KR Kitap Kulübü #7 Ernst Jünger - Cam Arılar

KR Kitap Kulübü’nde sıra yedinci durakta. Jaguar’ın Prospero Serisi’nin 3. kitabı Ernst Jünger’in “Cam Arılar” adlı eseri bu etkinlikte okuyup tartışacağımız kitap oldu.

Her zamanki gibi bu başlıkta tartışma başlangıç tarihinden (20.04.2019) itibaren kitabın üzerine konuşacağız.

Eserin tanıtım bülteni şu şekilde:

Bir zamanların süvari yüzbaşısı olsa da, artık beş parasız olan Richard, iş bulmak için ordudan arkadaşı Twinnings’in yardımına başvurur. Fakat artık devir değişmiştir: Atların yerini tanklar, kahraman askerlerin yerini iş adamları almıştır. Neyse ki Twinnings, Richard için gizemli bir mucit ve iş adamı olan Zapparoni ile bir görüşme ayarlar. Zapparoni otomat üretiminden film endüstrisine birçok alanda muazzam bir güce sahiptir ve bazı işler için Richard gibi birine ihtiyacı vardır. Görüşme, Zapparoni’nin hem teknoloji harikalarıyla dolu hem de tamamen doğayla bütünleşmiş malikânesinde yapılacaktır.

Richard böylesine güçlü ve zeki bir adamın kendisiyle neden görüşmek istediğini merak ederken, geldiği bu büyülü mekânın gizemini de fark eder: Teknolojinin yeni dünyası ile bir askerin eski dünyasının karşılaşmasıdır bu.

Distopik kurgusu, felsefi derinliği ve insan ruhunun yeni dünya yla karşılaşması sonucu yaşadığı travmayı tasvir gücüyle türünün en iyileri arasında yer alan Cam Arılar , (1957) adeta bir kâhinin şaşkınlığa uğratan öngörülerinin de romanı.

Yirminci yüzyıl Alman edebiyatının en tartışmalı ve özgün yazarlarından Ernst Jünger’in bu sıradışı eserini Mert Moralı Almanca aslından çevirdi.

Kitabın sitemizdeki haberine de göz atabilirsiniz:

Önemli Not: Kitap tartışmasının başlangıç tarihi (20.04.2019).


Son olarak Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü’nün ana başlığına hepinizi bekleriz. Gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.

Tüm etkinliklere göz atmak için Kitap Kulübü kategorisine bakabilirsiniz. Aynı zamanda etkinlikleri Goodreads’ten takip etmek için KR Kitap Kulübü’nün grubunu ve Kayıp Rıhtım’ın ana hesabını takip etmeyi unutmayın.

Keyifli okumalar ve sohbetler hepimize.

5 Beğeni

Yerimi alayım şurdan.
Anketti,kitaptı derken asıl olaya konunun başlığını okuyunca dikkat ettim. Şaka maka derken kulübümüzün 7.etkinliğine başlıyoruz yani nerdeyse 7 aydır yapıyoruz. Hepsine katılım sağlayamasam da katıldıklarımdan çok zevk aldım :cherry_blossom:
Ne güzel yapıyoruz yavv :grinning:

1 Beğeni

Cidden öyle. Umarım daha uzun süre devam eder. :krs:

Prospero kitaplığının en kötü kitabıydı bence.

Okumaya başladım bugün - yani dün saate yeni baktım da :sweat_smile:Şuanlık iyi ya da kötü gibi bir fikrim yok ama gidişattan tahminim baya su kaldıracak bir tartışma olacak yeterince kişi olursa. Konuşmak için geberiyorum ama bir hafta sıkacağız dişimizi.

