Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Sinemam ve ben Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray hanımefendinin kitabını bitirdim. Ağır ağır, sindire sindire okudum. Resimleriyle, film notlarıyla iyi bir kitaptı. Sultan’ın çevresinde olan jönler, yönetmenler, yapımcılar, senaristler hepsi bu kitabın içerisinde yerlerini almıştı. Genellikle yüzeysel görünse de bazı bölümleri altı çizilerek okunacak düzeydeydi. Örneğin, 17. bölümün girişi “Yönetmen meselesi olan kimsedir, hayata dair, insana dair” ne kadar güzel bir giriş cümlesi. 60’lar, 70’ler, 80’ler 90’lar ve hızı azalsa da 2000’lere damgasını vuran birini bir yıldızı kendisine takılan adla Sultan’ı anlatan bir kitap. Eğer sinemaya özellikle de Türk Sinemasına meraklıysanız okumalısınız diyorum. Keşke diğer sinema emekçilerimiz, starlarımız, yönetmenlerimiz de anılarını böyle yazsalar.

Altını çizdiğim bir Zülfü Livaneli bölümüyle bitirmek istiyorum. “Çalışmamız ilerledikçe Türkan Şoray’ın kişiliğindeki naif kırılganlığı farkettim. Çok kırılgan bir insandı ve her anı, bir duygu patlamasının öncesi gibi yaşıyordu. Bu kırılganlık öylesine derin bir şekilde yer etmişti ki içinde, insanlarla ilişkilerinde kimseyi kendisine ve ününe saygı göstermeye zorlamıyor, hiç bir şeyin farkında değilmiş gibi yaşıyordu. İşte bu tutum onu gerçek bir star ve çevresinde içten gelen bir saygı halesi yaratıyordu. Haklarını korumak derdinde değildi, bu yüzden hakkı teslim ediliyordu. Bütün bunlara birde son derece gelişmiş iş disiplin, profesyonelliği ve sinema aşkını ekleyin. İşte Türkan Şoray’ı Türk sinema tarihinin en büyük starı yapan alaşım buydu…”

2 Beğeni

Eskiden en çok baktığım başlıklar Fırsat Kampanya, Satın aldığımız kitaplar ve Kitaplıklarımızdı. Ama şimdi bu başlığa ve aylık okumalar başlığına daha çok bakmaya başladım. Bir yıldır düzgünce kitap okuyamıyordum ama tonla kitap almıştım. Şimdi artık daha az kitap alıyorum ve kitap okuma hevesim artıyor bu başlığa girince. Bu kadar çok okuyup, paylaşıp beni heveslendirdiğiniz için teşekkürler :blush:

12 Beğeni


Bedwyr’in Kılıcı (Kızıl Gölge Üçlemesi 1)- R. A. Salvatore
Biraz arka planda kalmış bir hikaye olsa da bence gayet güzel. Drizzt Efsanesi’nden tanıdığımız Salvatore gerçekten istediğini anlatabiliyor, duyguyu güzel bir şekilde verebiliyor ve mekanlarla olayları gözünüzde canlandırabiliyor. Ana karakterimiz Luthien Bedwyr, bir büyücü tarafından ele geçirilmiş bir ülkede yaşıyor. Bir gün yaşadığı adaya kralın adamları teftişe geliyor ve bir dizi olaylar yaşanıyor. Abisinin adayı terk etmesi üzerine Luthien yolculuğa koyuluyor. Karşılaştı bir hırsız ile arkadaş olan Luthien bir yandan dünyayı keşfederken bir yandan da kişisel olarak gelişiyor. Bu hikayeyi okumanızı öneriyorum. Üçlemenin ilerisinde neler olur bilemiyorum ama ben okumaya devam edeceğim.:slightly_smiling_face:

13 Beğeni

İlk çıktığı yıllarda alıp okumuştum. Kitaplığımda mevcut. Aynı dönem Ejderha Mızrağı ve Salvatore’nin yazdığı Unutulmuş Diyarlar kitaplarını da okumuştum. Onların yanında bu çok vasat kalmıştı. Çok fazla savaş -kılıç dövüşü- sahnesi olduğunu ve okurken sıkıldığımı hatırlıyorum.

