Kara Kış (Bilinen İlk Adı) 1. Bölüm

Merhaba, daha önce yazdığım ama devamını getirmediğim bu çalışmamın ilk bölümünü ilk defa sosyal medyada; okuma hakkını verecek bir platformda paylaşmak istedim. Sonrasında üzerinden çok fazla geçtiğim ya da düzenlediğim söylenemez. Umarım ki beğenirsiniz. Eksikler ve hatalar için de şimdiden kusura bakmayınız. Düşüncelerinizi esirgemezseniz çok memnun olurum; çünkü artık yazdıklarımı saklamayı düşünmüyorum.


Öte denizin az gidilen yerlerinden birinde tarih öncesinden gelmeyi başarmış insanların keşfettiği ve ada sayılamayacak büyüklükte olan bir kıta yer almaktaydı.

John Smith bu kıtanın kuzeyinde kalan tepelerde kurulmuş Gornhell kasabasının mahkemesinde sanık kürsüsüne çıkmış, yargıca telaşını belli eden bir ifadeyle bakıyordu. Kasaba halkı sabahın erken saatlerinde kasabının meydanındaki bu salonda toplanmış bıkkın bakışlar içinde sonucu beklemekteydiler. Yargıç mahkemedeki kasabalıların gergin gürültüsünü önce tokmağını masaya vurarak susturmaya çalıştı. Yeterli olmadığını anlayınca da susmaları için o beyaz gür sakallarının arasından zor seçilen ağzını genişçe açarak kalabalığa bağırdı. Kalabalık sessizleşince de günlerdir aranan sanığa yöneldi.

“Tekrar soruyorum John Smith, kasaba sınırlarını neden ihlal ettiniz?”

John Smith bir suç işlemenin vermiş olduğundan çok pasifliğin ve zayıf karakterinin getirmiş olduğu ürkek halleriyle yutkunuyor ve dudağı titriyordu.

“Konuş seni aptal herif! Bütün gün senin burada tek kelime etmeni bekleyemeyiz!” dedi kalabalıktan bir ses.

Yargıç Dunkon ağırlığını bozmadan ilginç bakışlarıyla John Smith’e bakmaya devam etti.

“Bay John?”

Kısa bir sessizliğin ardından bu açlıktan iyice zayıflamış olan genç adam alçak bir tonda konuşmaya başlamıştı.

“Kış” dedi emin olmayan bir ifadeyle.

Yargıç derin bir iç çekti.

“Ne demek istediğiniz anlaşılmıyor Johh Smith, lütfen soruma tatmin edecek açıklıkta yanıtlar veriniz. Eğer hala yanıt vermezseniz apaçık bir suç işlediğinizden mütevellit yarın akşam kasaba meydanında idam edilerek cezanızı çekeceksiniz. Şimdi soruyorum; kasaba sınırlarını ihlal edip gitmemeniz gereken yerlere neden adım attınız?” Yargıç bu son soru cümlesini kurarken ses tonunu oldukça yükseltmiş ve sanığa bu senin son hakkın mesajını vermişti adeta.

Smith’in telaşı kendini savunmak için bozulan suskunluğundan ve duraksayan konuşma tarzından apaçık belli oluyordu. Dönüşü olmayan ikazlar onu daha da korkutmuş olacaktı ki savunması, vaziyetinin önüne geçti.

“Köpeğim yargıç… Köpeğim Ren’i kasabanın batısındaki ormanda gezdiriyordum. O… O çok akıllı bir köpektir; ama beni bıraktı. Anlıyor musunuz? Köpeğim beni bıraktı ve havlayarak ormanın derinliklerine doğru koşmaya devam etti. Ren beni duymadı. Belki de duydu ama köpeğim beni bıraktı. Öylece bırakıp gitti. Durduramadım.”

“Sınırı köpeğiniz mi ihlal etti Bay Smith” dedi Dunkon. O sırada mahkeme salonundan hafif gülüşmeler yükseldi.

“Ben onu sadece geri getirmek istemiştim. Sınırı aştığımın farkında bile değildim efendim”

“Köpeğinizi buldunuz mu?”