1 Beğeni

Kitap yorumlarını bekleyen kitlede olmak da heyecanlıymış yahu! Güzellemeler çok olursa alışveriş listemdeki yığın büyüyecek aksi halde para cebimde kalacak. Kitap illeti kumara ancak bu kadar yakın olabilirdi. :sweat_smile:

2 Beğeni

Bitirdiğime göre, ilk yorumu yazabilirim :hugs:

Savaştan dönmüş insanları anlatan her şeyi çok seviyorum. Peaky Blinders hayranıyım; iki dünya savaşı arası dönemde Almanya benim tarihçi kafamı cezbediyor, Felsefede Frankfurt Okulu, Weimar Cumhuriyeti ve hatta Carl Schmitt. Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları serisinde en çok eski askerlerin yeni gerçeklerle yüzleşmeye çalışması hoşuma gitmişti. Cam arıları da bu yüzden biraz beğendim.

Bana en ilginç gelen şeylerden birisi Richard’ın savaşı özlemesi oldu. Birinci dünya savaşında yer aldığını varsayıyorum (çünkü bir süvari), ilk dünya savaşından dönüp de savaş hakkında iyi konuşan çok az olmuştur. Almanya da istisna değil.Star Wars’a ilham kaynağı olan Otto Dix resmini düşünebilirsiniz. Ama, Jünger bu kadar katı değil savaş hakkında. En azından bana öyle geldi.

Kitabın içinde bizim için hala geçerli olan pek çok tema var. Mesela bir yerde, insanın yediklerinden zehirlenmemesi için çok zengin olması gerektiğini söylüyor. Organik gıda işinin ne kadar pahalı olduğunu düşününce hala haklı. (Organik gıdanın daha sağlıklı olduğu bile tartışılır ya…)

Zapparoni’nin şirketi, bizim dönemimizde Google gibi çok daha güçlü şirketlere benziyor. Savaş ne kötü bir şey diye konuşup, Amerika’da ve dışarda savunma kontratlarını götürüyorlar. Bir yandan eğlence sunuyorlar, bir yandan çok daha karanlık tarafları var. Zapparoni’de biraz Elon Musk var, biraz Zuckerberg, biraz Steve Jobs. Bir yandan yaptığı şeyin mutlak iyiliğine inanıyor. Bir imaj oluşturuyor, görünürlüğü destekliyor ve insanlara eğlence sunarken de bunun üzerine oynuyor. Ama kendisini dünyadan tamamen soyutluyor (Zuckerberg’in komşularıyla mahremiyet kavgaları), makinelerle dolu bir dünyada yaşamıyor kendi tarlasını süren çiftçisi var (Jobs’un bize tüketimi kendisine Zen Budizmini uygun görmesi), çalışanlarını umursamıyor sadece hedef odaklı (Musk ve fabrikalarındaki şikayetler).

Cam arılar belki gerçek olacak çok uzak olmayan bir gelecekte. Dünya arı nüfusu son kırk senede yarının altına düştü. Black Mirror’da bir bölümde bu işlenmişti. Şu aralar, dünyanın en yaygın kullanılan porno sitesi bile arılar hakkında bilinç oluşturmak için bir kampanya başlatmış durumda (Link Forbes’tan, güvenlidir!). Yine de, belki dikkatlice okumadığımdan, cam arıların hikayede neye bağlandığını anlayamadım ben. Richard’a geçmişini ve kim olduğunu sorgulatması dışında cam arılar ne işe yaradı hikayede? Belki insan yapımlarının doğayı tekrar kendisini üretmesine izin vermeyecek kadar sömürdüğünün altını çizdiler. Başka da hikayeye katkısını göremedim ben.

5 Beğeni

Bana öyle bir şey söyleyin ki son elli sayfasını yarın okuyayım. Birkaç gün önce gayet güzel başlamıştım sonra ödev yapmam gerelti okuyuş o okuyuş 4 gündür ortadoğu hakkında analizler dışında doğru düzgün bir şey okuyamadım.