Drizzt Efsanesi’nden kitap okumadım henüz. O yüzden bir kıyaslama yapamayacağım. Ancak bence gene kişisel bir konu. Dövüş sahnelerini okumak ve hayal etmek benim için ayrı bir zevktir. Sizin için fazla dövüş sıkıcı olabilir. Ancak yorumlardan anladığım kadarıyla birçok kişi gibi Salvatore yazdıkça kendini geliştirmiş. Bence bu üçlemeye bir yazarın kendini geliştirme yolundaki ilk adımları gibi bakmak lazım. Ama dediğim gibi için işinde kişisel görüşler de var. :slightly_smiling_face:


Sigmund Freud - Küçük Hans (Beş Yaşında Bir Oğlanın Fobi Analizi)

Küçük Hans’ı okudum. Freud’dan ve psikanaliz alanından okuduğum ilk kitap oldu. Beklentilerimin aksine okuması kolay bir kitaptı.

Kitabın 85 sayfalık ilk kısmında, Hans’ın babası tarafından tuttuğu günlük ve Freud’un bu günlükte gerekli yerlere eklediği notlar yer alıyordu. Bu kısmı okuması çok keyifliydi. İkinci kısımda ise Freud’un Hans’ın fobisine yönelik geniş çaplı bir analizi yer alıyordu. Bu kısım ise daha çok akademik açıklamalar olmasına rağmen, ilk kısmı okuyanların kolayca anlayacağı seviyedeydi. Kitabın %90’nını anladığımı düşünüyorum, anlamadığım kısımları ise bu alana yönelik genel geçer bilgiye sahip olmayışıma bağlıyorum.

Kitabın çevirisini çok başarılı buldum. Aynı zamanda kitap iyi bir editoryal süreçten geçmiş. Freud’un diğer kitaplarıyla ortak bir terminoloji oluşturmak için editör gerekli müdahaleleri yapmış, ayrıca gerek dipnotlarda gerek dizin kısmında terimlerin orijinallerine de yer verilmiş. Bu konuda çekinceleri olanlar da gönül rahatlığıyla okuyabilir.

16 Beğeni

0001857123001-1

Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı

goodreads

Dört nokta kırk dokuzdan dört.

Ve işte Onu Böyle Kaybedersin isimli kitabını daha önce okuduğum ve tarzını beğendiğim bir yazardı Diaz fakat bu kitap ondan çok daha farklı bir eser. Pulitzer Ödülünü Diaz’a getirmiş bu kitaba da merakla başladım.

Yazık stili oldukça ilgi çekici olan Diaz bu eserinde sadece Oscar değil farklı kişileri de(Oscar’ın ailesi) kitapta işleme yoluna gitmiş. Anlatıcı konusu ise biraz karmaşık. Normalde en dışarıda duran bir yazar anlatıcı var fakat Oscar’ın ablası Lola’nın bölümünde bu anlatıcı önce Lola oluyor daha sonra Lola ile arasında bir şeyler olan ve Oscar’la ev arkadaşlığı yapmış olan Yunior bölümünde Yunior’un gözüne dönüyoruz. Buradan sonra kitabı bize Yunior aktarıyor. Çok ilginç bir yöntem. Biraz karışık ancak bunu buradan öğrenir de okursanız çok işinize yarar. Bunun dışında Junot Diaz çok ilginç dipnotlarla devamlı kurgunun dışında okurla muhattap oluyor. Hatta sivri politik mesajlarından da hiç geri durmuyor.

Dominik Cumhuriyeti doğumlu Diaz bu eserde de kendi topraklarının insanlarını ve kültürlerini kullanıyor. Kitabın otobiyografik olup olmadığını ya da ne derece bu özelliklere haiz olduğunu ise yazarı çok detaylı tanımadığım için bilemiyorum.

Bilimkurgu, fantastik edebiyat hayranı olan Oscar okuru çok keyiflendirecek şeyler okuyor, izliyor. Özellikle Tolkien, Weiss&Hickmann, Herbert gibi yazarlara ve onların eserlerine yapılan göndermeler çok güzel. Oscar’cığım seni çok iyi anlıyorum. Sonuçta Raistlin’i kim sevmez ki :slight_smile:

Yazarın dramatik olduğu kadar mizahi de bir anlatımı var. Bu da kitabı trajikomik bir havaya sokuyor. Yaptığı mizahı beğenmeyenler olmuş. Ben beğendim kendi adıma. Özellikle yarattığı karakterler bence doğuştan komik zaten.