Smith bir an sessizleştikten sonra iki elinde sıkarak tuttuğu şapkasına baktı. “Buldum efendim” dedi.

“Yalan söylüyor bu piç! Onu ormanda bulduğumuzu bir ağacın boş kavuğuna saklandığını size söyledim kürsüde. Seni yalancı herif! Köpek zırvalıklarıyla bizi kandıracağını mı sanıyorsun?” Diye bağırdı tanık Şövalye Gerald. Mahkeme salonu çok kullanılmadığı için ısıtılmıyordu. Hava düne göre çok daha soğuktu ve Gerald bağırdıkça ağzından çıkan buhar daha çok belli oluyordu. Yanında oturan diğer tanık şövalyeler onu yatıştırdı. Kasabanın denetiminden bizzat sorumlulardı ve John Smith’i ormanda gece yarısı bulup sabah mahkemeye çıkmasını sağlayan onlardı.

“Bay Gerald size söz hakkı tanındı. Söyledikleriniz dikkate alındı. Lütfen sessiz olun!” dedi Dankon, yatıştırıcı bir ifadeyle. “Köpeğiniz nerede Bay Smith? Onu bulduysanız neden geri dönmediniz? Ya da şövalyelerimizin söylediği gibi bir ağacın kavuğuna saklandığınız doğru mu?”

John Smith her ne kadar pasif bir adam olsa da bir şeyleri ifade edememek ve insanların ısrarla serzenişleri onu usandırmıştı ki bakışlarını şapkasından kaldırıp ilk kez güç göstergesi gibi duran hırslı bir bakışı yargıca, Dunkon’ın gözlerine sabitledi.

“Köpeğimi parçalanmış bir halde buldum efendim. Onu ben bulduğumda çoktan bir şey paramparça etmişti”

Bu yanıtının ardından mahkemede fısıldaşmalar oldu. “Bu adam deli ve bizde onun seyircisiyiz, onu boşuna yargılıyorlar. Böyle birinden kanunlarımıza uymasını beklemek nasıl bir adalettir” dedi Bayan Carol. Yanında oturan yaşlı Veronika kulağına eğilerek “Değirmeni tamir ettiğine tanık oldum. Sanıyorum aklı yerinde birisini seyrediyoruz” dedi.

Yargıç sessizlik için tokmağını masaya vurduktan sonra tekrar sanığa yöneldi.

“Köpeğinizi tam olarak ne şekilde buldunuz”

“Onu, karnı deşilip bütün iç organları dışarıya çıkartılmış halde buldum. Gözleri yuvalarından çıkarılmıştı; ama her ne ise onu yemek için öldürmemişti. Benim sevimli Ren’im, can dostum. Huzur içinde uyusun”

“Köpeğinizi insan dışında bir şeyin mi öldürdüğünü düşünüyorsunuz?”

“Evet efendim”

“Bunu düşündüren bir gerekçeniz var mı?” Derken şüpheli bir tavır takındı Dunkon.

“Bunu bir insan yapamaz efendim. O benim köpeğimdi. Bunu yapan insan olamaz” ses tonu alçaktan ve hüzünlüydü.

“Peki, Bay Smith. Günlerdir ormanda aranıyorsunuz. Köpeğinizi bu şekilde bulduktan sonra neden geri kasabaya dönmediniz. Sizi bir ağaç kovuğunda saklanırken bulduysak eğer bu dikkat çekici bir durumdur”

Yargıcın sorusuna sanıktan yanıt gelmedi. Ellerinin titremesi devam ediyor solgun yüzü korkusunu ele veriyordu. Saatlerin vermiş olduğu bıkkınlık ve gerginlik geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bu kalabalığın yüzünden çok net okunuyordu.

“Burada beklemekten kıçımız donacak. Sabahtan beri buradayız ve daha yeni yeni konuşuyor hain herif. Her şey ortada! Bence cezası hemen şimdi verilmeli” diye kendi kendine söyleniyordu jürideki George Sam.

