Kurban Teorisi

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum

Yakup Kaman için her şey babasının ölümüyle başladı. O ve kız kardeşi Talya akıllı çocuklar olarak bilinirdi. On altı yaşındaydılar. Çalışıp iyi bir lise kazanmış, hayatlarından memnun şekilde orada okuyorlardı. Birgün eve geldiklerinde yalnızca onların dairesine değil tüm apartmana sinmiş ağır bir yas havasıyla karşılaştılar.

Bögü Kaman, babaları, öldürülmüştü. Talya günlerce ağladı. Öylesine kendinden geçti ki cenazenin detaylarını hatırlamıyordu. Yakup, polisler gelip giderken annesinin yanında oldu. İnatla adamın sıradan bir mühendis olduğunu, düşmanının falan olamayacağını anlattılar. Kimse, Bögü’nün neden öldürüldüğünü anlayamıyordu. Hırsızlık, kavga, ya da kaza değildi. Sokakta yürürken biri karşısına çıkmış, onu defalarca bıçakladıktan sonra kaçıp gitmişti.

Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Zaman her şeyin ilacı derler ama Esterya Kaman ve evlatları için öyle olmadı. Kadının akrabalarının çoğu geçen zamanda farklı ülkelere göçmüştü. Birkaç yıl önce annesi de ölünce İstanbul’da, hatta bütün Türkiye’de sığınabileceği kimse kalmadı. Ufak bir dükkan işletiyor ama memleket ekonomisi sağ olsun işler pek iyi gitmiyordu. Tek başına iki çocuk okutamazdı.

Bu yüzden normalde yapmayacağı bir şey yaptı ve kayınpederinin davetini kabul etti. Bögü babasıyla görüşmediği için Esterya da onunla tanışmamıştı. Adam, oğlunun cenazesine katılmadı ama haber gönderip en ivedi şekilde yanına taşınmalarını buyurdu. Kadın, sonraki birkaç hafta kocası olmadan ev ekonomisini toparlayamayacağını anlayıp çocuklarını aldı, Kaman Konağı’nın yolunu tuttu.

Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim lambanın biri söndü

Gözümün biri söndü kör oldum

Kutluk Kaman’ın evi, İzmir’in kuzey ucunda adamın tüm yerleşim birimlerine uzak geniş arazisinin merkezinde bulunuyordu. Söylenene göre bu topraklar Emir Timur tarafından atalarına verilmiş, bir daha da geri alınmamıştı.

Esterya ve evlatları, arabayla araziye girdiler. Etraflarını çepeçevre kuşatan duvarın içi de dışı da silahlı korumalarla doluydu. “Biz okula nasıl gidip geleceğiz?” diye sordu Yakup. Annesi, “Dedeniz sizi çok iyi bir koleje yazdıracakmış, servis yoksa bile şoför ve araba ayarlarmış.” dedi.

Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak

Söylelemesine maviydi kör oldum

İhtiyarın kesinlikle sert bir yüz ifadesi vardı. Etrafını çevreleyen fedailere arabadan eşyaları indirmelerini emretti. Sonra uzun uzun çocukları süzdü. “Yakup ve Talya, değil mi?”

“Evet,” dedi oğlan her zamanki çekingenliğiyle. Kardeşi konuşmuyordu.

Kutluk Kaman delici bakışlarını Esterya’ya çevirdi. “Torunlarıma Yahudi adı vermen hoşuma gitmedi.”

“Musevi demeyi tercih ediyoruz,” diye karşılık verdi kadın.

“Öyle olsun, torunlarıma Musevi adı vermen hoşuma gitmedi. Ben onlara Sungur ve Aybala demeyi tasarlamıştım.”

“Bögü isim koymayı tamamen bana bıraktı. Çocuklarımız üzerinde sizin bir etkiniz olmasını istemiyordu herhalde.”

Kutluk Kaman suratını asıp “Konuşmamız gereken çok şey var,” dedi ve arkasını dönüp eve girdi.

Taşlara gelince hamam taşlarına

Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi

Taşlarda yüzümün yarısını gördüm

Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü

Yüzümden ummazdım bunu kör oldum

Antika dolu salonda otururken, acaba yanlış mı yaptım, diye düşünüyordu Esterya. Çocukları da pek memnun görünmüyordu. Kimdi Kutluk Kaman, derdi neydi, niye arazi militan doluydu ve tüm bunların Bögü’nün ölümüyle bir ilgisi var mıydı?

“İyi ki geldiniz,” dedi ihtiyar. “Sizi uzaktan korumak zor oluyordu. Artık güvendesiniz.”

“Bizi neyden koruyordunuz?” diye sordu Yakup.

“Ailemizin düşmanlarından tabii ki.”

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

                                     *  *  *

Yakup’un Kaman Konağı’na gelmesinden bir ay sonra Sudanlı devrimci Ogak Misiani idam mangasının karşısına çıkarıldı. Silah arkadaşı Arad’ın çığlıkları, şafakla birlikte kurşun seslerine karıştı ve adam vücudunda bir düzine mermiyle yere devrildi. Onun ölümü insanlık tarihi açısından büyük bir önem arz ediyordu.