Metinde sık sık geçen İspanyolca ifadeler bazen eleştirilmiş. Aslında doğru. Junot Diaz çok sık kullanıyor onları. Ben İspanyolca bildiğimden pek zorlanmadım fakat çok fazla yerel kelime var ve dil bilmek bile yetmiyor çoğu yerde. Bir de kitapta bu kelimeler italik yazılmış ve en arkadaki sözlükte anlamı verilmiş. Bir sayfada on defa arkayı açmanız gerekebiliyor. Keşke o sayfanın altında verilseydiler. Okurken yamuluyor insan resmen. Bir de dediğim gibi ben ancak yarısına falan bakmışımdır. Buna rağmen sıkıntı yaşadım.

Şu dipnotlarda gönderme yapma olayına dönecek olursak, Junot Diaz buralarda(ki bazen sayfanın tamamını kapsayan hatta bir sonraki sayfaya sarkan detaylı bilgiler oluyor)hem kendi fikirlerini hem de bazı yaşanmış tarihi olayları bize aktarıyor. Özellikle Dominik tarihinden Trujillo, Balaguer gibi figürleri anarken pek de iyi andığı söylenemez. Baya dümdüz giriyor hepsine :slight_smile: Başka bilgiler de veriyor elbette. Araştırma ruhuna sahip biri bu kitaptan sonra çoğu fantastik olmak üzere en az yirmi kitap daha okuyabilir. Bir Elric diyor, bir tek yüzükten bahsediyor. Sonra dönüyor Vargas Llosa’nın Teke Şenliği’ne değiniyor. Tam şölen yani.

Oscar kitabın bence baş karakteri değil. Finalini de güçlü bulmadım. Notum da 4-5 arası gidip gelmesine rağmen 4 e bu yüzden düştü. Oscar’ın annesi Belicia Cabral bana göre hikâyenin merkezindeki kişi. Yazar daha çok tek bir kişiye değil de bir aileye eğilmeyi düşünmüş. İyi de olmuş aslında. Oscar çok derinlikli bir karakter değil çünkü. Biz bu tarza Güney Amerika edebiyatından çok aşinayız aslında. Junot Diaz da bu ekolü takip etmiş. Olayları biraz daha detaylandırsaydı bu konudan birkaç kitaplık bir nehir roman bile çıkartabilirdi bence. O potansiyel hem yazarda hem de kurgusunda mevcut yani. Bende erken final yapmış bir dizi hissi uyandırdı.

Demek ki çok başarılı.

20 Beğeni

1984.4 - Philip Kerr

Birkaç yerde bu kitaptan önce 1984’ün okunması gerektiği yazılmış. Ancak ben bunu kitabı okumaya başladıktan sonra fark ettiğim için çok geçti. Ben 1984’ü birkaç yıl önce yarısına kadar falan okuyup bırakmıştım, nedenini bilmiyorum. Bu nedenle kitapta az çok neyin ne olduğunu bilecek kadar bilgim vardı. Hal böyle olunca 1984.4’teki referansları da çoğunlukla yakalama şansım oldu. Bana kalırsa bu kitabı okumak için illa 1984’ü okumuş olmanız gerekmez. Zira her ne kadar ele aldıkları konu, dönem ve şartlar aynı olsa da karakterler ve yaşanan olaylar farklı olduğu için birbirlerinden bir noktada ayrılıyorlar. Zaten yazar da açık açık, kitabın ismini verirken de arka kapakta da, önsözde de belirtmiş 1984’ün başka bir versiyonu gibi olduğunu. Yani taklit demek saygısızlık bence.

