Kahramanın Düşüşü

Hikayeyi okuduktan sonra yorum yaparak düşüncelerinizi bildirirseniz çok sevinirim şimdiden teşekkürler. Kahramanın düşüşü aynı evrende geçen 3 farklı hikayenin ilk ve başlangıç hikayesidir. Hikayeler sırayla geçmiş günümüz ve gelecekte geçiyor. Kahramanın düşüşü ise geçmişte geçen ve hikayeyi oluşturan ana hikayedir. Krallığından sürülmüş bir savaşçının zorlukları ve acıları.

Bölüm 1: İlk Karşılaşma:
Acı ve keder kahramanı oluşturan ve güçlendiren şeylerdir. Bazense şeytanı doğurur. Yaşanan kayıplar bugün olduğumuz kişinin nedenidir. Bir zamanlar güçlü bir kahramandım. Şimdi ise öfke ve kederle intikam peşine düşmüş bir şeytanım. Yıllar önce ki halimi böyle tanımlayabilirim. Ailemi kaybetmeden önce Saklı Cennet Krallığı’nın her yerinde bilinen bir savaşçıydım. İnsanlar bana kahraman diye sesleniyordu. Genç olmama rağmen birçok savaşa girmiş ve hepsinden iyi sonuçlar dönmüştüm. Hiçbir zaman neden savaştığımı sorgulamamıştım. Kralımın ele geçirmemi istediği krallıkları ele geçirmiştim. Amacım sadece verilen görevleri tamamlamaktı ta ki Kayıp Krallık savaşının galibiyetine kadar. Saklı Cennet Krallığı Kayıp Krallığa canavarları kontrol altına alıp köylere saldırtmaktan dolayı savaş açmıştı. Onlarla çeşitli yerlerde savaştık. Onlardan güçlüydük kalelerine kadar çekilmelerini sağladık. Savaş lehimize gidiyordu. Kral beni çağırdı ve kaleyi ele geçirmem için görevlendirildim. 50 kişilik ekibimle görevi gerçekleştirmek için yola çıktım. Onlara verdiğim en önemli emir vatandaşlara zarar vermeyindi. Savaştığımız onlar değil askerlerdi. 50 kişi kaleyi kuşattık ve içeri girdik. Hızlı bir şekilde kraliyet sarayına gittik ve kralın kellesini aldık. Böylece savaş bitmiş oldu. Kral bize Saklı Cennet Krallığı’na dönmemiz için emir verdi. Görev sayesinde uzun bir süre yetecek altın almıştık. Ekibimle uzun bir tatil verebilirdik. Köyüme evime döndüm. Ailem benle gurur duyuyordu. Annem belli etmese de her döndüğümde sevinçten geceleri gizlice dua ediyordu. Savaşın üstünden 1 ay geçti. Biraz avlanmak için ormana gittim. Birkaç yabani tavşan avladıktan sonra köye doğru yola çıktım. Köyüm göründüğü anda yükselen dumanı fark ettim. Hızlıca oraya doğru koştum. Köye vardığımda gördüklerim karşısında dehşete düşmüştüm. Kadın, çocuk demeden herkes vahşice öldürülmüştü. Köy alevler içerisindeydi. Evime doğru koştum. İçeri girdiğimde uzun kılıcı olan bir adam kılıcı anneme ve babama saplamış başlarında sandalyeden bana bakıyordu. Diğer köşe de kardeşimin gözleri yaşlı kanlar içinde ki kafasını gördüm bedeni ise diğer köşedeydi. Öfkeden deliye dönmüştüm. Avda kullandığım mızrakla adama doğru saldırdım. Karşı bir saldırı ile bana vurdu. O kadar güçlü bir darbeydi ki evin dışında ki ağaca kadar fırlattı beni. Ağaca çarparak durmuştum. Savaşçı ise içeriden konuşarak bana doğru geldi:

-Hissediyor musun? İnsanlarının ölümünün verdiği acıyı? Ailenin ölümünün verdiği acıyı hissediyor musun?

