çağırdığımız güdümüzle mi harekete geçeriz? Günün sonunda Shakespeare okumalı mıyım? Okumazsam ne kaybederim? Bunu kendime mi soruyorum, dünyaya mı? Dünyaya soruyorsam başkalarının görüşleri benim için neden önemli? Benim görüşlerimi oluşturan başkalarının düşünceleri mi yoksa ortak-bilincin yansıması mı? Dünyada sadece bana ait olan tek bir şeye sahip miyim? Eğer değil isem Özenti diyerek küçümsenen insanlar aslında diğer insanların birer yansıması değil mi? O zaman bu insanlar neden küçümseniyor? Bu insanlara başka insanları küçümseme hakkını kim veriyor? (Başkasının ızdırabıyla huzur bulandır mutsuz insan.)

Şunu da Shakespeare yazmış:

"Çok kişiyi dinle, az kisiye konuş.”

Evet, bu sözden etkilendim. Keşke hayatımda bu sözü daha fazla anlayabilsem ve uygulayabilseydim demek isterdim ama geçmişi değiştirmek için “şu an”ı değiştirmem gerektiğinin de farkındayım. Şu anı değiştirirsem geleceği de değiştirebilirim öyleyse. Peki bütün bunları kendi elimle mi gerçekleştirebilirim yoksa bana bahşedilen kaderle mi? Neden bana bahşedilen bir kader var ki? Kendimi özel hissetmem için mi? Yoksa bütün pişmanlıklarımın suçunu kadere yıkmam için mi? Kader olgusunu bilmeseydim yine aynı yollardan mı geçerdim, yoksa yoldan geçerken burdan geçmemi sağlayan bir kader var diye düşünür müydüm? Düşünmeseydim yine ordan geçer miydim? Bütün bunları yaparken yaptıklarımın sebebinin ne olduğunu düşünür müydüm? Düşünseydim bir farkındalık kazanır mıydım? Farkındalıktan kastettiğim ne olurdu o zaman? Bütün olanları farkında olduğum için mi yaşıyorum? Yaşadıktan sonra mı farkediyorum?

Neyse okumalı mıyız Shakespeare? Shakespeare gelene kadar okunacak daha ne eserler vardır öyleyse? İsimlerin arkasında yitip gitmiş kalemler. Ya da oynanacak oyunlar, dinlenecek müzikler, yenilecek yemekler, yapılacak işler?

Bütün bunları yaparken başka şeylerle ilgilenen, farklı görüşleri olan, farklı bir farkındalığa sahip olduğu halde ötekileştirilecek insanlar? Takılacak sıfatlar? Shakespeare okumadığım için ötekileştirilecek ben ve benim gibiler?

Bütün bunları yüzyetmişinci sayfaya gelince insanın beynine zerk edecek şekilde yazan kişi Aldous Huxley mi? Yoksa kaderimde yazılmış olan yer mi? Tam tersi yüzyetmişe geldiğim için düşünen ben mi? Bütün bunlar Aldous Huxley’in zamanında yaptığı toplum mühendisliğinin bir eseri miydi? Günümüzde yaşadığımız dünyayı Huxley gibi yazarlar mı şekillendirdi, yoksa biz onları okuduğumuz için mi böyle tasarladık? Eğer Huxley gibiler sayesindeyse, günümüzde yaşayan yedi milyar insanın deneyimlemediği neyi deneyimlediler, gördüler ve yaşadılar? Onlara bu içgörü ve öngörü yeteneği bağışlayan sistem veya Tanrı kim? Bunları düşünmemi sağlayan saf cahilliğim mi yoksa yavaş yavaş delirmem mi? Bu kadar cahilliğe bu kadar bilginin “overdose” olmasının yan etkileri mi?

5 Beğeni

Christopher Moore - Pis İş

Kitaba kitap hakkında hiçbir fikrim olmadan başladım. O açıdan değişik bir denyimdi.