Kısaca konusundan bahsetmek gerekirse tıpkı 1984’teki gibi dünyaya diktatörlük hakim. Devlete faydası olmayacağı belli olan kişileri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılıyor. 50 yaşına gelen insanları yaşlı kabul edip onlara “moruk” diye hitap ederek onları küçük düşürüp mutsuz ediyorlar. Daha da kötüsü EBB adını verdikleri “erken bunama belirtileri” gösterenleri sözde kendi rızalarıyla ölüme gönderiyorlar. Ölülerin cesetlerinden bile faydalanabilmek için organlarını alıp, geri kalanları yakarak veya buharlaştırarak yine çeşitli konularda fayda sağlayabilmek için kullanıyorlar. Morukları öldürmek için özel bir grup bile mevcut. Baş karakterimiz Florence da bu gruba dahil. Başta takım arkadaşları gibi sorgusuz sualsiz insanları öldürmeye alışkın olsa da bir süre sonra Eric adındaki gençle ve dolayısıyla aşkla tanışınca fikirleri değişiyor, adeta bir aydınlanma gibi bir değişim bu. Sonrasında Florence’ın tek amacı devrim haline geliyor.

Kitabı okurken inanılmaz keyif aldım. Yazarın okuduğum ilk kitabı buydu. Çünkü şimdilik tek kitap olarak kabul edilen sadece 1984.4 vardı, diğerleri seriydi. Ancak yazarın tarzını bu kadar çok beğendiğim için mutlaka diğer kitaplarına da bakacağım. Bu arada çeviri cidden harikaydı, böyle özenli çeviri ve editörlük görünce mutlu oluyorum. Puanının düşük olmasına aldanmayın, çünkü düşük puanı asla hak etmeyen oldukça güzel bir kitap. İnanılmaz akıcı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim, temposu da hiç düşmüyor. :upside_down_face:

16 Beğeni

Yazarı tarafından iptal edildi. Silinmesini istemiyor, böyle kalsın. Kapladığı yer için özür diliyorum.

8 Beğeni

Andrzej Sapkowski - Kader Kılıcı / Witcher 2

Araya bir sürü kitap soktuktan sonra bile sürekli aklımda yer etmiş seriye geri döndüm. Öncelikle bildiğiniz gibi serinin ilk iki kitabı birer öykü derlemesi. İlk kitapta kronolojik olarak bir baştan bir sondan takip ettiğimiz öyküler bu kez o kadar karmaşık sıralanmamışlar.

Geralt’ı ve bugün onu Geralt yapan şeylerin bir kısmını öğreniyoruz, bir önceki kitapta tanıştığımız bazı karakterlerle tekrar karşılaşıyor bazılarını da yeniden anıyoruz.

Öyküleri beğendim ve sanırım seriyi geneli itibariyle seveceğim. Ancak artık böyle serileri tek seferde okuyup hem bir sonraki kitaptan önceki olaylara olan hatırlatmalardan sıkıldığım hem de bir anda boşluğa düşmemek için yavaş okuyup araya başka kitaplar koymaya karar verdim.

Çeviriye pek fazla yorum yapamıyorum zira çeviri kitabın önce Lehçe’den Almanca’ya sonrasında da Almanca’dan Türkçe’ye yapılmış. Ancak ya çeviriden ya da yazarın kendi tarzından kaynaklı soyut kavramları irdelediği felsefik kısımlarda bir anlaşılmazlık var. Yazar bilerek mi yapıyor bilmiyorum ama bazen karakterlerin konuşmaları sanki gereksiz yere metaforlarla doldurulmuş. Bazen çok sinir bozucu olabiliyor hatta “neyden bahsediyor bu” dediğim yerler bile oldu. Spoiler vermeden bahsedemeyeceğim için detaylandıramıyorum ama mesela ilk bölümlerden birinin ismi “Olasılıkların sınırı.” Yani aslında “Mümkün’ün sınırı” gibi bir anlamı var. "Olasılıkların sınırını aşmıştı ve sınır şimdi lavta teli gibi kopmuştu. " şeklinde bir cümle var mesela. Belki de ben yeterince kendimi geliştirmediğim için sırıtıyor bana bilemiyorum.

Bunlar dışında 8/10 bir kitap, yazarın öykü anlatıcılığı ve kendi öykülerine göndermeleri gerçekten başarılıydı.