-Neden yaptın bunu? Onlar onlar masumdu!

Hızla ona doğru saldırdım. Silahlarımız birbirine kenetlenmişti. Birbirimize üstün gelmeye çalışıyorduk.

-Ne hissettiğimi anlıyor musun?

Konuşurken o kadar sakindi ki bu beni daha da öfkelendiriyordu.

-Senin gibi bir cani ile aynı şeyleri hissetmem.

Onu geriye doğru püskürttüm. Tüm gücümle tekrar ona doğru saldırdım. Belinin yanına sert bir darbe indirdim. Vurduğum yöne doğru yuvarlandı. Sakin bir şekilde tekrar ayağı kalktık ve bana baktı.

-Sen benden farklı mısın ha?

Kılıcını kaldırdı ve bana doğru saldırdı. Saldırısından kaçındım bu esna da hızlıca etrafında dönerek tekrar kılıcını bana doğru savurdu. Son anda saldırısını mızrağım ile engelleyebildim.

-Kayıp Krallığı düşüren meşhur kahraman Gümüş Kılıç Ragnor! Sen masum musun?

İlk defa sinirli bir şekilde konuşmuştu.

-Ne demek istiyorsun?

-Benden daha çok ölmeyi hak ediyorsun.

Bu son lafı oldu sonrasında daha ciddi bir şekilde savaşmaya başladı. Birbirimize üstünlük kurup yenmeye çalışıyorduk. Birkaç kesik aldım fakat onun yaraları bana göre daha derindi. Yine de tüm gücü ile çarpışmıştı benimle. Son darbeyi vurmanın zamanı gelmişti. İleri doğru püskürttüm kılıcını tekrar savurduğunda ona engel oldum ve kılıcını düşürdüm. Mızrağım ile yere yıkmak için vurdum. Düştüğü esna da gözlerinde ki yaşı gördüm. Biranda sakinleştim. Ölümden korkacak biri değildi öyleyse neden? Mızrağımı boynuna dayadım.

-Neden köyüme saldırdın?

-Senin krallığıma saldırmanla aynı nedenden dolayı.

-Krallığına? Sen Kayıp Krallık’tan mısın?

-Tebrikler bildin artık bitir işimi. Kayıp Krallıktan kalan son kişiyi de öldür.

-Son kişi mi?

-Dalga mı geçiyorsun benle! Babamı öldüren onunla yetinmeyip şehirde ki tüm insanları katleden sen değil misin?

-Katletmek mi? Hayır ben sadece kralı öldürmek için emir verdim. Şehirde ki insanlara dokunulmayacaktı.

-Yalan söylüyorsun!

-Hayır bu neden oldu? Kralla anlaşmıştım o insanlara zarar verilmeyecekti. Biz sadece köylere saldırdığınız için

-Köylere saldırmak mı? Biz kimseye zarar vermedik aksine o köyleri senin krallığından koruduk.

-Bu doğru olamaz. Beni kandırmaya çalışıyorsun!

-İnanmıyorsan Kayıp Krallığa gidip gözlerinle görebilirsin. O cesetler orada öylece duruyor.

-Bana olanları anlat lütfen.

Bir müddet bana baktık. Sonra anlatmaya başladı.

-Bir yolculuktan dönmüştüm. Döndüğümde her yerde cesetler vardı. Canlı kimse kalmamıştı. Bebekleri bile

Yutkundu ve konuşmak için zorladı kendini.

-Katletmişlerdi. Öfkeyle suçluyu aradım ve seni buldum. Lütfen artık öldür beni.

-Hayır ben bunu yapamam.

-Öyleyse ben yaparım.

Son gücüyle kendini mızrağa doğru yiterek intihar etti. Olanlara inanamıyordum. O anda neden savaştığımı sordum kendime. Büyü gücümü kullanıp Kayıp Krallığa gittim. Hala içimde bir yerlerde yalan söylüyor belki deyip durdum kendime.

