Hikaye Tamamlayıcı

Umut gece boyunca uyuyamadı ve direnmeyi bıraktı, yataktan kalktı. Moskova’da bulunuşunun ikinci gecesiydi. Sokak arasında bir otelde kalıyordu. Banyoya gitti, yüzünü yıkadı. Su içti. Yatağın üzerine oturdu. İçi daha önce hiç olmadığı kadar sıkılıyordu. Birden avuçlarının içinde acı hissetti, önce sıktı yumruklarını sonra açtı. İki avucu da kanamıştı. Koşarak lavaboya gitti, ellerini yıkadı. Kan suya karıştı, ellerindeki derin yarıkları gördü. Acıyla ellerini karnına götürdü, çığlığını bastırmaya çalıştı. Nefesi daralır gibi oldu, balkona çıktı. Gözleri dolu dolu gökyüzüne baktı, ellerinin acısı önemsizleşti.

Bir denizin ortasındaydı. Güçlü bir uğultu ve kıpırdanma vardı dalgalarda. Birazdan büyük bir fırtına kopacaktı sanki. Dalgaların tam ortasında kendini gördü Umut, arkası dönüktü, tüm gücüyle bir halatı tutmaya çalışıyordu. Vücudu kasılıyor, arada dengesini kaybediyordu, bir süre sonra bırakmak zorunda kaldı. Bırakır bırakmaz dengesini kaybetti, geriye doğru birkaç adım attıktan sonra odanın ortasına düştü.

Başında ağrıyla uyandı Umut, bir süre öyle durdu, odanın tavanına baktı. Tavan rengârenk işlemelerle doluydu, daha önce fark etmemişti. Ne garip bir rüyaydı diye düşündü. Elini başına götürdü, acıyla geri çekti, ellerindeki koca yarıklara baktı.

Saçları darmadağın, yüzü bembeyaz kendini sokağa attı. Ellerini ecza dolabından bulduğu gazlı bezle sarmıştı. Bir süre yürüdü. Bir sahaf dükkânının önünde adımları yavaşladı, dükkânının önünde duran bir fotoğrafa gözü takıldı. Kafasını çevirip devam etti yoluna ancak birkaç adım sonra tekrar döndü. Fotoğraftaki kadını tanıyor gibiydi. Önünde bir gazete tezgâhı vardı. Tezgâhın kadına ait olmadığını biliyordu. ‘Sen Rosa olmalısın’ dedi. Fotoğrafın arkasını çevirdi;

Balıklar dinliyor bizi, balıklar biliyor hikâyemizi. Emiyorlar solungaçları ile gerçeğimizi ve içindeki değerli taşları çıkartıp, onlardan kendilerine pul yapıyorlar. İşte böyle oluşuyor balık pulları.

Cümlenin hemen altında St. Petersburg’da bir adres yer alıyordu. Umut, tren istasyonuna gitti ve St. Petersburg’a bir bilet aldı. Tren bir saat sonra kalkıyordu. Yolculuk boyunca uyudu Umut.

Gözünü açtığında St. Petersburg’a neredeyse gelmişti. Etrafına baktı tren çok kalabalık değildi. İstasyonda bir şeyler yedi ve yola koyuldu. Adresi bulması hiç zor olmadı. Sahile çok yakın, verandası olan ahşap bir evdi. Yavaşça verandaya girdi. Masa ve etrafında sandalyeler vardı. Masanın üzerinde iki tane, oval, beyaz taş duruyordu. Yavaş hareketlerle sandalyenin bir tanesini çekti, oturdu, taşlara baktı. Gözleri doldu. Aniden kalktı. Yüzüne çarpan rüzgârla yerine oturdu. Belli belirsiz bir ses duyuldu;

‘Neden burada olduğunu biliyorsun. Artık direnme. Seni bekliyor ‘Balıkçının karısı.’

Bir süre verandada oturdu Umut. Dalgaları izledi. Derin bir nefes aldı, elini uzattı, masada duran iki taşı avuçları arasına aldı ve gözlerini kapattı. Keskin yosun ve pas kokusunu içine çekti önce. Metalin çarpışma seslerini duyuyordu. Peşinden telaşla bağrışma seslerini duydu. Dalgalar kocamandı. Ne gökyüzü görünüyordu ne de deniz. Birkaç defa denizle birleşecek gibi oldu gemi ama her defasında çıktı dalgaların arasından. Sonra kocaman bir dalga her şeyi aldı. Sanki okyanus kocaman ağzını açtı ve bir lokmada her şeyi yuttu. Okyanus ağzını kapamadan hemen önce aniden sessizleşti ortalık. Birkaç saniye süreliğine, belki de daha az. Umut, onunla göz göze geldi. Otuzunda var yok, genç, sakallı bir adam, Rosa dedi, okyanus ağzını kapadı.

Alnı terlemişti Umut’un. Gözlerini açtı, taşları bıraktı. Yavaşça doğruldu, kapıya doğru yürüdü, kapıya dokundu.

Kimsin dedi, içerden bir ses.

Benim dedi Umut.