12 Beğeni

Sabahtan Akşama - Jon Fosse (çeviren: Deniz Canefe)

Halkalar ve hayatlar. Kesişen, teğet geçen, uzaklaşan, anaforlaşan çizgiler. Başlangıçlar ve sonlar. Doğumlar ve ölümler. Fosse Sabahtan Akşama’da, ikiliklerin orta yerinde, Kuzey’in buz denizlerinin azur mavisi sularından doldurduğu mürekkebi ile Johannes’in doğumu ve ölümünün arasında birbirine dolanan çizgilerden bir novella yaratıyor. Sessizlikten doğan bir çığlıkla başlayan hayatın kelimelerin tükenmesi ile sonlandığı bu kısa roman, Johannes’in doğumunu babası Ulay’ın gözleriyle anlatarak aldığı nefesi Johannes’in öldüğü gün yaşadığı büyülü gerçekçi bir yolculukla veriyor. Isınmayan odalar, aydınlatılamayan evler, bir türlü rahat vermeyen sabahların dünyasında balıkçı Johannes’in metaforik son yolculuğu Mrs. Dalloway’vari bir hafiflikle İskandinavya’nın ölüme ve yalnızlığa yakışan panoramik manzarasını birleştirip kendi eriyiğinde sönmeye yüz tutmuş bir mum gibi titreşiyor. Kesik kesik harflerle atılan ilk adımların suskunluğa, kanlı canlı bedenlerin hayaletlere dönüştüğü hayatlardan yalnızca birine açılan bir pencereye uzatıyoruz kafamızı. Derin bir nefes alıyoruz, kar yağıyor üzerimize, bir kuş ötüyor, bir sigara dumanı havaya karışıyor, bir bardak kahve soğuyor, bir ürperti baş gösteriyor. Fosse bize hayatı özetliyor: Suyun reddettiği noktada toprağın kabullenişi ile sonlanan soluk bir anlar bütünü. Siyah çizgilerden beyazlarına, yeryüzünden gökyüzüne. Ama her daim sonsuz bir mavilikte.

6 Beğeni

Hyperion

Okuma Etkinliği - Hyperion (Spoiler İçerir) kapsamında okumaya başlamıştım. Son dönemde Zamanın Çocukları’yla beraber büyük heyecanla alıp okumaya başladığım ikinci kitap oldu ve yine çok keyif aldığım bir okuma süreci yaşadım.

Gerçekten söylendiği kadar varmış. Evet eleştireceğim yerleri var ama hemen söyleyeyim, genel olarak bakarsam okuduğum en iyi bilim kurgu kitapları arasına rahatlıkla girdi. Kitap başlangıçta biraz durağan ve zor okunabiliyor ama devamında çok iyi bir seviyeye çıkıyor. Açıkçası ilk iki bölümde “o kadar da değil sanki” dedim ama ilerledikçe resmen içinden çıkamadım. Etkinlik sayfasında da bir yığın teoriyle tartışmaya devam ediyoruz kitabı. Zaten ilk kitapta ana hikaye bitmiyor, açıkçası ikinci kiyabı merakla bekliyorum. Buradan sevgili @YaprakOnur’a hem çeviri için teşekkür ediyorum hem de ikinci kitap için ricada bulunuyorum ve kolaylıklar diliyorum. :slight_smile:

Yazarımız Canterbury Hikayeleri’nden esinlenerek bu kurguyu oluşturmuş. Yani akan bir ana hikayemiz var ancak bunun haricinde karakterlerimizin öyküleriyle devam ediyoruz sonuna kadar. Bana biraz da Locus Solus’u hatırlattı okuma olarak, özellikle başlarda. Dediğim gibi karakterlerin hikayeleri ile kurgumuz devam ediyor. Ancak burada bir durum var, yazar sabit bir şekilde yazmamış, her bölüm bambaşka tarzlarda gitmiş. Bir bölüm günlük şeklinde, diğer bölüm birinci şahıs, başka bölüm ise tanrısal anlatıcı şeklinde hikayeleri bize aktarmış. Bazen karakterlerimizin dışında kalan ama onları etkileyen kişilerin hikayelerini de bize sunmuş. Tüm bunda amaç Hyperion serisine bizi hazırlamak ve genel olarak gezegen, savaş ve koşullar hakkında bilgi vermek. İkinci kitaba baya bilgili ve soru işaretli gireceğiz kısaca.