-Kutsanmış ışık bana kutsal yolculuğu bağışla.

Bu büyü sayesinde daha önce gittiğim yerlere ışınlanabiliyordum. Oraya gittiğimde savaşçının doğruları söylediğini anladım. Şehrin her yerini ölüm kokusu sarmıştı. Cesetler çürümeye başlamış, hayvanlar için bir yeme dönmüşlerdi. Şehir yamalanıp öylece bırakılmış. Sırayla diğer krallıklara da gittim. Hepsinin sonu aynı olmuştu. Pişmanlık sarmıştı yüreğimi. Her şeyimle bağlı olduğum kral tarafından ihanete uğramıştım. İşte şeytan o anda uyandı. Köyüme geri döndüm. Köyde ki insanlara birer mezar yaptım. Savaşçıyı da ailemle birlikte gömdüm. Savaşlarda kullandığım mızrağımı aldım ve Saklı Cennet Krallığı’nın merkez şehrine doğru yola koyuldum. Tek amacım kralın kellesini bedeninden ayırmaktı. Kutsal yolculuğun en büyük kusuru çok fazla enerji harcaması ve belli bir menzile sahip olmasıydı bu yüzden uzun bir yolculuk oldu. 2. Haftanın sonunda merkeze varmıştım. Şehre girer girmez insanlar kahraman diye seslenip, selam vermeye başlamıştı. Kimse farkında değildi o esnada bir şeytana baktıklarından. Kraliyet sarayına gittim. Gardiyanlar beni çevirdi fakat kralla görüşmem gerektiğini söyleyince zorluk çıkarmadılar. Ne de olsa ben bir kahramandım. Masum çocukların ölümüne sebep olan bir kahraman. Bana her seslenişlerinde daha da öfkelendim. Kralın huzuruna çıktım. Önünde eğildim.

-Ayağa kalk Gümüş kılıç. Söyle ne getirdi seni buraya?

-Söyler misiniz kralım Kayıp Krallık’ta ki insanlara ne oldu?

-Sana söz verdiğim gibi onlara hiçbir zarar gelmedi biz onl…

Kanlar kralın tahtını kaplamıştı bile. Yalan söylediği an öfkem daha da arttı ve cümlesini bitirmeden kellesini kopardım. Saçından tuttum ve havaya kaldırdım kafasını.

-Bana yalan söylemenin bedeli bu.

