Kefaret

Hiç düşünmeden adım attığınız oldu mu? Peki ya hiç kapıdan çıkarken tereddüt etmeden, sorgulamadan geleceğe adım attığınız oldu mu? Düne kadar bu benim için oldukça basit bir soruydu; hayır. Vicdanı bir kenara bıraktığınızda yaptığınız ilk şey, içinizde yapmak istediğiniz dürtüleri faaliyete geçirmek oluyorsa, siz de benim tecrübe ettiğim yollardan geçmişsiniz demektir. Ama bugün bunu değiştirmeye kararlıyım. Gidiyorum, gittiğim yer çok uzakta olabilir. Umutlarımın, inançlarımın ve isteklerimin karşılanmadığı bir yer olabilir hatta öyle olacağı pek muhtemel. Ama yine de korkumu yenmeye niyetliyim. Tabii gittiğim yerde, korkularım da belirsiz olduğundan bu konuda baya bir zorlanacağımın da farkındayım. Bu yüzden sizden yardım istiyorum. Yolculuğumda bana ortak olmanızı istiyorum. Ama merak etmeyin sizden çok fazla bir fedakarlık beklemeyeceğim ya da sırtınıza çok fazla yük bindirmeyeceğim. Sizden tek istediğim, gittiğim yolda benim caymamı engellemeniz. Öyle zorlayın öyle çaresiz bırakın ki beni, geri dönmek bir yana adımlarımı ters tarafa bile düşüremeyecek bir durumda kalayım. Öyle bir gerekçe sunun ki bana, acılarımı dindirmenin tek yolunun bu olduğunun sonunda farkına varayım. Ve öyle acıyın ki bana, bir daha asla böyle bir durumda bulmayayım kendimi. Ama aynısı sizin için de geçerli. Sizi yanımda istememin bir diğer sebebi de bu. İnsan insana benzer sonuçta. Ya da yaşadığımız şeyler aynı olmasa da yaşadığımız hisler aynıdır neticede. Dolayısıyla sizin de korkmamanız gerekir bu uğurda.
Gittiğimiz yer bir mezarlık. Ama bu mezarlık sizin bildiğiniz bir mezarlık değil. Burada ölmüş olanlar barınmaz, buranın bekçisi de yoktur. Hatta evsizler ya da en güvenilir yerin aslında mezarlık olduğunu bilen akıllılar dahi yoktur burada. Burada sadece günahlar ve şanslıysanız da çıkarılan aflar vardır. Neden gittiğimi yavaş yavaş kavradığını düşünenler vardır aranızda illaki. İyi kalplisiniz, hep var olun, ancak sandığınız gibi değil. Yağmurlu bir gün bugün. Etrafımda boylu boyunca uzanan bahçeler, bahçelerin içinde de birbirinden renkli ağaçlar var. Ama ağacın dalındaki meyveler, bu manzarayla tezat oluşturmakta. Meyveler dallarından koptu kopacak. Görebiliyorum dalların bu ağır günahları ve sırları sırtlanmaktan yorulduklarını, ağlamak üzereler ama işinde bir o kadar da profesyoneller çünkü yaklaştırmıyorlar kimsecikleri. Kendilerinin yanına her kim yaklaşsa ve o günahlar ve sırlardan tatmak istese, tarihin en sıradan ama gizli kalmış sırlarıyla anlaşma içinde olan kurtçuklar hemen saldırıya geçiyorlar yavrularını korumaya çalışan anne kedi misali. Tehdit ortadan kalktıktan sonra da sırların güvende kaldıklarını görmek rahatlatıyor onları. Ve zalimce sırıtıyorlar bizim olduğumuz tarafa bakıp. Nefes alıp veriyorum. Rutinleşmiş ritüellerimi tekrar gerçekleştiriyorum. Önce derin derin nefes alıp veriyorum. Sonra bastıra bastıra hatırlatıyorum kendime: Bunu yapmak zorundasın! Ve en sonunda da avucumdaki sıcaklığın neden kaynaklandığını arıyorum. Yağmur sıcak mı yağıyor diyorum kendi kendime. Buna inandırmaya çalışıyorum kendimi. Ama artık iki parçaya ayrılan ruhumdan şeytanileşeni, ezilmiş olana, yani şu anki konuşana baskın geliyor ve sebebini bilsem de hatırlatmaya devam ediyor, tırnaklarımla etimi deldiğimi.