Kitapta gerçekten bir bilim kurguda ne ararsanız var; uzay savaşları, ışınlanma, eş zamanlı iletişim, yapay zeka, farklı türler, kolonileşme, gelişmiş teknoloji, dini ve felsefi öğeler, sanal gerçeklik, hibrit insan vs gibi. Çeşitlilik konusunda gördüğüm en zengin kitaplar arasında. Biraz bana Phlebas’ı Hatırla’yı da hatırlattı gerek kurgusu gerekse okuma deneyimi olarak ama ona göre daha fazla Hyperion hakkında bilgi içeriyor (Phlebas’ta Kültür hakkında neredeyse hiçbir şey yoktu) ve de ona nazaran biraz daha anlatmak istedikleri olan bir kitap. Nitekim yazara literature-map.com’dan baktım, İain M. Banks’e baya benzetiliyormuş zaten tarzı. :slight_smile:

Farklı hikayeleri farklı şekillerde yazmış demiştik, aynı zamanda farklı dokularda da yazmış yazarımız. Mesela ilk hikayemizde Lovecraft havası aldım ben, bir diğerinde askeri bilim kurgu tarzı varken, örneğin bir başka hikayede Ursula okuyormuş gibi oldum (ciddi şekilde Ursula tadı aldığım nadir kitaplardan oldu bir bölümüyle de olsa). Yani çeşitlilik konusunda ne kadar övsem yetmeyecek. Gizemlilik konusu da çeşitlilikten aşağı kalmaz, onu da söylemeliyim.

Eleştireceğim konu ise belki de benim görüşümle ilgili; uzak bir gelecekle ilgili olmasına rağmen 19. ve 20. Yüzyıllara biraz fazla atıf var. Yani şairlerden ya da kitaplardan örnek verirken fazla güncel kalıyormuş gibi hissettim okurken, tabii bu olamayacak bir şey değil ama ben belki de biraz daha farklı beklerdim. Bir diğer eleştirim de bir ara erotik-aksiyon kitabı okuyor gibi hissetmiş olmam. Yani tabii ki kurguyla ters değil ve önemi de var anlatılan yerlerin ama bir ara dozu biraz fazla yükselmiş gibi hissettim. Yine bu durum da kitabın eksisinden ziyade benim bakışımla alakalı sanırım. Yine de bunlar okuma keyfimden çok da bir şey eksiltmedi.

Ben genelde anlattığı konuya girmeyi çok sevmiyorum kitap yorumlarken, özellikle de böyle süprizlerle dolu bir kitap için hiç girmek istemem. Bilim kurgu seviyorsanız zaten alıp keyifle okuyunuz efendim, pişman olacağınızı çok zannetmiyorum. Ama dediğim gibi başlarda biraz emek istiyor kitap, onu belirtelim. Beklenti önemli, inanılmaz yüskek aksiyon okuyacağım diye başlarsanız ilk bölümde boğulabilirsiniz, ancak kitap bu ihtiyacınızı da ilerledikçe karşılayacaktır.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

32 Beğeni

I. Asimov’ un Gökteki Çakıl Taşı bitti.

Galaktik İmparatorluk serisinin son kitabı. Diğer iki kitapta olduğu gibi bu kitapta da üslupta her hangi bir değişiklik yok. Heyecan, macera ve aksiyon tonu diğerleriyle hemen hemen aynı.
Altmış iki yaşındaki bir abimiz sokakta gezerken bir anda kendisini gelecekte galaktik çağda buluyor. Dünya radyasyonla kirlenmiş. Nüfus sadece 20 milyon kadar. BU yüzden yeni nesillere yer açılsın diye altmış yaşına gelenler uyutuluyor. Dünya ve dünyalılar galakside sevilmiyorlar. Dünyalılarda diğerlerini sevmiyor. Dünyada İmparatorluğa karşı bir şeyler dönüyor. İmparatorluğun başı dertte. Vs. vs.

15 Beğeni

BİR İDAM - GEORGE ORWELL

George Orwell’ın deneme kitabı. İnce bir kitap 117 sayfa. Toplam 4 bölümden oluşuyor ama 4.bölüm kendi içinde 3 kısma ayrılıyor. Yazar en başta kısaca yazmasının sebeplerinden bahsediyor. İngiltere’nin sanatla, edebiyatla ilgili kendi düşüncelerini, gözlemlerini aktarıyor. Büyük oranda kitap Sosyalizm’i öven ve bunun için ne yapılması gerektiğini, önündeki engelleri anlatıyor. İngiltere toplumunun yapısını, politik hatalarını yazar kendi düşünceleriyle aktarıyor. Bunun dışında Avrupa ile İngiltere, Faşizm ile Sosyalizm, İşçi Partisi, Komünizm, İkinci Dünya Savaşı, Hitler ile ilgili kendi gözlemlerini aktarıyor. Bunun dışında Bir idam diye bölüm var. Burma cezaevinde idam edilecek bir mahkum ile ilgili idamın nasıl kötü bir şey olduğunu gözlemleyip aktarıyor.