Muhafızlar etrafımı sarmıştı bile. Kraliçe ise ne olduğuna anlam bile veremiyordu. Sarayın balkonunu gördüm. Hızlıca oraya koştum ve aşağıya atladım. Beni gökyüzünde gören insanların dehşetini az da olsa hayal edebiliyorum. Havada kralın kafasını bıraktım. Sert bir şekilde yere düştüm. Düştüğüm yol biraz içeri çöktü ve çatladı. Benden sonra da kralın kafası düştü yanıma. İnsanlar şaşkınlıkları geçince paniklediler ve “Bu kral!” diye bağırmaya başladılar. Karmaşadan yararlanıp şehirden çıktım. İntikamımı almıştım ama artık ne yapmalıydım. Krallığım için bir haindim artık. Bende bir gezgin olarak yaşamaya başladım. İlerleyen zamanlarda yaşayabilmem için altın lazım olmaya başladı. Bende gezdiğim yerlerde ufak işler alıp bir müddet idare edecek altın biriktiriyordum. Yıllar geçti gitti eskisinden farklı biriydim artık. O savaşçı kadar cesur olup hayatıma son veremedim. Gezgin olduğumdan dolayı eski ihtişamlı ağır zırhlar yerine hafif zırhlar giymeye başladım. Kafamı kapatan bir cübbe ve yüzümü gizleyen bir maske takıyordum. Sağ gözümde ise bir göz bandı. O savaşçı ile olan dövüşümde bir gözümü benden almayı başarmıştı. Gözümden geriye kocaman bir yara izi ve görmeyen bir göz kalmıştı. Yüzüm kolay kolay seçilmiyordu bu sayede peşimde olan insanlarla çatışma yaşamıyordum. Böylece hikayem de başlamış oldu. Şimdi 32 yaşındayım ve anlattığım olayların üstünden 12 yıl geçti gitti. Alteria krallığına bağlı Luna şehrindeydim. Her zaman ki gibi sabah kalktım hazırlandım ve benim gibi insanların görev alabildikleri meyhanelerden birine gittim. Kendime uygun bir görev arıyordum. Bazen bir taşıma görevi oluyordu, bazen bahçeye dadanan bir yer altı solucanını öldürmem isteniyordu. Benim gibi biri için basit görevlerdi. Aslında daha zor görevler alıp daha fazla paralar kazanabilirdim ama o zaman adım duyulmaya başlar ve peşimde olan insanlar için bir ipucu bırakmış olurdum. Benim gibi insanlara verilen isimler vardı. Kullandıkları silahlara göre Savaşçı, şifacı, büyücü, tılsımlılar. Savaşçılar benim gibi daha çok büyü yerine silah kullanan kişilerdi, şifacılar büyü güçlerini geliştirerek açılan yaraları kapatmaya yarayan ve diğerlerine yada kendilerine güç veren kişilerdi, büyücüler ise şifacılar gibi büyü gücü yüksek olan fakat iyileştirme yerine element kontrolü dedikleri gücü öğrenen kişilerdi bu sayede ateş su gibi elementleri kontrol edip onlarla saldırı yapabiliyorlardı. Tılsımlılar ise yaratıkları evcilleştirebilen bir büyü gücüne sahiptiler silah olarak ise kısa bıçaklar ya da yay kullanıyorlardı. Büyü gücü kullananlar ise uzun sopalara benzeyen fakat büyü gücü ile kontrol edilip büyüyü yaymaya yarayan silahlara sahiptiler. Ben büyü kullanabilsem de bunu gizli tutuyordum. Çünkü benim gibi birini büyü kullanırken görseler bir şövalye olduğumu rahatlıkla anlarlardı. Bana seviyesiz savaşçı lakabını takmışlardı düşük seviye görevleri yaptığım için. Bir zamanın gümüş kılıcı seviyesiz olarak anılıyordu. O gün bir mağara temizliği görevi aldım. Şehrin biraz dışında yaşayan bir çiftçi tarlasının yakınında bir mağara keşfetmiş ve orada bir canavar grubunun yaşadığını onu yok eden kişiye 10 altın vereceğini açıklamıştı. O ödül ile 1 hafta daha yiyecek ve barınma işini düşünmeyebilirdim. Görevi kabul ettim ve çiftçi ile buluşmak için yola çıktım. Oraya vardığımda yaşlı ve çelimsiz bir adam tarlada ki ürünler ile ilgileniyordu. Yanına gittim.

-Kolay gelsin ben verdiğiniz ilan için geldim.

-Hoş geldin delikanlı biraz bekler misin?

-Çabuk olursa iyi olur.

İşini halletti ve beni çardağa götürdü.

-Bana biraz mağara ile ilgili bilgi verir misiniz?

-Büyük olduğunu sanmıyorum geceleri evimden bile orada yanan ateşin ışığını görebiliyorum.

-Anladım peki canavar türünü biliyor musunuz?

-Sanırsam bahçe cinleri.

-Bunu nasıl anladınız?

-Bahçemde ki mahsüller o mağara ortaya çıktıktan sonra azalmaya başladı. Bazı geceler onların ayak seslerini duyuyorum fakat gördüğün gibi delikanlı fazlasıyla yaşlıyım onlara karşı durmak için.