Polisiye-Fantastik türünde bir hikaye. Aslında hikayesi ilginç ama yazar hikayeyi gereksiz yere uzaktmış da uzatmış. Kitapta bir alt metin ya da bir anlam arayışı yok, tamamen keyifli vakit geçirmek için yazılmış ama fazla uzun olması da bu keyfi bir hayli azaltıyor. Kitabın 3 de 2si bittikten sonta anva birşeyler olmaya başlıyor. Kitaptaki karakterler de kendi içinde çelişiyor, yani zaten fantastik işlerle uğraşan birisi başka bir doğa üstü gibi gözüken bir şeyle karışılaşınca çok şaşırması gibi. Anlatımda yer yer güldüren tarzda konuşmalar ve olaylar mevcut. Ama yazar konuyu gereğinden fazla uzattığı için ne heyecanla okutturuyor ne de eğlenceli bir okuma sağlıyor. Kitap 150 sayfa kadar daha kısa olsaymış çok daha keyifli bir okuma sağlarmış. Yer yer atlamalı okuma yapsam mı diye düşündüğüm bölümler oldu, hikayeye bir anlam katmayan çok fazla günlük uğraş anlatılıyor. Kitabın gelişimi de bazı ufak tefek şey dıiında öngörülemez değil çok da şaşırtmıyor.

Kitabın konusu ile ilgili yazmaktan çekiniyorum ama kısa şöyle;

Eskici dükkanı olan Charlie’nin karısı ölürken kazara bir ruh toplayıcıya (Azrail) dönüşmesi ve karanlık ruhlarla olan mücadelesini okuyoruz.

Sonuç olarak bu tarzı çok sevmiyorsanız olmasa da olur.

5 Beğeni

Zaman Çarkı IV, Gölge Yükseliyor

İtiraf etmeliyim ilk kitabı okurken uzun diye gözüm korkmadı değil. Ama şimdi düşünüyorum da kitap ne kadar uzun olursa verdiği zevk, sanki o derece artıyor. Upuzundu bu kitap. Bir an bile sıkılmadığımı söylemeliyim. Önceki kitaplarda da sıkılmadım. Savaş sahnelerinde heyecanla okudum olayları. Sanki ben yaşıyormuşum gibi hisse kapıldım. Heyecan, merak, şaşkınlık. Hepsini yaşadım. Hatta kendimi kaptırdım “Işık! Kan ve küller!” deyip duruyorum bazen kendi kendime. :smile:
Bu kitap heyecanlı ve sürükleyici olaylarla doluydu. Ancak final bölümünü daha geniş görmek isterdim. Sanki bir anda oldu bitti hissi verdi.

Aiellerin geçmişi, Tuatha’anlara olan benzerlikleri şaşırtıcıydı ve çerçi arabasında bulunan âşığın aslında kim olduğu beklenmedikti. :smile: Sonuç olarak Rand’ın da kendi başına işler çevirmesini güzel buldum çünkü herkes birbirinin ardından işler çeviriyor gibi. Kitabın isminden dolayı da Terkedilmişlerden çok daha fazla şey beklemiştim, Beyaz Kule ile ilgili kısımlarda.

8 Beğeni

Jules Verne - Buzlar Sfenksi’ni bitirdim. Buzlar Sfenksi, Edgar Allan Poe’nun Arthur Gordon Pym’in Öyküsü adlı tek romanının devamı veya spin-off’u diyebiliriz. Buzlar Sfenksi hakkında ne söylesem Arthur Gordon Pym’in Öyküsü içinde Spoiler teşkil edebileceğinden çok uzatmıycam :slight_smile:

Kısaca Edgar Allan Poe’nun Arthur Gordon Pym’in Öyküsü adlı romanında yazdığı olayları, yaşanmış gerçek olaylar olarak kabul eden bir kaptanın ve hikaye anlatıcımızın yollarının bir adada keşismesinden sonra olanları anlatıyor. Hikayemiz Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’nden 11 yıl sonrasında geçmekte.

Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’nü okumadan bu kitabı okuyabilir misiniz? Pektabi okuyabilirsiniz. Jules Verne kitabın 15 20 sayfalık bir bölümünde Poe’nun kitabında olan olayları özetliyor. Fakat kişisel bir tavsiye olarak Buzlar Sfenksi’nden önce Arthur Gordon Pym’in Öyküsünü okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Bu kitapta da denizcilik terimleri bol bol kullanılmış. Ara ara sözlüğe bakma ihtiyacı duyabilirsiniz. Öte yandan beni en çok şaşırtan nokta Jules Verne’ün hataları oldu. Kitap ortalama 15 sayflık 32 bölümden oluşuyor ve her 2-3 bölümde bir çevirmenin “Kalemi sürçmüş. Gözünden kaçmış. Yanlış yorumlamış. Böyle yazmış ama aslında şöyle” vs. vs. vs. diye Jules Verne’in yaptığı hataları düzeltmek zorunda kaldığını görüyoruz.

Son olarak kitabın içinde bol bol illustrasyon da mevcut.

10 Beğeni

İşte insan kitabında zaman yolculuğu dışında bilimkurgu öğeleri bulunmuyor. Kitap nevrotik bozuklukları olan bireyin içsel yolculuğunun ve Hristiyan mitlerinin nasıl oluştuğuna dair bir öykü.

Dini inanışı olanları rahatsız edecek bir kurgu, Kurgu da anlatılan İsa gerçekliği benim için çarpıcı olmadı. Bu fikir tanıdığım daha önce birkaç araştırma da okuduğum ve bana da mantıklı gelen bir fikir. Din konusu biraz hassas bir konu ve eleştirmek bile insanın başına iş açan bir mesele olmasına rağmen Moorcock’un bunu kurguya dahil etmesi cesaret gerektiren bir iş. Böyle bir kurgunun yaşadığımız coğrafyanın en kalabalık inanç sistemi için yapıldığını hayal bile edemedim :grinning:

Tarihte bir İsa gerçeği bulunmadığını bir İsa fikri bulunduğunu ileri süren bazı araştırmacılar var, işte insan kitabın da Moorcock bu noktadan hareket ediyor ve 1950’lerde yaşayan birtakım psikolojik ve topluma uyum sağlamada sorunlar yaşayan Karl’ın bir zaman makinesiyle MS. 28 yılına gitmesi ve günümüz dünyasının en etkili inanç ve güç odaklarından birisi olan Hristiyanlık mitinin oluşmasının hikayesi

Kurguya iki yönden bakmak gerektiği düşüncesindeyim, birincisi günümüzün et etkili inanç ve güç sistemlerinden birisi olan Hristiyanlık miti diğeri de bireyin içsel yolculuğu. Dini hassasiyetleriniz varsa belki İsa kurgusu sizi rahatsız edebilir, ben öyküyü sevdim, hem İsa miti için olan kurguyu hem de nevrotik bozuklukları olan Karl’ın yolcuğunu….

Henüz okumadıysanız ve çarpıcı bir kurgu okumak istiyorsanız okumanızı tavsiye ederim.

14 Beğeni

Şaka yapmadım. O çeviriden de epey bir kontrol yaptım süslü, ağdalı, benzetmelerle dolup taşan cümleler değişmemiş. Çeviri iyi veya kötü fark etmez benim derdim yazarın her cümleyi benzetmelerle kurmasıydı.

1 Beğeni

Cevabi yazar yazmaz silmistim ne ara okudun?

Kayıp Rıhtımdan birşey kaçmaz.
@Ishamael :clap:t6::clap:t6::clap:t6:

2 Beğeni

Böylece benden bir şey kaçmayacağını kanıtlamış oldum. :slight_smile:

Prospero kitaplığına bir giriş yapayım dedim ve Soğuk Deri’yi okudum. Bir meteoroloji görevlisinin küçük bir adada görevlendirilmesi ve orada bulunan deniz feneri görevlisiyle karşılaşması sonrası başlarına gelen beklenmedik olaylar anlatılıyor. Sürükleyici ve okunaklı bir dille yazılmış. Hatta vaktiniz varsa bir oturuşta bile bitebilir. Ancak okurken sanki olayların ortasından dalmış gibi hissettim. Sanki 3 kitaplık bir serinin direk 2.kitabını okumuş gibi :grinning: Olayların başlangıcı yok sebebi belli değil. Sonuç desen o da muamma. Tatmin edici olmadı benim için maalesef.

