Hayat ve Boşluk

Dünyanın koca bir boşluktan ibaret olduğunu anlayan insanlara deli yaftası vuruluyor. Ama işte söylüyorum: Dünya boş, hepimiz öleceğiz! Yaşadığımız süre boyunca kafamıza taktığımız dertler, duygular, hastalıklar ve inandığımız bütün ideolojiler, öldüğümüz zaman toprağın altında çürümeye yüz tutacak. Obsesif Kompulsif Bozukluğundan muzdarip bir kadın, hayatının tamamını bir yerleri temizlemekle harap eder. Öldüğünde ise artık bunun bir önemi yoktur; tabutunda bir toz bulutu ile gömülecektir. Cebinden beş kuruş çıkarmayan, cimriliği ile övünen adam, tüm mal varlığını dünya da bırakarak gömülecek. Herkes ama herkes bir gün tüm çıplaklığı ile yalnızlığa defnedilecek. Hayır, hayır… Anlatmak istediğim şey, fakir de aynı çukura girecek, zengin de aynı çukura girecek edebiyatı değil. Maalesef kabul etmemiz gereken bir şey var; zengin insanlar daha afilli mezarlıklara, fakirler ise kendi durumlarına göre mezarlıklara gömülecekler; hayatın acımasızlıklarla dolu bir yer olduğunu unutmayalım. Sonuçta her şey gibi mezarlıklarda bir kılıftır, ölü bedenlerin kılıfı… Anlatmak istediğim durum, ölümden sonra her şeyin değerini kaybetmesi ; zengin bir insanın “lüks” bir mezarlıkta yatması veya fakir bir insanın “lüks olmayan” bir mezarlıkta yatması, yine yaşayan insanları ırgalayan bir mevzudur, orada yatanlar sadece “boşluktadır” ve yalnızlığın tam kucağındadır

Bir yazar, bir şarkıcı veya ortaya herhangi bir çalışma koyan birinin çalışmaları yüzyıllar sonra değer görüyorsa, bu onun için bir şey ifade etmez. Öldükten sonra, insanların arkamdan “çok iyi insandı” demeleri bir şey ifade etmez. Prestij filmini izlemişsinizdir belki, orada Robert Angier (Hugh Jackman canlandırıyor) adlı bir sihirbaz vardı. Bir kaybolma numarasında kendisi sahnenin aşağısına düşüyor (Numaranın gerçekleşmesi için) ve dublörü sahneye çıkıyordu, tüm alkışı ise dublörü kucaklıyordu. Angier ne yapıyordu? Sahnenin altında, sadece alkışların sesini duyarak, boş duvarları selamlıyordu. Birçok kişi Angier gibi saklandığı yerden alkışları selamlamak istiyor, bu ayıp değil; yaşarken bir başarı gösteriyorsak, yaşarken ödüllendirilmek isteriz, tüm alkışı kendimiz kucaklamak isteriz.

İnsanlar şunu kabullenmeli: Yaşarken yaptıklarımız için övgü beklemek bencillik değildir; öldükten sonra alınan çoğu övgü, yaşayan insanların vicdanını rahatlatmasıdır…

-Mirezloret-

3 Beğeni

Kişinin kendi kafasında bir şeyleri rasyonalize etmesinin dışa vurumu olmuş. Yanılmıyorsam, yazar bize anlattığı kadar, kendine de anlatıyor.

2 Beğeni

Yorumunuz için teşekkür ederim. Haklısınız, hem kendime, hem başkalarına anlatıyorum; hatta daha çok kendime :slight_smile:

Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Maalesef gereksiz şeyler daha fazla rağbet görüyor, haklısınız. Ama ben şunu demek istiyorum: bir insan inandığı yolda ilerliyor ve bu uğurda kendine inanıyorsa, içten içe övgü beklemesi ve kendi iç dünyasında alkışları selamlaması bencilce değildir.

Burada insanın illa övgü istemesinden veya insanlardan kucak dolusu taktir beklemesinden bahsetmiyorum. "“Yaptıklarım bir gün benimle beraber yok olacak, yaşadığım süre içerisinde değer görmelerini çok isterim” demenin yanlış olmadığını savunuyorum. Herkes inandığı yolda bir kez olsun övgü bekler ve bu övgüleri kucaklayarak ölmek ister; zaten ölümden sonrası tamamen bir boşluk.

Bu yüzden bunları hem kendime anlatıyorum, hem başkalarına. Bu konu çerçevesinde kendime iki ders çıkardım

1) Yapılan başarılı işlere sahip çık
2) Ortaya koyduğun herhangi bir çalışma için övgü beklemenin egoistçe olmadığı anla

Edgar Allan Poe, hikayeleri ve şiirleri değer görmediği için yazmayı bırakmadı. Nikola Tesla, icatları ve ortaya koyduğu çalışmalar tam olarak sahiplenilmedi, yine de bilimi bırakmadı ve çalışmaya devam etti. Yine de insanlar tarafından alkışlandıklarını hayal ettiklerini düşünüyorum (En azından birçok kez)

Tabii bunlar benim düşüncelerim, başkalarına yanlış gelebilir; anlayış ile karşılarım

1 Beğeni