-Anladım.

Bahçe cinleri çok tehlikeli yaratıklar olmasa da sayıları fazla olduğu zaman bunun gibi bir adamı rahatlıkla öldürecek güçte yaratıklardır. Aslında bitki ile beslenen varlıklardır fakat bazen et yedikleri anlarda olur. O zaman çıldırırlar ve büyük bir açlık yaşarlar. Bu olduğu zaman çevrelerinde ki insanlara saldırıp yedikleri çokça görülmüştür.

-Peki gidip orayı temizleyeceğim. Parayı iş bitince alırım.

-Anlaştık.

Mağaraya doğru gittim. Genelde gizli kalmayı tercih eden sinsi yaratıklardır. Kaçmalarını engellemek için mağaranın önüne büyü ile bir bariyer kurdum ve içeri girdim. Umursamaz bir şekilde mağaranın derinliklerine doğru gittim. Onlardan çok fazla korkum yoktu. Yanımda getirdiğim kısa bıçakları kullanmam mızrağı kullanmaktan daha mantıklıydı. Çünkü tavan bir mızrağı savuramayacak kadar alçaktı. Işığa yaklaştım ve orada cinleri gördüm. Kenarda ise parçalanmış küçük bir beden vardı. Bir bebeği kaçırıp yemişlerdi. O anda öfkelendim. İçeride bebeği yemek isteyen 8 tane bahçe cini vardı. Yakın olduğum cine yaklaştım kafasından tuttum havaya kaldırdım ve sol elimde ki bıçakla kafasını yerinden ayırdım. Diğerleri geriye doğru atıldı ve bana karşı saldırmak için pozisyon aldılar. Yerde ki ateşin küllerini ortadakine tekme atarak attım. Sonrasında en solda olan cine hızlıca yaklaştım ve kafasını kopardım. Diğer cin arkamdan saldırmaya çalışınca geriye doğru yumruk attım ve yere düşürdüm. Yanına gittim ve kafasını ezerek parçaladım. 2 tanesi korku ile mağaranın çıkışına doğru kaçtı. Diğer 2 cin sağıma ve soluma geçti ateş attığım ise kendini toparlayıp orta kısımda durdu. O anda bir ateş büyüsü yaptım. Başka zaman olsa bunu yapmazdım fakat o anda ki öfkem ile durduramadım kendimi.

-Gökyüzü kadar aydınlık öfkem gece kadar karanlık nefretim bana düşmanlarımı alt etmek için güç ver. Sana sesleniyorum ateş.

Öfke ile kullandığım büyü fazlası ile güçlüydü. Ateşler mağaranın dışına kadar sıçradı ve engelde ki cinleri de yaktı. Hepsi ölmüştü. Yerde ki bebeğin cesedini aldım. Mağaranın dışına doğru gittim. Görevi veren adam patlamanın sesini duyunca mağaraya doğru gelmiş. İçeriden alevlerin arasından çıktım. Beni gördü ilk başta elimdekine anlam veremedi fakat yaklaşınca bir ceset olduğunu anladı.

-Yoksa o 2 gün önce kaybolan çocuk mu?

Elimde cesetle yanından geçtim.

-İhtiyar bu çocuğun evi nerde?

-Şey buranın biraz ilerisinde ki mavi ev.

Hiçbir şey demeden gösterdiği yönde ki eve doğru gittim. Kapıda bir büyücü vardı. Bir adamla konuşuyordu. Adam o esnada beni fark etti ve bana doğru endişe içinde geldi. Yanıma yaklaştığında çocuğunu tanıdı onu benden aldı ve yere oturdu. Çocuğunun başında ağlamaya başladı. Sesi duyan karısı dışarı geldi olanı anlaması uzun sürmedi. Adamın yanına koşmaya çalışırken biranda gücü tükendi ve yere düştü.

-Üzgünüm oraya gittiğimde çoktan ölmüştü.