“Suç onda değil. Bu yargıç nereden geldiyse bütün saçmalık onun eseri.” Diye eğilerek karşılık verdi Şerif Bulton. “Sabahtan beri lanet olası adamın konuşması için iki kez ara verdi ve bu orospu çocuğu daha yeni yeni saçmalamaya başlıyor. Davayı uzatan bu Yargıç bozuntusunun yerinde ben olsaydım çoktan cezalandırmıştım şu kanunsuz herifi”

Şerif fısıldaşmadan sonra doğrulup mahkeme salonunun penceresinden dışarıya bakmaya başlamıştı. Hava tepede güneş olmasına rağmen gittikçe kötüleşiyordu. Dışarıda rüzgârın sesi salondan içeriye sızıyordu. Parşömen kâğıtları sokakta delice savruluyordu. Jüri yargıç kadar sabırlı değildi ve gittikçe sabırları tükeniyordu.

“Bay Smith, bütün tanıklar ifadelerini verdiler, lütfen sorularıma siz de yanıt veriniz. Aksi halde cezalandırılmanızı onaylıyorum”

Kalabalığın gergin ve öfkeli bakışı içerisinde Dunkon temkinli ve sabırlı bakışlarıyla sanığın içine inmeye ve onu yeteri kadar dinlemiş olmaya çalışıyordu. John Smith tedirgin bir şekilde döndü ve önce sol arkasındaki sonra da sağındaki kalabalığa baktı. Ardından gözlerini tekrar Dunkon’a dikti.

“Efendim… O orman… Ormanda normal olmayan bir şeyler vardı. Korktum ve yolumu kaybettim.” Konuşmaya devam etmek için dudaklarını oynattı ama durdu John.

“Ne demek istiyorsunuz Bay Smith” dedi Dunkon sıkılmış bakışlarla.

Yargıcın bu bakışları karşısında Smith gözlerini bir anlığına kapayıp açtı ve derin bir nefes aldı. Ardından yutkundu ve konuşmaya başladı.

“Ölüm geliyor efendim. Asırlar sonra yeniden üzerimize sonsuzluk gibi çökecek. İnsanların aklını kaçırtan o şey yeniden geliyor. Ormanda gördüğüm şeyden eminim. Geceleri korkutmak için anlatılan kara kış tekrar geliyor.” John korku dolu bakışlarıyla sesi gittikçe yükselerek ve mahkemedeki bütün sesleri öldürerek konuşmuştu.

Bu söylenen karşısında bir anlığına bütün salonda bir sessizlik oluştu. Yüzlerde şaşkın ve donuk ifadeler vardı. Sanık Smith hiç beklenmedik ve bu kadar ciddi bir şekilde konuşulmasından hiç hoşlanılmamış bir şeyden bahsetmişti.

Sessizliği bir müddet sonra Bayan Veronika bozdu. Hiddetlenerek yerinden kalktı. “Seni pislik, kadim kitabımızda anlatılanları ağzına alarak buradan sıyrılmaya çalışma. Atalarımıza ve ruhlarına bir hakarettir bu. Yakın bu adamı!” kalabalık yaşlı kadının bu çıkışıyla söylenmeye başlamıştı. Yargıç susturmak için tokmağı tekrar eline almıştı ki John Smith erken davrandı ve kalabalığa döndü.

“Kadim kitabımız üzerine yemin ederim ki doğru yaşlı bayan. Kuşlar gitmiş, ormanda tek bir kuş bile yoktu. Yer çiçekleri kurumuş ve sönmüş. Tıpkı tarih öncesinde anlatıldığı gibi oluyor. Hiçbir şey olduğu gibi değil.”

“Yer çiçekleri nasıl kurur? Bu imkânsız. Bu mevsim tam da onların mevsimidir.” Dedi Bayan Katherine. O bir falcıydı.

“Tıpkı kadim kitabımızdaki gibi! Normal bir kış değil bu. Her yerin karardığı, ölüm soğuğunun kar fırtınasıyla çöktüğü bir kış. “ Smith bunu söylerken falcıdan daha fazla cesaret almış gibiydi.

“Doğru söyleyip söylemediğini öğrenmeliyiz. Bu çok daha büyük bir suçtur. Eğer yalan söylüyorsa idam edilerek değil yanarak cezasını vermelidir.” Bunu bağırarak söylerken ayağa kalkmıştı Şerif Bulton.