Patikanın ortasında duruyorum. Arkamdaki sonsuz sayıda kuyruk oluşturmuş insanların, yollarını kapadığım için bağırışlarını duyuyorum. Onlara dönüyorum. Yüzlerine baktıkça ne kadar çaresiz gözüktüklerini fark ediyorum. Aynaya bakmak gibi hissettiriyor. Onlara acıdığımı fark ediyorum ama bana kim acıyacak diye de düşünmeden edemiyorum. Patikada ilerleyerek yollarını açıyorum. Bu sayede hem sinirlerini yatıştırmış hem de onlara yeni duygular katmış oluyorum: Yüzleşme korkusu. Yağmur olanca hızıyla yağmaya devam ediyor. Ama bunu kimsenin umursadığını sanmıyorum. Tek istediğimiz sıcacık bir yatak ve de temiz bir vicdan. Bu yüzdendir ki ayaklarımıza bulaşan çamuru ve ıslaklığı hiçe sayaraktan hedefimize ürkek ama kararlı bir şekilde ilerliyoruz ve en nihayetinde de çocukken komşunun pencerelerini indirip de onların bizi yakaladıklarında ya da ana babamız, bize dayak atmadan önce zuhur eden o rutinleşmiş kaçınılmazlıktan doğan korkuyu tadıyoruz bir kez daha. Normalde alışmamız gerekirdi buna. Ama hiç birimiz beceremiyoruz. Becerememiştik zaten bunca zamandır da. Bu yüzden yüzleşmek belki de en kötü durumlardan birisidir hayatta. Ama yapacak bir şey yok. Mezarlık, önümüzde, bizi terbiye etmeyi sabırsızlıkla bekleyen öğretmen ve onun cetveli gibi dikilmekte. Sırasıyla içeri giriyorlar. İki taş sütuna ben mi yaklaşıyorum yoksa onlar mı bana doğru geliyorlar anlamıyorum. Ama zaten içeriye çoktan girmiş bulunuyorum. Herkes kendisine ait olan mezar taşlarının yanına gidiyor. Kafamı hafif kaldırmama bile gerek duymadan gitmem gereken mezara doğru ilerliyorum sanki daha öncesinde gelmişçesine. Mezar taşı ile aramda biraz mesafe bırakıyorum. Son bir kez gözlerimi kapatıp dua ediyorum. Dua ediyorum kirlenmiş ruhuma ve acıyorum ruhuma. Ama bir yanım ise hiç acımıyor kendime. Hak ettiğimi bilerekten gözlerimi açıyorum ve yüzleşmek için onu çağırıyorum.
Mezar taşı ile bulunduğum yerin arasına başından beri bakıyor olmama rağmen artık ondan hallice gözüken, yaratıklaşmış ruhun nasıl ortaya çıktığını anlamıyorum. Anlamama gerek kalmadan boğazımdan tutuyor sanki diyeceklerimi önceden sezmişçesine. Onu yine de hala sevdiğimi söylüyorum. Boğazımı daha da sıkı tutuyor, nefes almakta zorlanıyorum. Suratına bakmamaya çalışıyorum ama gözleri beni kendine doğru çekiyor ve o anda, onun acımasızca bakan gözlerinin ardında bir üzüntü emaresi görüyorum. Daha da derine baktığımda, bana, neden onu aldattığımı sorduğunu gözlerinden anlıyorum. Ama verecek bir cevabımın olmadığını gördüğünde ise tüm o hayal kırıklıkları yerini son derece merhamet göstermeyen bakışlara ve çığlıklara bırakıyor. Kulağımdan sıcak kanın aktığını hissediyorum. Bir yandan boğazımı bırakmıyor oluşu bir yandan da sağanak yağan yağmurun önümü görmeme engel oluşu beni zor duruma sokuyor. Ve en nihayetinde ondan şu cümleleri duyuyorum: BİR ŞEY YAP! Anlamadığımı belli edercesine bakıyorum bir zamanlar deli gibi aşık olduğum kadına. O ise beni çoktan unutmuşçasına ağzını normal bir insanın açabildiğinin iki katı açarak bağırıyor. ‘’YAPTIĞININ BEDELİ OLARAK BİR ŞEYİNİ FEDA ET’’ Boğulmak üzereyim, ellerimle var gücümle kurtulmaya çalışıyorum ondan. Uzun uğraşlar bir