-O masum bir bebekti. Başına neden bu geldi Tanrı’m. Neden benim oğlum?

Oradan uzaklaşmam gerektiğini hissettim. Geldiğim yere doğru döndüm. Büyücü arkamdan geldi.

-Hey savaşçı bekle.

-Ne istiyorsun?

Yürümeye devam ediyordum konuşurken. O da arkamdan gelmeye devam ediyor.

-Benim işimi bitirdin ve beni zarara soktun.

-İşini zamanında yapsaydın belki o zaman o çocuk kurtulabilirdi.

-Bana beceriksiz mi diyorsun?

-Belki de sonuç olarak bir çocuk hatta bir bebek öldü. Tek düşündüğün para mı?

-Dünya adil değil yapacak bir şeyim yok.

-Belki işini düzgün yapabilirdin ya da yapabileceğin başka bir iş bulabilirsin kendine.

Hızla önüme geçti ve beni durdurdu.

-Bu ülke de bir kadın olarak başka özgür olabileceğim bir iş yok.

-Yolumdan çekilir misin?

Büyücü bir müddet beni inceledi.

-Bu kıyafet bu silah sen şu seviyesiz savaşçı değil misin?

-Evet şimdi yolumdan çekil.

-Seviyene göre fazla özgüvenlisin değil mi?

-Beni denemek istemezsin şimdi yolumdan çekil iş yaptığım adamdan paramı almam gerek.

-Sana yerini hatırlatmam gerek sanırsam.

Sağ elini baş, işaret ve orta parmağı açık diğerleri kapalı şekilde havaya kaldırdı. O esnada büyü yapacağını anladım elini tuttum ve diğer elimle göğsüne doğru yumruk attım ve ileri doğru fırlattım.

-Seninle kavga ederek harcayacak vaktim yok. Yolumdan çekil.

-Benim ise seninle kavga edesim var. Gökleri aydınlatan ışık bana gücünü bahşet. Ateş patlaması!

Büyük bir ateş topu üzerime doğru geliyordu hızlıca mızrağımı çektim ve alevi ortadan ikiye böldüm.

-Sen nasıl? Neyse sırada ki ile işin bitecek. Işığın gücü bana yıldırımı ver. Yıldırım oku.

Bir elektrik akımı üzerime doğru geliyordu. Tekrar mızrağımı ona doğru tuttum. Tüm yıldırımı mızrağımda biriktirdim ve yere doğru vurarak saldırıyı ona geri püskürttüm. O sırada bir koruma büyüsü yaptı ve kurtuldu.

-Seviyesiz birine göre fazla güçlüsün he.

-Ciddileşmeden yolumdan çekil.

-Demek ciddi değilsin. O zaman bunu durdur. Sonik patlama!

Büyük bir ses dalgası şoku üzerime doğru geliyordu. Bundan kaçınmam imkansızdı. Bana vurduğunda kulaklarım patlayacak gibi hissettim. Burnum ve kulaklarımdan kan gelmeye başladı. Ama asıl saldırıyı ondan sonra yaptı tekrardan bir yıldırım oku fırlattı son anda fark edip mızrağımla durdurmaya çalıştım ama saldırının etkisi ile geriye doğru fırlattı beni. Sadece gidip paramı almaktı istediğim. Bir bebeğin ölümü yeterince sarsmıştı zaten. Sinirli bir şekilde yerden kalktım.

-Belli ki rahat bırakmaya niyetin yok o halde ciddileşirim bende.

-Sonik patlama!

Üzerime gelen şok dalgalarından hızlıca kaçtım. Yıllarca ağır zırhla savaşan birinin en büyük avantajlarından biri hafif zırhlarda hızlanmasıdır.

-Ney sen nasıl olurda sesten hızlı hareket edebilirsin?

-Ufak bir yanılgın var sesten değil büyünden hızlı hareket ettim. Ama bu daha başlangıç.

