Henüz Görünmeyen Yıldızlar

Gökyüzünden çok bahsederdi sonsuzluk sahibi. En büyük eğlencemizdi. Her gece şehrin ışıklarından uzakta bir yerde çimenlere uzanır ve gökyüzünü seyrederdik. Sayısını unuttuğu, sanki gök yüzüne kar serpiştirilmiş gibi dört yana saçılan her bir yıldızın adını bilirdi ya da emin değilim… belki de ben sorunca bir isim uydururdu. Oralarda yaşayan garip canlılardan, onların adetlerinden bahsederdi. Bunların bazılarına çok gülerdim, bazılarını duyunca ağzım açık aklır , detaylarını duymak için sabırsızlıkla beklerdim. Bazılarını ise duymamak için iki elimi kulağıma sıkıca bastırırdım. Böyle zamanlarda yavaşça yaklaşırdı bana. Ellerimi tutar ve sevgiyle bana bakarken dinlememi söylerdi. Gözleri sanki tüm kainattan izler taşıyordu. Büyüsüne kapılmamak çok zordu. Kafamı hafif oynatarak onaylar, sessizce dinlemeye devam ederdim. Hepsinde olan tek bir şeyi hatırlıyorum. En basit olanlarından en akla hayale sığmayacak olanlarına kadar hepsinde güç yarışı vardı. Kendi türlerinden diğerine hakim olma güdüsü her birinin içinde yer etmişti. Onları neden öyle yarattın diye sorduğumda “Ben öyle yaratmadım ki… kendileri keşfettiler bunu.” derdi. Bir türlü aklım almazdı ama tatmin olmuş gibi başka soruya geçerdim. Çünkü onun da huzursuz olduğu belliydi bu konuda. Eğer konuyu değiştirmezsem boşluğa dalar ve oradan ben tekrar çıkarana kadar kalırdı. Böyle zamanlarını hiç sevmiyordum. Acı bir anlatım sinerdi çevremize. Normalde tatlı sesler çıkararak sağımızdan solumuzdan geçen küçük canlılar kaçışmaya başlardı bunu sezmiş gibi.

Sonsuzluk sahibiyle gezmek eğlenceliydi. Canımızın istediği yerde gökyüzünden hızla aşağıya kayar ve tam yere çarpacakken yavaşlayıverirdik. Bunu daha çok beni heyecanlandırmak için yapardı. Sevinç çığlıklarımıza kuşlar eşlik ederdi. İlk yaptığında ağlamıştım gerçi ama güvenim arttıkça bana zarar vermeyeceğini anladım. Ne derse hemen yapıyordum. Arada bir bazı canlıların taklitlerini yaptırırdı bana. Bununla uğraşırken oldukça eğlenirdim ama yanlış yaptığım yerler olunca alkışlarını keser ve ciddi bir sesle tekrarlamamı isterdi. Onu mutlu etmek için daha dikkatli bir şekilde oynardım oyunumu. Tatmin olduğu zaman tekrar gülümserdi bana ve hemen yanımızda biten lezzetli yiyeceklerden yemem için yanına çağırırdı. Özellikle tatlarını, renklerini aklımda tutmamı isterdi. Onların en olgun hallerini anlatırdı iştahla yerken. Bazılarını yemeden önce kabuğunu soyuyorduk. “Kabuğu acıdır bunun. Kabuğunu soyarsan daha lezzetli olur.” derdi. Birde sadece onun yedikleri vardı. Her ne kadar ısrar etsem de bana bir türlü tattırmazdı onları.

Merakıma yenildiğim bir zamanda gizlice bir parçasını aşırdım o yediklerinden ve aceleyle cebime tıktım. Aldığımı farketse ne yapacaktı hiçbir fikrim yoktu. Küçük oyunum bir korkuya dönüşüyordu içimde. Biraz daha beklersem götürüp geri yerine bırakacak, asla nasıl bir tadı olduğunu anlayamayacaktım. Görmediği bir anda hızla ağzıma atıverdim. Tadı çok kötüydü. Çıkarsam kesinlikle farkederdi. Çiğniyor ancak ağzımın içinde büyüyen lokmayı bir türlü yutamıyordum. Bir kaktüsü olduğu gibi ısırınca duyduğum acı bunun yanında hiçti. Gözümden akan bir kaç damla yaşla zor da olsa yuttum. Gidip ona sarıldım hemen ve göz yaşlarımı üzerindeki elbiseye sildim. Ardından bir kaç gün karnımda sancılarla dolaştım durdum. Bunu ona belli de edemiyordum çünkü o zaman ne olduğuna bakacak ve yemeğinden aşırdığımı farkedecekti.

Gece vakti yine gökyüzünü seyrediyorduk. Havada çizdiği hayali çizgileri takip ederek anlattıklarını dinliyordum. Bir ara sessizleşti. Eli havada öylece kalmıştı. Yüzünde bir tuhaflığın olduğunu sezdim. Ne olduğunu sorduğumda henüz görünmemesi gereken bir yıldızın belirginleştiğini söyledi. Daha önce duymadığım bir şeydi. Demek ki yıldızların görünür olduğu, olgunlaştığı bir zaman vardı. Elini saçının arasında dolaştırdı bir süre ve “elimizi çabuk tutmalıyız.” dedi.

O günden sonra canlıları taklit etme oyununu daha sık oynamaya başladık. Beni izlerken yine yasaklı yiyeceklerden oluşan ziyafet oluyordu önünde. İlk yediğimde hissettiğim kötü lezzete rağmen bir parça daha yiyebilmek için durduramadığım bir istek vardı. Bu nedensiz merakım ve yeme arzum bastırılamaz hale gelince oyunuma da dikkat edemiyor, onu boş yere üzüyordum. Böylece düzenli olarak yemek aşırmaya başladım. Sağından geçen bir hayvana dönüp baktığı anda bir parçayı alıp cebime atıyor, yine görmediği bir esnada mideme indiriyordum.

Her gece daha da şaşırmış bir halde yıldıza bakıyordu. Gözlerimi kısıp dikkatimi topladığımda zorla görebildiğim yıldız bir çile haline gelmişti. Yıldız belirginleştikçe bizim oyunlarımız da daha hızlı ve zor olmaya başlamıştı. Artık eğlenmiyor, sadece onu mutlu etmek için çabalıyordum. Yorulduğum esnada en büyük kaçamağım da bir yol bulup yediğim yasak yiyeceklerdi.

Yere, çimenlerin üzerine oturmamıştık bu sefer. Ayakta gökyüzüne bakıyorduk. Yıldız diğerleri kadar parlaktı artık. “Zamanı geldi.” dedi buruk bir sesle. Neyin zamanı diye sordum. “Birçok şeyi öğretemedim sana henüz ama yıldız diğerleri kadar parlak artık. Daha fazla bekletemem. Sana bir çoğuna verdiğim gibi beni bulman için bir iz bırakıyorum. Bununla hareket edecek ve eninde sonunda beni bulacaksın.” Elini başımın üzerine koydu ve oradan yavaşça kalbime doğru indirdi. Tam olarak anlamamıştım ne olduğunu ancak ondan uzaklaşıyordum giderek. Göğe doğru, parlayan yıldıza doğru ilerliyordum. Giderek küçülen eliyle artık yıldızı değil beni işaret ediyordu. Onu özleyecek miydim? Neden beni tek başıma bırakmıştı? Elimi cebime attığımda yasak yiyecekten bir kaç kırıntı buldum. Atıverdim ağzıma. Artık tadı hiç de fena gelmiyordu.

Gürkan Sadece
25.05.2018

1 Beğeni