Şu sıralar da Silmarillion okumaya çalışıyorum. Çalışıyorum diyorum çünkü bana ağır geldi kitap. LOTR ve Hobbit dışında pek uyuşamadık Tolkien’le :dizzy_face:

6 Beğeni

Bana da ağır gelmişti, yarım bırakmıştım. Orta Dünya’yla ilgili özellikle youtube yoluyla daha fazla video izleyip okursanız çok zorlanmazsınız. Hatta bir öneri bırakayım şuraya:

4 Beğeni

Tanrıların Tohumunu okudum.

Zaman Makinesi kitabından sonra okuduğum 2. Wells kitabı. Diğeri gibi bunu da beğendim. Pek ahım şahım özelliği olmayan iki biliminsanının (Bay Bensington ve Bay Redwood) büyümeyi hızlandırmak için yaptıkları Herakleophorbia denen illet insanlığın başına bela oluyor. Herakleophorbia kelimesini de araştırdım bu arada. Buna tam benzer bir kelime yok ama Herkül’ün Yiyeceği gibi bir tanım çıktı karşıma. Neyse konuya dönecek olursak, bu tohum ile önce bir tavuk çiftliğinde deniyorlar ve sonuç alıyorlar fakat o tohumu yiyen eşekarıları ve sıçanlar insanlara zarar verince onları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Daha sonra Redwood tohumu kendi bebeğine de verince bu sefer dev insanlar ortaya çıkıyor. Bu devlerle baş etmek için kampanyalar falan filan derken işler büyüyor. Zevki azaltmasın diye fazla detay vermeyeyim. Okuyup görün. :slight_smile:

Genel anlamda Wells çok beğendiğim bir yazar. Jules Verne ile bilimkurguda çok güzel eserleri var. Bu kitabı da tavsiye ederim. Sanırım bir filmi de var. Uygun vaktimde onu da izlerim sanırım. Puanım 9/10.

7 Beğeni

6.Koğuş -Anton Çehov

Rus gerçekçiliği ile elit kesimin felsefeyle ilişkisini çok güzel işlemiş 60 sayfalık bir kitaptı. Okumuş, kültürlü birinin 6.koğuş olan deliler koğuşuna düşüşünü ve onunla ilgilenen doktorun düşüncelerini okuyoruz. Aslında yapı itibariyle her İş bankası modern klasikleri gibi hemen okunsa da, ileride bir daha bu sefer çize çize okumak istiyorum.

11 Beğeni

Cem yayınlarından Hasan Ali Ediz’in çevirisi ile çıkmış olan Gorki’nin Seçilmiş Öyküler kitabını okudum. Genelde öykü kitaplarını biraz zamana yayarak okurum Gorki’nin öykülerini de zamana yayarak okudum.
Gorki klasik Rus edebiyatının son, çağdaş Rus edebiyatının ilk halkası olarak kabul edilir. Benim Gorki’yle ilk tanışmam ortaokul da dünyaca ünlü Ana romanıyla oldu. Bu kitapla ilgisi yok ama yine de yazmak istedim. Ana romanını ilk okumamın çocukken olmasınından mıdır bilmiyorum ama Pavel ve Pelage ana karakterlerinden çok etkilenmiştim.

Gorki okurları ve sevenlerinin bildiği gibi Gorki’nin öyküleri açlığın, sefaletin, aşağılanmışların, yoksulların öyküleridir. Sistemin bir kenara ittiği, yoksulluğa, sefalete, açlığa mahkum ettiği insanların öykülerini anlatır Gorki.

Cem yayınlarının ciltli şömizli baskılarından olan kitap toplam 496 sayfa ve içinde 45 öykü var.

7 Beğeni

Strugatski kardeşler ülkemizdeki bilimkurgu okurlarını anlaşılması güç olarak nitelendirdiği yazarlardandır kesinlikle. Lakin şunu belirtmek isterim ki; Kıyamete Bir Milyar Yıl kitabına oranla Uzayda Piknik adlı eseri bana daha anlaşılır gelmişti. Pazartesi Cumartesiden Başlar ve Tanrı Olmak Zor İş kitaplarını da okumadım henüz. Her ikisinde de hafif tökezleyeceğimi düşünüyorum. :smiley: :smiley:

6 Beğeni

Birkaç video izledim. Hoşuma gitti. Ara ara yine izleyip okumaya devam edeceğim mutlaka :+1:

1 Beğeni

Bazen zevkler ve renkler tartışılmaz diyoruz genellikle bu duruma ama ben bunu söylemek istemiyorum. Öncelikle kitabın çok abartıldığı fikrinizi düşünmek istedim. Sonuç olarak şu karara vardım; Ben yaklaşık olarak 3 senedir düzenli olarak kitap okuyan birisiyim. Düzenli olarak sayfa çevirmeme vesile olan kitap da Isaac Asimov’un Ben, Robot adlı eseriydi. İşte en önemli nokta buradan sonra başlıyor.

