“Var mıdır aklınızda, böyle yazsaydım-yazabilseydim -kaba tabir ile keşşşke benim olsa - dediğiniz kitaplar?”
Kral Katili Güncesi elbette, okurlar bu kadar uzun süre beklemek zorunda kalmazlardı
Buz ve Ateşin Şarkısı serisini ben yazmak isterdim…
50 yıl önce doğsaydım Tutunamayanlar’ı yazabilirdim. Oğuz Atay ile kafa yapım çok benziyor. Benim yazmaya değer görmediğim her şeyden sanat yapabiliyor.
Kaos Yürüyüşü Serisi, okuduğum başka hiçbir eseri yazmış olmayı bu kadar çok istemedim.
karantina
içimizdeki müzik
Ursula K.Le Guin’in ‘‘Yerdeniz Öyküleri’’ dersem müthiş bir iddiada bulunmuş olurum. Ben bi Ursula olamazdım biliyorum ama çok iyi çevirmen olmak isterdim doğrusu. Yazarın elinden ilk tutan ben olmak… İşte bu.
Her ne kadar bir güruh tarafından siyasi olarak kullanılsa ve bu durumu sevmiyor olsam da Nihal Atsız’ın ruh adamını yazmış olmak isterdim. Hikayeyi degilse bile geri dönen mektubu. Siirleri cok sevsem de o şiirin yazıldığı bir aşkı çok nadir görüyorum şiirlerde.
Vadideki Zambak olurdu kesinlikle.
Açık konuşayım. Bana bunu dedirtebilmiş tek eser Zaman Çarkı serisi.
Edebi boyutu umrumda değil, özgünlük ve kurgu olarak benzer seviyede bir kitap bilmiyorum.
Sanırım, bana 'Tabii ya! Çok doğru." dedirtecek kadar nokta atışlı tespitleri olan, aynı zamanda bunu “Aklıma niye gelmedi?” basitliğinde hikâyeleştirebilmiş her kitap. Eh, kitaplarında bu ikisini yan yana getirebilenler iyi yazarlar oluyor zaten.
Sıra örnek vermeye gelinceyse aklıma ilk gelen isimler genç yetişkin romanları: Canavarın Çağrısı, Duruma Göre Bazen Kızılderiliyim, Zaman Hırsızı, Dünya Büyülü Bir Yer.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku veya Bizim Büyük Çaresizliğimiz olabilir.
İkisi de çok başarılı kitaplar. Barış Bıçakçı ( her kitabını henüz okumadım) favori yazarlarımdan biri, özellikle bir süre yere paralel gittikten sonra, kurgusu itibariyle ders niteliğinde. Bu iki kitaptan birini yazmış olmak istemem ise, tamamen şundan ötürüdür. Barış Bıçakçı veya İlhami Algör olmanın, bu yazarlara ait kitapları okumaktan çok daha keyifli olduğunu düşünmekteyim.
Bir keresinde aklıma bir roman fikri gelmişti. Keyifli bir sekilde şu şöyle olsa nasıl olur, o böyke olsa… diye düsünürken hikâyenin iyice Kafka’nın Şato’suna benzediğini farkettim. Öyle bir gülümseme geldi bana.
Edgar Allan Poe’nun Hans Pfaall Diye Birinin Benzeri Görülmemiş Serüveni adlı öyküsünü yazmayı isterdim. Çok ama çok güzel bir asparagas haber niteliğinde eğlenceli bir öykü. Bu tarz şeyler yazmayı denemeyi bile düşündürttü bana.
Harry Potter
Sefiller
Victor Hugo’nun zekasına hayran olmamak mümkün değil.
Dune’yi ben yazsaydım benden mutlusu olmazdı herhalde.
Keşke Watchmen’i ben yazsaydım ama hayal bile olsa o kadar ciddi bir şey yazamam gibi. Daha eğlenceli şeyler yazabilirim hatta ağlanacak halime gülünecek şeyler olur. Keşke One Piece Luffy karakterini ben yazsaydım. Komple seriyi de yazsam mükemmel olurdu ama Luffy de yeter…
Harry Potter.
Parasını nasıl yerdim ben bile bilmiyorum.
Savaş ve Barış, Notre Dame’ın Kamburu, Karamazov Kardeşler, Romeo ve Juliet, İlyada, Yüzüklerin Efendisi, Edgar Allan Poe’dan Kuzgun ilk aklıma gelenler.