(Yarısından çoğunu okudum bari o kısımla ilgili yaz ama o da olmuyor :unamused: Ne yazsam hoşuma gitmiyor siliyorum. )

Bu kitap benim sevmediğim tarzları taşıyor. Öncelikle antıcı biçimini sevmedim. Diğer bir sevmediğim yanı ise bireyin iç dünyasına yapılan uzun yolculuklar. Bunların dışında kitap kimi zaman tarihi, kimi zaman felsefi kimi zaman da bilimsel bilgilerle harmanlanmış idare eder bir roman. Bireyin iç dünyasına yapılan geçişler gerçekten iyi yapılmış bence çünkü kendimi gördüm bu geçişlerde. Zapparoni bildiğimiz Avrupalı entellektüel burjuva. Birikimli, geleceğe yatırım yapan, ince zevkleri olan bir kapitalist. Benim anlamadığım bir askerin kesik insan kulağı gördüğünde kapıldığı korku. Askerler insan uvuzları görürler ve bunlardan dehşete kapıldıklarını görmedim. Aksine insanları parçalayanların kendileri olduğununda farkındadırlar.
Neyse biraz alıntı yapalım:“hatta öyle tipler vardır ki, günah defterleri en ketum papazın bile uykularını kaçırır.”
"odaya hapsedilen pahalı bir sanat eserinin aslındahiçbir değeri yoktur; çünlü o eser, hapsedildiği odada ya solacak ya da ölecektir. Bu yüzden sanat, ancak sevgiyle kuşatılırsa ışıldayabilir. Zenginlerin zamanının, eğitimlilerin ise parasının olmadığı bir dünyada sanat ancak saranıp solmaya mahkumdur. Fakat hiçbir zaman ödünç alınmış ihtişama boyun eğmez. "

1 Beğeni

Herkese merhaba,
Kitabı yeni bitirdim ve ne yazık ki kitabı sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Yazarın anlatım tarzı hoşuma gitmedi, geçmişe yapılan yapılan yolculuklar yer yer gereksizdi bence. Robotlarla ilgili her şeyde, robotları icat eden kişi Tanrı rolünde oluyor her zaman. Burada da böyleydi.

İnsan gibi robotlar günün birinde dünya üzerinde yürüyecek belki ancak bizim o günleri göremeyecek olmamız da çok acı.

2 Beğeni

Kitabı çok sevmemekle beraber bu kadar eski olmasına da şaşırdım. Daha 1 hafta önce yazılmış olsa inanabilirdim. Günümüzü anlatan bir kitaptı çünkü. Hem teknolojinin atbaşı olan insanlar, hem kitabın arı metaforuyla gitmesi -arılar doğal hayatın temeli ve yok olurlarsa tüm ekosistem çöker deniyor ne de olsa- hem de ufak ufak dokunduğu yaşam düzeni. Zor aktı, bazı kısımlar neden vardı bilemedim. Ama taa o zamandan bugünlerin aynısını yazabiliyor olmaları her zaman saygıyı hakediyor hem yazar hem hikaye adına.

4 Beğeni

Merhaba, kusura bakmayın biraz geç katılıyorum.

Savaşı ve sonrasını anlatan, o atmosferi aktaran eserlere karşı benim de @yzkbicak gibi ilgim var. Bu kulüpte daha önce, özellikle savaşı anlatmasa bile savaşı bizzat deneyimleyen Kurt Vonnegut’ın Otomatik Piyano’sunu okumuştuk. Şimdiyse hem yazarı hem de eserin içeriği savaşla içli dışlı bir eseri ağırladık.

Jünger de birçok çarpışmaya katılıyor, yaralanıyor… Vonnegut’ın deneyimleri de çok sertti, Dresden bombalanmasında mahsur kalmıştı. Bunun gibi olayların yazarın kalemine yansımaması tabii ki düşünülemez.

Benim kitapla ilgili beğendiğim ve beğenmediğim taraflar var. Ancak genel olarak bakarsak ortalama bir eser olduğunu söylemeliyim, özellikle “kurgu” konusunda beni rahatsız eden kısımlar oldu.