fayda etmiyor ve sonrasında yapmam gerekeni anlıyorum. Yerde aniden beliren baltayı görüyorum. Bir yandan o beni tutarken diğer yandan eğilip onu almaya çalışıyorum. Kolumun yırtılıyormuşçasına verdiği acıya karşı dişlerimi sıkıyorum. En sonunda baltayı tutabiliyorum. Gözlerinde yine o belli belirsiz acımayı görüyorum ama yine hemen sonra kayboluyor. Gökyüzüne bakıyorum. Bir yandan nefes alamamaktan gözlerim kapanmaya yüz tutmuşken diğer yandan Ay’ı görüyorum. Nedense içime bir rahatlık düşüyor. Kendisine sığınabileceğimi söylüyor gibi. Son bir kez etrafıma bakıyorum, benim gibi çok zor durumda olan insanlara. Yaptığı şeyler için pişman olan insanlara ve bize hala usulca kikirdiyen kurtçuklara. İkiye ayrılmış olan ruhum ve bedenim adeta eski düzenine geri kavuşuyor. Ve en son hissettiğim yüzümdeki kararlılık ve bedenimin ve ruhumun tamamını kapsayan ömrümde görmediğim bir acı…
Güneşli bir gün. İnsanın böyle havalarda dışarı çıkması gerekiyor. İnsan evde tüm gün boyunca oturduğunda göremiyor bunca güzellikleri. Kokusunu alıyorum çimenlerin. Rüzgar tenimi tatlı tatlı okşuyor ama okşayıp da başka bedenlere geçmesi kıskandırıyor ama nasıl olursa yine gelir diyorum ve yola koyuluyorum. Her şey daha güzel görünmeye başlıyor gözüme. Sanki gerçek yaşamı yeni tadıyormuşum gibi adeta. Bencillik edip kalasım var buralarda ama yapamam çünkü mezarlığa gitmem lazım. Ama bu sefer ki zorunluluktan değil istekten. Dünkü geçtiğim patikadan ilerliyorum. Patikaya varıyorum. Bu sefer tonlarca insan önümde yer alıyor. Her ne kadar onlara acısam da, kendi halime; temiz halime sevinç naraları atamadan duramıyorum. Biraz ilerledikten sonra karşıma günahlar ve sırlarla dolu ağacın meyveleri çıkıyor. Kurtçuklar yine gülümsüyor acizlere; ben ise kurtçuklara. İçten içe sinirlendiklerini sezebiliyorum. Bir kez daha seviniyorum kendi adıma. Mezarlığın olduğu yere varıyorum. Artık korkutucu gelmediğini fark ediyorum. İki taş sütunun arasından gönül rahatlığıyla geçiyorum. Ve aşkımın yanına olanca isteğimle koşuyorum. Beni gördüğüne pek seviniyor. Fiziki olarak hissetmesem de kol kola giriyoruz. Sanki birbirimizin elini tutuyormuşçasına ellerimiz birbirine kenetli. Saatler geçtiğini havanın kararmasından anlıyorum. Ve gitmem gerektiğini söylediğimde ikimizden de bir hüzün parçası kopuyor. Ama biricik sevgilimin gönlünü almak istiyorum. Yine geleceğimi söylüyorum; o da bildiğini söylüyor. Hava iyice karardığı için yolumu göremez oluyorum ve yanımda getirmiş olduğum gaz lambasını yakmaya çalışırken bir atlının neredeyse beni ezeceğini fark edip son anda kendimi kurtarıyorum ama bu sırada gaz lambasını yere düşürüp kırıyorum. Yine de her şeye rağmen başıma bir şey gelmediğine sevinip evime oldukça dikkatli bir şekilde gitmeye çalışıyorum. Ve nihayet eve vardığımda, şapkamı ve giysilerimi çıkarıp suyu kaynatıyorum. Tüm günün yorgunluğunu sıcak bir duşla alacağıma çocuk gibi seviniyorum adeta. Ve duşumu alıp üstümü giymeye koyulurken vücudumdan bir şeylerin aktığını hissediyorum. Ne olduğunu merak edip evdeki gaz lambasını yaktığımda ne akan sıvının kan olduğuna ne de diğer kolum ve bi’ bacağımın kopmuş olduğuna bir türlü anlam veremiyorum.