17 Beğeni

THE THOUSANDFOLD THOUGHT

Öncelikle üçlemede beğendiklerimden başlayayım. Dünyası şahane: büyücüsü var, yaratığı var, insanı var, insan olmayanı var… Bunların hepsinin tarihi var ve çeşidi var. Hikaye boyunca öğrendiğiniz size yetmediyse üçüncü kitabın sonunda 100 sayfalık ansiklopedisi var. Karakterleri, zaten en baştan ilginç insanlardı; ama sabit kalmayıp üçleme boyunca değiştiler ve zor seçimler yapmak zorunda kaldılar. Yazarın kalemini de övmeden geçmek olmaz, fantastik türünde okuduklarım arasında en iyilerinden.

Gelelim neden kitaba 10/10 diyemeyeceğime. Özellikle ikinci kitaptan itibaren birkaç karakterin sahneleri çok fazla tekrara düşüyor, buralardan kesip başka tarafa vermeliymiş. Hem bazı karakterlerin hem de genel hikayenin sonunu aceleye gelmiş buldum. Kitap da zaten öncekilerden 100-200 sayfa kısa, biraz daha pişebilirmiş.

Hikayenin devamı olan dörtlemeye de yakında başlayacağım. Umarım bir gün tüm seriyi Türkçe görürüz.

17 Beğeni

image
Kitabı dün bitirdim ve beğendim.
8/10
Bazen kitap akıcıydı, bazen değildi. H.G.Wells 'in okuduğum üçüncü kitabı oldu. Kitapta bir kaç şeyi anlamadım. Görünmez adam kötü insan mı, yoksa iyi insan mı? Ama görünmez olmak hiç iyi şey değil. Üzerinize toz ve başka şeyler düşerse, herkes görüyor. Aslında Görünmez adam ilk başta söyleyebilirdi, belki ona yardım eden insan olurdu. Erken yaşlarda görünmez olmak herkesin hayalidir. Ama kitabı okuduktan sonra bunun iyi bir şey olmadığını anladım.
Herkese keyifli okumalar dilerim. :slightly_smiling_face:

Bir insanın arzu duyabileceği her şeyin üzerinden geçip gidiyordum… Şüphesiz görünmezlik bunları elde etmemi sağlıyordu ama elde ettiğim zaman onların tadını çıkarmamı da imkansız kılıyordu.Hırs…orada görünmeyecek olduktan sonra bulunduğun yerin getirtiği gururun önemi nedir ki ?

16 Beğeni

İyi miydi kötü müydü diye düşünmek tam olarak doğru değil bence. Biraz empati yapınca, o durumda olmanın düşüncesiyle bile insanın içini korku ve çaresizlik kaplıyor. Durup da birine “Bak ben görünmez oldum, bana yardım et” gibisinden bir şey dediğimizi düşünmek bile saçma geliyor. Gelgelelim birisine böyle dediğimizde o birisinin ne düşüneceğini ve de hissedeceğini de gözönüne almak lazım. Görünmez adam’ın yaşadığı şey çaresizlikti bir bakıma. O yüzden “çare” olarak gördüğü herhangi bir şeye el atması şaşırtıcı gelmiyor. Bence tabii.

2 Beğeni

Spoiler alert!!!

1 Beğeni

Çaresiz olsa bile insan öldürmesi doğru değil. :woman_shrugging:

Tamam ama doğru olsun ya olmasın, psikolojik olarak yaşadığını düşününce hiç de şaşırtıcı değil. Kimse ben olsam yapmazdım diyemez. Çünkü onun yerinde olmadık ve o durumda kalmadık. Yavaş-yavaş aklını kaybetmekte olması da bir ihtimal. Ben olsam suçlamam yani. Bir insan sebepsiz yere insan öldürmez ki.