Şu konu hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. İlk başta kitap dışından yazacağım. Tabii ki deneyimlemedik(m). Savaş insanları bambaşka bir hâle sokuyor, yeni bir “normallik” yaratıyor. Yaratmak zorunda. İnsanlar uyum göstermezse katlanamaz. Her gün ölümün pençesinde yaşamayı tahayyül etmek bile korkutucu. Bunu aktif yaşayan insan yeni bir gerçeklik, normallik oluşturmalı.

Okuduğumuz, duyduğumuz vb. aracılığıyla görünen o ki bu deneyimler insanlarda tabii ki değişim gösteriyor. Örneğin psikopat için savaş kanundan sıyrılıp ona hizmet eden bir yola dönüşüyor. Ancak bu küçük bir kesim. Diğerleri içinse böyle değil.
Bazıları vatan görevi, propaganda aracılığıyla savaş esnasında gördükleri ve yaptıklarını normalleştiriyor. Yoksa tamamen pes edip intihara gider. Ancak bu sonrasında TSSB veya başka bir şekilde ortaya çıkıyor.

Richard’ın yaşadığı gibi bazılarının kendilerini savaşı özlerken bulmaları da şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü hayatlarının büyük bir döneminde yatırımları da savaşa. Her açıdan. Kendilerini bu yönde geliştiriyorlar, normalliği orada kuruyorlar. Artık savaş dışındaki yaşam onlar için uyum göstermekte zorlandıkları bambaşka bir yer oluyor. Savaşın olumsuz etkilerinin sonrasındaki etkisinin şiddetli olmasının nedeniyse bu zaten.

“Süvari” ve geçmiş özlemi aslında alıştığına dair istek. Artık o yok ve yeni dünya onu ağırlamadı. İstenmiyor. Zapparoni de tabii ki yeni dünya. Sonunda bir el atıyor ona ve biraz da olsa mutlu oluyor.

Ben de bunu hissettim. Hayatına da baktığımızda savaşa karşı duruşunda az da olsa Richard’a benzer tavır olabilir. Vonnegut böyle değil. Sert ve alaycı eleştiriyor.

Bu arada cam arılar özellikle kitapta bir şeye bağlanmıyor. Bana kalırsa yeni teknolojinin mükemmelliği ve detaycılığını gösteren bir unsur.

Kitapta beğendiğim noktalardan birisi de yazarın donanımı. Bunu metinlere yansıtırken ustalığını gözler önüne sermiş. Bilhassa mitoloji. Burada editör ve çevirmene de şapka çıkartıyorum.

Olumsuz kısmıysa yukarıda bahsettiğim üzere kurgu. Olaylar, düşüncelerin girdiği zamanlar vb. daha iyi planlanabilirdi hissi hep hâkim oldu. Anlatımının gücünü hep zayıflatmış. Geçmişe sık sık gitmesi gerekliydi. Zaten anlatmak istediği şey geçmiş ve şimdinin çatışması. Ama bu geçmişe gidişleri daha iyi yedirse tadından yenmezdi.

3 Beğeni

Hem kendi yoğunluğumdan hem de benim açımdan “akıp giden” bir kitap olmadığından ancak bitirebildim. Anket sonlanır sonlanmaz başlamıştım oysa ki… :sweat_smile:

Bilimkurgu, robotlar, teknoloji vs deyince insanın aklına hep devasa büyüklükte robotlar, üstün teknolojili cihazlar dolu odalar falan gelir, en azından ben böyle düşünüyorum. Ancak Zapparoni’nin makineleri birkaç istisna dışında en büyüğü kavun kadar diye nitelendirilecek büyüklükteydi. Bu özelliğine bayıldım. Alışılmışın dışındaydı benim için.
Bunun dışında beni etkileyen diğer bir konu fabrikalarındaki muazzam işleyiş düzeniydi. Hiçbir şey aksamaz,aksayamaz.

Sonra asıl karakterin iç dünyasına geçişler başladı. Bu bölümler bana göre fazla uzatılmıştı. Kaba tabirle içimi baydı :sweat_smile:. Bilemiyorum belki ilk bölümlerde beklentim yükseldi belki sonuç odaklı okudum. Birşeyler oldu işte :grinning:.