Peki sen kimsin dedi içerden ses. Umut biraz şaşkın;

Hikaye tamamlayıcı dedi. Kısa bir sessizlikten sonra;

Çok tuhaf dedi içerdeki ses. Umut sessizce bekledi. İçerden tekrar bir ses duyuldu;

Hey! Hikaye anlatıcı, neden içeri gelip yüzünü göstermiyorsun? Umut;

Hikaye anlatıcı değil, Hikaye tamamlayıcı İçerdeki ses biraz sinirli;

Her neyse işte. Ne fark eder !’

Umut yavaş hareketlerle kapıyı itti. Tahmin ettiğinden çok daha yaşlı bir kadın yatakta yatıyor, gözlerini kocaman açmış ona bakıyordu. Umut;

Sen Rosa olmalısın dedi.

Rosa;

Sende yakışıklı prens! Umut gülümsedi. Rosa gözleriyle yanında duran sandalyeyi işaret etti. Umut yavaşça oturdu. Rosa;

Ne bu şimdi, teselli ikramiyesi mi? dedi.

Umut gülümsedi. Rosa; Umut’un sarılı ellerini fark etti.

‘Ellerine ne oldu öyle?’ Umut ellerine baktı;

‘Halat yüzünden oldu. Gereğinden fazla çaba harcadım bırakmamak için ama sonunda bıraktım.’

Rosa;

‘Ne vardı halatın ucunda?’

Umut;

‘Tam bilemiyorum Rosa ama bıraktıktan sonra rahatladım.’ Rosa;

‘Budalalık etmişsin bu kadar direnmekle! Değmez!’

Umut;

‘Fırtınanın arasındaydım, halatın ucundaki şey beni karanlığa doğru çekiyordu, dayanamadım daha fazla, bıraktım. O sırada onu gördüm!’

Rosa ;

‘Kimi?’

Umut;

‘Balıkçıyı!’

Rosa şaşkınlıkla Umut’a baktı.

Onu gördüm Rosa! Dünya üzerindeki tüm gemileri tek seferde batırabilecek birçok dalgayla baş etti. Ama sonuncusu çok tuhaftı, yapacak hiçbir şeyi yoktu. Seni hep çok sevdi. Ve en son sözü;’

Rosa Merakla;

‘Ne?’

Umut;

‘Rosa!’

Yaşlı kadın, memnuniyetsiz;

‘Rosa mı? Hepsi bu kadar mı?’

Umut;

‘Evet’

Yaşlı kadın;

‘Ne yani şimdi hikaye tamamlanmış mı oldu? Sen buna hikaye tamamlamak mı diyorsun!’

Umut, sakin bir şekilde;

‘Hayır,’

Rosa, yüzünde acı bir ifade ile tavana bakıyordu. Umut;

‘Henüz tamamlanmadı Rosa. Sen hayatta olduğun sürece hikaye devam eder.’

Rosa tüm şaşkınlığı ile Umut’a baktı. Umut hafif boynunu eğerek Rosa’ya baktı. Rosa;

‘Aman tanrım! Sen daha bir çocuksun!’ bir süre sessizlikten sonra Rosa;

‘Son bir şey isteyebilir miyim Prens!’

Umut, tabi anlamında başını salladı. Rosa;

‘Şair Rosa’ diye yazar mısınız?’

Umut elini Rosa’nın alnına koydu. Rosa derin bir nefes aldı ve sessizliğe gömüldü. Umut, masanın üzerinde duran Rosa’nın bir parkta çekilmiş fotoğrafını eline aldı, arkasını çevirdi ve okumaya başladı.

‘Ah balıkçının karısı, kırmızı eşarbın geziniyor saçlarında ve oradan uzanıyor üşümüş yanağına konuyor. Uslu durmuyor kapının altından süzülüyor, seni de peşinden sürüklüyor balıkçının karısı ve hadi diyor, denize. Önde kırmızı bir şerit, hemen arkasında saçların ve peşinde sen. Denize katılmak üzere olan küçük bir dere gibi uzaklaşıyorsunuz.

Ahşap masanın başında bekliyorum seni, karışmadan önce denize biraz laflamak için gelir misin?

Ahşap ve isli masanın hemen başında, ayaklarımın altında taş zemin, ateşin eskimiş alevinde ısınmış. Alevlerin üzerinde bir çaydanlık asılmış siyah bir zincire, sallanıyor. Buharlaşan su kaçıp gidiyor, dumanla sarılı bir geçitten ve değince rüzgârın soğuk diline, damla olup küçük derenize karışıyor.

Kapalı bir kavanoz bırakmışsın balıkçının karısı, masanın üzerinde, eğip başımı kulağımı yapıştırıyorum buharlı camına, içinde bir şarkı tıkırdıyor, umutsuzca cama çarpıyor. İrkiliyorum, küçük ellerini görünce şarkının. Az da olsa duyuyorum sesini, az da olsa görüyorum acını. Gizlemişsin, parçalara bölmüşsün, ufak parçalara ve her bir parçasını başka bir kavanozun içine gizlemişsin, raflara dizmişsin. Zeytinler, mısırlar, yeşil domatesler ve kestane balı, hepsi seninle aynı sırrı saklıyor olmalı.

Kızıl bir küre denizde ıslanmaya başlıyor usul usul, hemen önünde saçların, peşinde sen, sonda kırmızı eşarbın sırayla uzanıyor, buradan bakılınca sanki tüm balıklar kanıyor, dalgaların kulağına fısıldıyor; balıkçı diyor, nerede?’