Hikaye Denemesi

Çok da iyi olmadığının farkında olarak yazdığım bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Farklı insanların farklı bakış açılarını vurgulamaya çalıştım. Eleştirilerinizi beklerim.

Öfkeden kıpkırmızı kesilmiş lord karşısındaki komutanlara avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Komutanlar mahcup bir şekilde başlarını eğmiş, lordun bağırışlarını seslerini çıkarmadan dinliyorlardı.

“Nasıl olur da birkaç züppe askere sahip çıkamazsınız?! Türklerle anlaşmamız olduğunu bilmiyor musunuz?! Askerlerinize yeteri kadar tembih etmediniz mi Türk askerlerine bulaşmayın diye!”

“Efendim gerekli cezayı…”

“Kapa çeneni! Şimdi ceza versen neye yarar! Askerleri cezalandırman gelen orduyu durduracak mı?”

Komutan tekrar başını eğerek sustu. Lord elindeki kadehi içerken anlık bir öfkeyle kadehi kenara doğru fırlattı ve aynı hızla bir hizmetli kadehin peşinden koştu.

“Hemen bana baş kumandanı çağırın.”

Odadan hızlı bir şekilde çıktı. Yerdeki kadehi alan hizmetli hızlıca mutfağa geçti.

“O sesler de neydi Maria?”

“Türkler geliyormuş.”

“Ne? Türkler mi? Bu da mı başımıza gelecekti.”

“Lord çok sinirliydi. Galiba birkaç asker Türk askerlerine sataşmış ve birisini öldürmüş. Bu da anlaşmayı bozduğu için Türkler ordu toplayıp buraya doğru ilerlemeye başlamışlar.”

“Ne olacak peki? Kuşatacaklar mı bizi?”

“Ne bileyim ben? Lordumuz onları durduracaktır.”

“Tanrı lordumuzu korusun.”

“Sen yine de bunu çok yayma başımız derde girmesin.”

“Yok canım yaymam.”

O sırada içeriye şişman bir adam girdi. Elindeki sebze sepeti önünü görmesini engelliyordu.

“Ah Argos sebzeleri mi getirdin, şuraya koy onları.”

Adam kadının dediği yere sebzeleri koydu ve bir şey demeden çıktı. Yüzü somurtkan ve çirkindi. Uzun kale koridorlarını geçtikten sonra nihayet dışarı çıkabildi. At arabasının yanına geldiğinde dilenci kılıklı bir adamın kasadaki sebzelerden almaya çalıştığını gördü.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun! Senin kemiklerini kırarım! Defol buradan!”

Adam korkuyla kaçtı ve rastgele bir sokağa girdi. Üstü başı pislik içerisindeydi. Kendisine yer edindiği belli olan tenha bir köşeye geçip önceden hazırladığı samandan koltuğuna oturdu. Neyse ki birkaç tane havuç aşırmayı başarmıştı. Cebinden çıkardığı havuçları hızlıca yemeye başladı.

“Ooo Bedros, bize de bir şeyler yok mu sende?”

Adam sesin geldiği yere doğru döndü ve yüzünü ekşitti.

“Sana pisliğimi bile vermem!”

“Niye öyle diyorsun? Eski dostunum sonuçta.”

Bedros cevap vermedi. Bunun üzerine adam yaklaştı.

“Haberleri duydun mu? Türkler geliyormuş. Herkes aynı şeyi konuşuyor. Sonunda Tanrı belamızı gönderdi.”

“Banane bundan? Karnım doyduğu sürece ne olduğu umrumda değil. Ellerim olduğu sürece de aç kalmam.”

“Fakir bir adam olabilirsin ama çoğu insandan daha rahatsın Bedros.”

“Kaybedecek bir şeyim yok çünkü.”

Adam gülümseyerek sokaktan çıktı. Meydana doğru kalabalık artıyordu. Etrafta yer yer askerler vardı. Meydanın ortasında bir adam bağırarak bir şeyler anlatıyordu.

“Lordumuz onları durduracak ve onları yerin dibine sokacak! Vahşi Türkleri buraya sokmayacağız!”

Halk bir anda galeyana gelip tezahürata başladı. Az önceki adam bu gürültü ile yanından geçtiği askerlere bakmaktan kaçınarak hızlıca kalabalığa karıştı. Gözleriyle onu izleyen asker bu sahneyi binlerce kere görmenin bıkkınlığı içinde iç çekti.

“Ah, şu lanet nöbetlerden nefret ediyorum! Şimdi de savaş çıktı başımıza. Tam da iznin yaklaşıyordu.”

“Neden bu olayı basite alıyorsun? Türkler buraya gelirse başımıza neler gelir farkında mısın?”

“Artık hiçbir şeyi umursamıyorum. Senelerdir askerlik yapıyorum ve bu yaşımda ölmeye hiç niyetim yok. Lordun halkı nasıl gaza getirdiğini görüyor musun? Onun çatlağın teki olduğunu kimse bilmiyor.”

“Dikkat et Castor, böyle rahat konuşmaya devam edersen başın belaya girer.”

“Türklerle anlaşma yaparak ne kadar aptal olduğunu kanıtlamıştı zaten, şimdi de bakalım bunun içinden nasıl çıkacak? O vahşilerle iletişim kurmaya çalışmak bile bir hata.”

Diğer asker bu konuşmanın faydasına olmayacağını düşünerek sustu ve meydanda avazı çıktığı kadar bağıran adama baktı. Bir süre sonra kalabalıkta bir uğultu başladı ve lord atının üzerinde arkasında askerleriyle beraber çıkageldi. Kalabalığın ortasında oluşturulan yola bütün halk tezahüratlarla birlikte çiçekler fırlatıyordu.

“Lordumuz çok yaşa!”

“Tanrı lordumuzu korusun!”

Lord halkı selamlayarak şehir boyunca ordusuyla ilerledi ve şehirden çıktı. Halk bir süre daha gürültüyü devam ettirip işine döndü. Meydandaki kalabalık yavaş yavaş azalıyordu.

“Yakalayın hırsız!”

Adam bağırarak hızlıca uzaklaşan Bedros’u gösteriyordu. İzni yaklaşan asker istemeyerek koşmaya başladı.

“İşimden nefret ediyorum.”

Üzerindeki kıyafetiyle zar zor koşuyordu. Bedros hızla koşarken aniden önüne çıkan kadınlara çarptı ve hemen toparlanarak koşmaya devam etti. Asker de kadınlara çok aldırış etmeden yanlarından geçti.

“Ah Maria iyi misin?”

“İyiyim. Dur biraz başım dönüyor. Bu da ne böyle önüne bakmaz mı bu insanlar!”

Öfkeli bir şekilde ayağa kalkıp arkadaşına yardım etti. Sonra yine kol kola girip kaşları çatık bir şekilde yollarına devam ettiler.