Ilk çıktıklarında Prospero Kitaplığı’nın kapak tasarımlarına biraz burun kıvırsam da kitapları okudukça anlamlandığını ve bundan sonra kitabı kapağına göre değerlendirme huyumu daha azaltacağımı (:yum:) söylemeliyim. Birkaç yazım hatası gözüme çarptı ama önemsemeyecek şeylerdi. Sonraki baskılarda düzeltileceğine eminim.

@Nemo’ nun söylediği yazarın donanımlı olması meselesine katılıyorum ancak bu kadarına gerek var mıydı diye aklımda bir soru da belirdi. Nerdeyse her sayfada vardı bu tarz atıflar. Ayrıca şöyle de birşey var ki ne kadar bilirsen bil söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır. Amacım bilmişlik taslamak değil. Atıfların büyük kısmı benim için bir anlam ifade etmiyordu çünkü bu konuda bilgim yok.

Çok istedim&bekledim Richard Zapparoni’nin bazı işler ini yapsın bunların keşmekeşiyle uğraşsın ama olmadı be!

Neyse çok konuştum yine.

“Mutlu azınlığa!”

3 Beğeni

Yorum için her zamanki gibi biraz geç kalmış olsam da iki aylık bir aradan sonra ben de Cam Arılar ile kitap kulübüne dönüşümü yapayım.

Kitabı dün sabah bitirdim. Ancak hakkında ne düşüneceğime emin olamadığım kitaplarda yaptığım gibi bunda da dünden beri kitapla ilgili internette bulabildiğim eleştirileri okuyor, diğer insanların kitaba bakış açılarını anlamaya çalışıyorum. Gelgelelim kitabın arka kapakta övüldüğü kadar iyi olduğuna hala ikna olmuş değilim.

Ernst Jünger ilginç bir adam. 103 yıl yaşamış, 2 dünya savaşında da savaşmış. Bir oğlu savaşta esir alınıp öldürülmüş, diğeriyse intihar etmiş. Heidegger’in de en yakın dostlarından biriymiş kendisi. Yazar böyle biri olunca özellikle savaşla ilgili düşünceleri, söyleyecekleri insanın merakını cezbediyor.

Kitap boyunca onu dinlemiş olmamıza rağmen başkarakter Richard’ı bir türlü anlayamadım, kendimi onun yerine koyamadım. Geçmişi, hatta savaşı özleyen, teknolojinin getirdiği neredeyse her şeye tiksintiyle bakan bu yaşlı süvari eskisinin teknolojik gelişmelerin en önemli ismi Zapparoni’den ilk sayfalarda nefretle bahsederken kitap ilerledikçe ona hayranlıkla bakmasına anlam veremedim mesela. Zapparoni’nin kitapta fazla yer almamasının da etkisi olabilir bunda. Richard yalnızca teknolojiyi ve şimdiyi kötülemiyor, fırsat buldukça kendini de yerden yere vuruyor. Örneğin çok tembel olduğunu söylüyor bir yerde. Ama atların devrinin geçmesiyle süvariliği son bulan Richard’ın tankçılıktan öğretmenliğe kadar bir çok işle uğraştığını ve birçoğunda da iyi olduğunu öğreniyoruz sonra.

Anlatıcının nostaljisi ve dengesizliği hikayenin kurgusuna da sirayet etmiş. Anlatılan olayların yalnızca çok küçük bir kısmı günümüzde geçerken hikayenin önemli bölümünün geçmişteki olaylar arasında salınıyor olması normalde epey hoşuma gidebilirdi, ancak Richard’ın anlattığı hatıraların hikayeye pek bir katkı sağladığını söyleyemeyeceğim. Yazar bu şekilde derinlikli bir karakter kurmak istemiş diyeceğim ama karakterin bu parça parça aktarılan geçmişi, onun geçmişi özlediği dışında bir sonuca ulaştırmadı beni.

