Kötülüğün Dönüşümü 1. Bölüm: Çocukluk

"Kötülük doğuştan gelen genetik bir aktarım mı yoksa çocukken çevremizde yaşadığımız travmaların birikimi mi olup olmadığı yıllardır tartışılan bir konu; bu sorunun cevabı benim için geceyi aydınlatan ay kadar belirgin… Henüz kötülüğün tanımını yapamayacak kadar küçük bir çocukken kötülük damarlarımda geziyordu… Tabii bu bana normal geliyordu. Annemle babam birbirine saygı duyan, birbirilerine sesini dahi yükseltmeyen bir çiftti. Beynime kötülük olarak kodlayabileceğim bir olumsuzluk veya şiddet görmemiştim. Henüz o yaşlarda içimde hissettiğim boşluğu hala dün gibi hatırlıyorum. Anne ve babamdan aldığım sevginin, değerin ya da oynadığım aptal saptal oyunların dolduramadığı bir boşluk. Dünya etrafımda şekillenirken ben bir boşluğun içinde süzülüyordum. Her çocuk gibi gülüyor, her çocuk gibi ağlıyordum ama bunları sanki yapmam gerektiği için yapıyordum. Bu konuyu hiçbir zaman ailemle konuşmadım çünkü bunun bir sorun olduğunu düşünmüyordum, o yaşlardaki bir çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu doğal olarak bilemez. Ama gün geçtikçe o boşluk beni içine çekiyordu…

Güzel bir yaz günü arkadaşım ile sokakta oyun oynuyorduk. İçimdeki boşluk henüz küçücük olan bedenimi ele geçiriyordu sanki. Arkadaşımın yüzüne bakarken masum bir çocuktum ama içimdeki ses ‘Onun nefesini kesersem nasıl hissederim acaba?’ diye fısıldıyordu. Oyun oynadığımız sokağın içinde bir inşaat vardı ve molozları çuvallanarak binanın arkasındaki bahçeye atılıyordu; kamyon geldiğinde ise çuvalları alıp gidiyordu. İçimdeki dürtüyle birlikte arkadaşıma o bahçede çok eğlenceli bir oyun olduğunu söyledim. Oyun oynamayı çok sevdiğinden masmavi gözleri bir anda parlamıştı. Molozların atıldığı bahçeye geldiğimizde sağa sola üst üste yığılmış içi taş dolu çuvallarla karşılaşmıştık. Arkadaşım büyük bir heyecanla ‘Eee hani nerede oyun’ diye sormuştu. Kolundan tutup dört tane üst üste konmuş bir çuval yığının önüne getirdim. Gücümün yettiğince en üstteki çuvalı biraz yukarı kaldırıp onun girebileceği kadar bir boşluk oluşturdum ve ‘Bunların arasına yat’ dedim. O hala oyun oynadığımızı düşünüyordu. Bir tane taşa basıp kendini yukarı kaldırdı ve araladığım yere zar zor yattı. Böylelikle arkadaşım üç tane çuvalın üstünde yatıyor, ben ise onun üstüne denk gelen çuvalı zar zor hava da tutmaya çalışıyordum. ‘Hazır mısın?’ diye sordum. Korkunun enerjisi iyilik ve sevginin yaydığı enerjiden daha yüksekti. Az önce her şeye gülen çocuk gitmiş yerine endişeyle bana bakan ve ne yaptığımı anlamaya çalışan korkmuş bir canlı vardı. Çuvalı tutan ellerimi yavaş yavaş gevşettim… Böylelikle arkadaşım çuvalların arasında kalmış, kafasının genişliği kadar bir boşluktan bana bakıyordu. Acı çektiği her halinden belliydi. Parlak mavi gözleri sanki koyulaşıyordu. Cılız bir sesle ‘Nefes alamıyorum’ dedi. Gözlerinin içine bakıyordum. Gözlerindeki korku, çektiği acı sanki içimdeki boşluğu dolduruyor gibiydi. İkimiz de aynı yaştaydık, ikimizin de bedeni güçsüzdü… Ama içimdeki ses benden daha büyüktü. Artık arkadaşımın yanaklarından aşağıya yaşlar süzülüyordu. ‘Kemiklerim acıyor, nasıl oyun bu?’ diye sormuştu giderek tükenen ses tonuyla. Sonra bir şey oldu! Sanki içimdeki ses sustu ve o çocuk benliğim geri döndü. Hemen üstteki çuvalı yeniden araladım ve arkadaşımı çuvalların arasından çıkardım. Çuvallardaki ufak tefek taşlar kolunu biraz kesmişti. ‘Korku oyununu ne kadar kötüymüş, canın yandıysa özür dilerim’ dedim. O yaşlarda herkes her şeyi oyunmuş gibi algılıyor ve çoğu şeyi sorgulamıyordu.

Bu olayın ardından içimdeki boşluğu doldurmak adına yaptığım birkaç şey daha vardı. Ama kimsenin canına zarar vermemiştim; henüz bir canavar ve katil değildim. Ama hayatım ailemle birlikte çıktığım bir yolculukta tamamen değişti. Kendimi tanıdım, ne olduğumun farkında vardım ve lanetimi kabullendim…"

1 Beğeni