Henüz bilimkurgu klasiklerine girmeyen Fahrenheit 451 kitabını hemen bu kitaptan sonra alıp okuduğumu hatırlıyorum. Ne demeli bilmiyorum ama hayran kalmıştım o zaman. Sanırım bu kitaptan önce beni öyle ahım şahım etkileyen kitap Ben, Robot olmuştu. Tabi ki lise yıllarında okuduğum Orkun Uçar’ın eserlerini bu konudan ayrı tutuyorum. Orkun Uçar’ın da eserleri kendi alanında harika kitaplardır.

Sanırım sizde bıraktığı burukluğun nedeni Fahrenheit 451 eserinde önce okuduğunuz harika eserler olabilir. Diğer yandan da Ray Bradbury’nin anlatmak istediği distopyayı en basite indirgeyerek düşünmekte de fayda var.

3 Beğeni

Şimdi kitap konusu için renkler ve zevkler diyebiliriz. Ancak anlatım biçimi için diyebilir miyiz bilemiyorum. Gerçi seven olduğuna göre diyebiliriz sanırım. Şöyle söyleyeyim sayfaların birinde tek bir paragraftaki benzetme sayısına baktım 24 taneydi ancak ne yazık ki sayfayı not aldığım kağıdı kaybettim tekrardan bulamadım. Yazar metali anlatırken bile benzetme yapmış sonra onun nasıl parladığıyla ilgili başka benzetme yapmış ama benzetmelerinin hepsi zaten aynı kapıya çıkıyor. Bir cümle vardı o da kaybettiğim kağıttaydı arka arkaya iki cümlede farklı şeylere benzetmişti. Ağaçtan yaprak düşüyor onu ayrı benzetiyor yaprak yerde dururken farklı bir benzetmeye başvuruyor. Size bir iddiada bulunayım mı?

Eğer ki o kadar benzetmelerle bezeli, ağdalı süslü cümleler kurarak bir hikaye yazıp kendi adımla yayınlayayım alacağım eleştirilerin haddi hesabı olmaz hatta daha iyisi o kitaptan birkaç paragraf çıkarıp bir hikayenin içine düzgünce yedirelim bozmadan insanların bir çoğu benim üzerinde durduğum bu noktanın üzerinde duracaktır diye düşünüyorum tabi bu kendi fikrim. Ancak oradaki isim Ray Bradbury olunca nedense akan sular duruyor bence.

Lakin o şekilde okumayı seven bir kitle de olabilir tabi yani yanılıyor da olabilirim belki cümleler öyle daha güzel geliyordur insanlara. Ancak abartıldığını düşündüğünüz kitaplar başlığında çok sevdiğim kitapları yazan insanlara hala içimde bir burukluk olmasına rağmen hayatımda ilk defa abartıldığını düşündüğüm bir kitapla karşılaştığım için yazma ihtiyacı hissettim. İnternetten biraz araştırıp yorumlara bakınca da benim gibi cümlelerin çok kötü olduğunu düşünen insanların hiç de az olmadığını görünce birkaç gündür hissettiğim uzaylı modundan çıkabildim. Amma uzattım ama içimde kaldı. Söyleyeceğim. Bence Fahrenheit 451 cidden çok kötü bir kitap. Harika konu ama o cümleler… Bu yorumu sonuna kadar okuyan varsa cidden kalksın kitaplığından alsın kitabı açsın herhangi bir sayfayı; rastgele 6-7 kelimeden daha uzun bir cümle seçsin eğer ki benzetme yoksa özür dileyeceğim kendisinden.

7 Beğeni