Bu anlatılan hatıralardan iki tanesi özellikle dikkatimi çekti. Birisi teknolojinin bütün kötülüklerin başı olduğunu düşünüp bunun uğruna intihar eden Lorenz, diğeri de ünlü bir binicilik hocasıyken sonra tramvayda biletçilik yapan ve bu değişimle gurur duyan Wittgrewe. Teknoloji karşıtlığı ve taraftarlığını simgeleyen bu iki karakterden daha fazla bahsedilmesini, hatta Richard’ın takındığı tavrın bu karakterle olan ilişkileri üzerinden anlatılmasını tercih ederdim.

Diğer yorumlarda da söylenmiş gerçi; Richard’ın sayfalarca anlattığı, nasıl çalıştıklarından ne işe yaradıklarına uzun uzun kafa yorduğu arıların teknolojik gelişmelerin geldiği durumu göstermeleri dışında hikayeye ne gibi bir katkıları olduğunu bilmiyorum. Hatta kitapta robotlar hiç olmasa da hikayenin aynı şekilde anlatılabileceğini düşünüyorum. Yeri gelmişken, belki benim kafamdaki kapsam çok dardır ama Cam Arılar’ın bir distopya olarak sınıflandırılması da mantıklı gelmiyor bana.

Bu kadar eleştirmeme rağmen Cam Arılar’ı hiç sevmedim diyemem. Öyle bir alışkanlığım olsaydı altını çizebileceğim epey cümle vardı kitapta. Ne var ki bütün bu cümleler toplamının iyi bir roman oluşturduğunu söyleyemiyorum. Yazarın asıl başyapıtı olarak görülen ve kurgu olmayan savaş anlatısı In Stahlgewittern (Çelik Fırtınası) de Jaguar tarafından yayınlanacakmış. Muhtemelen çıktığında onu da alıp okuyacağım. Bu arada Cem ve @yzkbicak savaş anlatılarını sevdiklerini söylemişler, eğer okumayanlar varsa Tim O’Brien şaheseri Taşıdıkları Şeyler’i tavsiye edeyim herkese.

Kitap Kulübü’nde şu ana kadar okuduklarımız içinde en az sevdiğim eser Cam Arılar oldu. Henüz erken gerçi ama önümüzdeki ay Biz Hep Şatoda Yaşadık’ı tartışacağız gibi görünüyor, mayısta görüşürüz.

5 Beğeni

On günü aşkın süre içerisinde başlamıştım ama bir kez daha gördük ki okul dönemi istediğim kadar hızlı kitap okuyamıyorum. Bir sürü akademik ıvırzıvır bilgisi yüzünden okuma arzum azalıyor ki Cam Arılar da ilk elli sayfa harici okuma şevkini arttıran bir kitap değildi.

Aslında anlatımı ve cümle kuruluş biçimlerini beğendim sanırım burada daha çok çevirmene ve editöre şapka çıkarmamız gerek. Mitolojiyi sevdiğimden benim için anlatımın lezzetini arttıran bir sos görevi gördü atıflar. Lakin olay örgüsü ve olaylar ilerlerken yazarın bizi Richard’ın düşüncelerinde vereceği cevaba yönelik bir yolculuğa çıkarması yok mu… Mahvetti beni. Kitabın düğüm noktası, Zapparoni’yle iş konuşuluyor akıcılık sıfır!

Gelecekle ilgili nokta atışı tespitler yapılmış bazı yerlerde, sırf bu yüzden ikinci kez dönüp okumak istedim ama her seferinde kurgu karmaşık geldi, dünyayı kafamda kurmakta zorlandım. Yorumumu bu kadar geç yapmamın sebeplerinden biri bu, kitabı tekrar okumak istedim ve başarısız oldum. Forumun önceden kaydetme özelliği sayesinde şuanda gönderebiliyorum çünkü yorum yazmakta olduğumu bile unutmuşum :joy:

3 Beğeni