John Şerife dönerek “ Gidin ve ormana bakın. Acele edin. O Fırtına gelmeden önce bir şeyler yapmalıyız. Doğru söylediğimi göreceksiniz” Dedi.

Ardından gözlerini yargıca dikti. “Bizi bekleyen senelerce süren bir soğuk değil. Kitaplarımızda o fırtınanın içinde nelerin hüküm sürdüğü, yaşayanların başına nelerin geldiği anlatılıyor. O kar fırtınalarıyla birlikte başka şeylerde gelecek yine. Sonumuz soğuk bir karanlık olacak”

Dunkon kaygılı ama emin olmak isteyen bir ifadeyle dinliyordu. Sessizliğini bozdu ve “Bayan Rita öldü” dedi. “Kadim kitabımızı en iyi bilen kişi kendisiydi. Bu salonda kitabı bu kadar iyi bilen başka bir kimse yoktur. Kışın geleceği hatta geldiği mevsimden ve havadan belli Şerif! Sanık Bay Smith kendini fazla kaptırmış olacak ki bunun onun akıbetini değiştireceğini sanıyor. Suç suçtur ve gelen bir kış sizin işlediğiniz suçu aklamıyor. Yanıtlarınız tatmin edici yanıtlar değil. Son arada jüri ile bir karara oturduk. Eğer yanıtlarınız tatmin edici bir sonuca bağlanmazsa cezanızı jüri olmadan onaylayacaktım. Tüm mahkeme huzuru önünde itirazı olan yok ise sanık John Smith’i kasaba kanunlarından olan sınırı ihlal etmeme maddesini çiğnediğinden dolayı onu idama mahkûm ediyorum. Ayrıca kadim kitabı aklanmak için kullanmasından dolayı idam edildikten sonra da kasaba meydanında yakılması cezasını da onaylıyorum. Mahkeme bitmiştir.” Salonda gergin bir gürültü yükselmeye başlamıştı. Kimisi karara sevinirken kimisi emin değildi.

Kasabalılar salondan çıkmak için ayaklanmıştı. Birden mahkeme kapısı büyük bir gürültüyle açıldı ve bekçi ölürcesine bağırarak içeriye attı kendini. Kalabalığın sesi çoktan uçup gitmişti. Rüzgâr açılan kapıdan içeriye gerilim dolu bir fısıltıyla giriyordu. Kadınların saçları havalanıyordu.

“Kara kış geliyor” diye bağırmaya başladı salonun sessizliğinde bekçi. “Kaçın, ölüm geliyor! Kara kış hepimizi yutmaya geliyor.” Salondaki herkes donup kalmıştı. Hiç kimseden bir süre ses çıkmadı. Herkes olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu ve gözler donuk bir ifadeyle bekçiyi izlemeye devam etti.

“Gördüm” dedi bekçi. Dizlerinin üstüne düşmüş nefes nefese bağırıyordu. “Dağların ardından karanlık bulutlar hızla yaklaşıyor. Gökten beyaz dev hortumlar iniyor. Geliyorlar. Bu gelen kara kış! Onu gördüm, hepimiz öleceğiz!”

Mahkeme salonunda şaşkın ve donuk yüzlere yalnızca rüzgârın ağır sesi eşlik ediyordu.


Rıhtıma hoş geldiniz. Forumun kötü çocuğu olarak ilk taşı ben atayım istedim. :slight_smile:

“Yargıç mahkemedeki kasabalıların gergin gürültüsünü önce tokmağını masaya vurarak susturmaya çalıştı.” Burada gergin sıfatını alması gereken özne kasabalılar olmalı.

“Mahkeme salonu çok kullanılmadığı için ısıtılmıyordu. Hava düne göre çok daha soğuktu ve Gerald bağırdıkça ağzından çıkan buhar daha çok belli oluyordu.” Öyküleme sırasında bize ön bilgi vermek yerine bunu alt metine yerleştirmelisiniz. Örneğin; “Gerald bağırdıkça ağzından yükselen yoğun buhar içinde kaynayan kazanın göstergesiydi. Diğer yandan, pek de sık kullanılmayan mahkeme salonunun dondurucu havasının da bu görüntüde bir payı olabilirdi.” Bu benim aklıma gelen ilk örnek. Siz eminim çok daha iyisini bulabilirsiniz.