O sırada hızlı bir adımla ona doğru hareket ettim. Gözleri beni algılayabilecek kadar hızlı değildi. O yüzden binevi kısa mesafe ışınlanma gibi bir durumdu hız yeteneğim. Panikle koruma büyüsü yaptı. Ama koruma büyüleri sadece büyü saldırılarını engellerdi. Yanına geldim ve sert bir yumruk attım karnına. Darbenin etkisi ile yere yığıldı. Öylece bırakıp yoluma devam ettim. Arkamdan tüm gücü ile sesleniyordu.

-Dur bekle ben sadece seni…

O esnada bayıldı.

Şimdilik ilk bölümü yayınlıyorum devamı da gelecek yorumlarınızı bekliyorum. Link paylaşmak serbest mi fikrim yok konu kapanmadan moderatör arkadaşlar uyarırsanız kaldırım linki

wattpad’dan takip etmek isterseniz: https://www.wattpad.com/myworks/188067582-kahramann-d

Hocam biraz acımasız gelebilir lakin, anlatım bozuklukları, imla hataları, noktalama eksiklikleri derken yarısına gelemeden bıraktım okumayı. Hikaye için bir şey diyemem lakin çok iyi bir göz tarafından kontrol edilip düzeltilmeye ihtiyacı var.

1 Beğeni

Zaten istediğimde acımasız yorumlar birileri hatalarını göstermeden düzeltmek zor bazı şeyleri yorumun için teşekkürler

RPG senaryosu okuyormuş gibi hissettim. Affedin fakat bana konu klişeymiş gibi geldi.

Ragnor, Ragnar’dan geliyormuş gibi. Luna şehri ismi birçok kitapta kullanıldı. Google’a Luna şehri yazıp görsellere baktığınızda birçok kurgusal şehir haritası çıkıyor. Kayıp Krallık, Saklı Cennet Krallığı da fazla basit.

Bu cümle çeviri kitap okuyormuşum hissi verdi. Günlük hayatta duymadığım ve muhtemelen amerikan filmleri dışında duymayacağım bir cümle.

İmla hataları da mevcut. Onlar kolayca düzeltilebilir ama daha özgün bir şey bekliyordum.

Aslında sizinle Frp oynamak isterdim. Bu senaryodan eğlenceli bir Frp oyunu çıkabilir :slight_smile:

1 Beğeni

Aslında zaten esin kaynağım rpg animeler isimler konusunda haklısınız zaten bir yerlerde geçtiği için aklımda kaldıkta gelmiştir o isimler fakat o isimlerin böyle insan kulağına ayrı bir tınısı var gibi :slight_smile: ragnor ragnardan gelme fakat sanırsam vikinglerden yola çıkarak yorum attınız fakat malesef izlemediğim bir dizi ismi daha çok anlamından dolayı esinlendim savaşçı manasına geldiği için diğer şehir isimlerinin basit olması konusunda da o kısım üşengeçliğim diyebiliriz gerçekten isim bulma konusunda berbat biriyimdir :slight_smile: imla hataları galiba ülkede türkçeyi kötü kullananlardan biride benim benim gözüme hata gibi gelmiyor bazen ama tekrar tekrar okudukça buluyorum hataları özgünlük konusunda ise aslında yazılan herşey birbirleri ile benzerdir sadece işlenişleri farklıdır kimisi farklı boyutlarda işler kimisi benim gibi diğerleri ile benzer şekilde aklıma geldiği için yazdım hikayeyi dediğim gibi bunun tamamının devamında 2 farklı hikaye daha var farklı zamanlarda geçen devamınıda ilerleyen zamanlarda paylaşacağım yorumun için gerçekten teşekkürler :slight_smile: oynadığınız bir rpg oyununada zevkle eşlik edebilirim bense tera, aura kingdom ve vindictus oyunlarını oynuyorum eşlik etmek istersende beklerim :slight_smile:

1 Beğeni