Bu arada John Smith’i tanımlarken kullandığınız “pasif” sıfatını çekingen olarak değiştirmelisiniz bence.

“John Smith her ne kadar pasif bir adam olsa da bir şeyleri ifade edememek ve insanların ısrarla serzenişleri onu usandırmıştı ki bakışlarını şapkasından kaldırıp ilk kez güç göstergesi gibi duran hırslı bir bakışı yargıca, Dunkon’ın gözlerine sabitledi.” Uzun cümle kurmak kolay bir zanaat değil. Bence bağcıklar birbirine dolanıyorsa cümleler bölünmeli.

Yazıda “Winter is coming” havası sezmedim değil. :slight_smile: Anlatımınız ve diyaloglarınız yerinde olmakla birlikte daha kapsamlı bir yazı adına değerlendirme yapmak için bu miktar oldukça yetersiz. Kaleminize sağlık.

1 Beğeni

Dediğim gibi hızlıca yazılmış ve üzerinden detaylıca geçilmemiş bir öykü. Biraz da kendimi sınıyorum. Öykü yazmak konusunda konuşursak çok sık yazan, pratik yapan birisi değilim. Oturup ciddi zaman ayırdığım çok az vakit var. Bir oturuşta yazar kalkarım genelde. Daha kapsamlı çalışmalarım hep yarım kaldı. Bu yüzdendir ki kendimi sizlerin yorumları aracılığı ile sınıyorum. Bu işe devam edecek maya var mı yok mu diye. Paylaşma sebebim bu, hayal gücüm oldukça geniş olduğu için. Söylediklerinizi dikkate alarak tekrar üzerinden geçerim. Çok teşekkür ederim.

Bu işin hamurunda elbette ki yetenek de var. Ancak çok okumak altın kural. Burada benden çok daha değerli birçok yazar var muhakkak. Aslında yazdıklarınızı interaktif bir şekilde paylaşabileceğiniz bir yazar grubunuz olması bu işi her daim birkaç fersah öteye taşır. Tanıdığımız, bildiğimiz birçok yazarın etkileşimde bulunduğu yazarlar veya bu işten anlayanlar grubu var(mış). Öte yandan hayatı daha hızlı yaşıyor, daha çok sosyal medyada boş işlerle vaktimizi öldürüyor ve daha az üretiyoruz. Edebiyat da “fast food” kültüründen nasibini aldı bana göre. Uzun yazılar veya üzerinde düşünülmesi gereken yazılar okunmuyor. Buna karşın reçete tipi yazılar rağbet görüyor. Sürekli okumalı ve farklı fikirler dinlemelisiniz. Özellikle de sizin inandıklarınıza ters düşen fikirleri. Eğer zaman içinde, eski ürettiklerinizi beğenmemeye başlarsanız ilerliyorsunuz demektir. Ben, bundan 2 yıl önce yazdıklarımın yeterince iyi olmadığını düşünüyorum. Muhtemelen 2 yıl sonra da bugün yazdıklarımın iyi olmama ihtimali üzerinde kafa yoruyor olacağım. Sağlıcakla kalın.

Mutlaka öyle olacaktır. Küçükten başlayıp temeli sağlam kurmak benim için en önemlisi. Elbette ben de daha önce bu gün yazdıklarımdan daha vasat işler çıkarıyordum. Bunun bir kabul eşiği var. Kamçılanma bazen çok önemli olabiliyor. Ben bu yeteneğimi ve hayal gücümü çok ihmal ettim. İnsanlar mutlaka denemeli, üzerine gitmeli. Fakat ilerlerken, yazdıklarımızı daha ileri bir seviyeye taşırken daha edebi olmak adına aşırı ağdalı cümlelere; benzetmelere, süslü ifadelere ve düşündürmek adına cümleyi sürekli derin kelimeler ile oluşturmaya da karşıyım. Yalınlığın ve edebi olmanın buluştuğu harika bir yer var. Bunu yapanlar da işte o muhteşem yazarlar. Zaman gösterecek.

1 Beğeni