                                     *  *  *

Sessiz sakin bir oğlan olarak bilinen Yakup’un, birkaç hafta içinde elinde kalaşnikofla bahçe duvarına siper alıp dışarıdakileri tarayan genç adama nasıl dönüştüğü annesi ve kız kardeşi için muammaydı. Hala pek konuşmayan ama dinleyen Talya, bu değişimin yemek masalarında gerçekleştiğinden şüpheleniyordu.

Akşam yemeğinde genellikle ikizler, anneleri ve dedelerinin yanında Mete diye bir adam oluyordu. Esterya’dan daha genç veya yaşlı görünmeyen bu adam, Talya gibi, konuşmamayı tercih ederdi. Sonunda Yakup merakına yenik düştü ve “Sizi hiç tanıyamadık Mete Bey,” dedi. Annesi, bu soruyu kaba bulup susması için oğlunu dürttü.

“Ben burada misafirim Yakup,” dedi adam.

Kutluk Kaman, “Ne misafiri yahu,” diye araya girdi. “Mete Bey ev sahibi sayılır.”

                                     *  *  *

İnsanoğlu yazıyı keşfetmeden önce bir adam, kara büyü yaptığı gerekçesiyle, yaşadığı köyden sürüldü. Adam, tam giderken arkasını döndü ve onu seyretmekte olan köy ahalisine seslendi.

“Yaratıcımız Enki’ye ve anası Nammu’ya yemin olsun ki size kötülük yapmayacağım. Tanrıların kralı Anu’ya ve koruyucumuz Elil’e yemin olsun ki hem size hem de soyunuzdan gelenlere iyilik yapacağım. Bu öyle bir iyilik olacak ki bütün kabuslarınızı gerçek kılacak.”

Binlerce yıl sonra Börü’yü öldüren, arazi araçları, eğitimli adamlar ve makinalı tüfeklerle Kaman Konağı’nı basan da bu adamdan başkası değildi.

                                     *  *  *

İkizlerin konaktaki ilk akşam yemeğinde dedeleri birkaç kez daha Yahudi ismi mevzusunu açtı ama her seferinde kısa kesti. “Kamanlık kanla geçer,” dedi bu sırada. Soyadımızdan bahsetmiyor gibi, diye düşündü Talya.

İhtiyar adam, “Merak etmeyin,” dedi. “Öğreneceksiniz.”

Kutluk Kaman’ın dediği gibi oldu. Esterya, bir gece yarısı çatışma sesleriyle uyanıp oğlunun silah altına koştuğunu görmeden önce de fark etmişti Yakup’taki değişimi. Talya, bu değişimin Kutluk Kaman’ın yemek masasında çektiği nutuklardan kaynaklandığını düşünüyordu. Esterya kızıyla aynı fikirde değildi. Ona göre delikanlı, babasının kaybını atlatmaya çalışıyordu. Dedesinden silah kullanmayı öğrenmek, ateş edip omzunda veya bileğinde geri tepmeyi hissetmek, merminin hedefi parçaladığını, saçmaların bir şeyleri patlattığını görmek kafasını dağıtıyor, çocuğa iyi geliyordu. Kızı susup içine kapanmış, oğlu tam aksine hiç olmadığı kadar dışarı açılmıştı.

Kadın, kayınpederinin nasıl biri olduğunu anlayamıyordu. Adam onlara iyi bir yaşam sunmuştu ama Kutluk Kaman’la ilgili her şey bir miktar karanlıktaydı. İhtiyar, akşam yemekleri dışında Yakup haricindekilerle pek görüşmüyor, sofrada da kendisi dışında kimseyi konuşturmuyordu. İronik bir şekilde sofra nutuklarının konusu genellikle aileydi. Aileyi onurlandırmak, aileyi korumak, ailenin evine, toprağına sahip çıkmak… Bu evde bir şey vardı. Bir soyu yüzlerce yıl kendine bağlayacak bir şey. Gizemler, daha çok gizemler…

Esterya sonunda dayanamadı, Kutluk Kaman’ı fedaileriyle görüşürken yakalayıp kendisiyle konuşmasını istedi. Adamlarına gitmelerini söyledi ihtiyar, sonra gelinine döndü. “Buyur kızım, seni dinliyorum.”

                                     *  *  *

Kaman Konağı’ndaki ilk günlerinde adam düşmanları olduğundan bahsetmişti. Oğlunu bu düşmanlar, ona asla yapmayacağı bir şeyi yaptırmak için öldürmüştü. Talya sonraki haftalarda evle ilgili hikayeleri duydu. Kilere girmeleri yasaktı. Söylenenlere göre Kutluk Kaman burada kadim bir varlığı hapsetmişti. Varlık özgür kalırsa neler olacağını kimse bilmiyordu. Genç kızın kafasında bu iki bilgiyi birleştirmesi zor olmadı. Kilerde ne varsa, düşman onun peşindeydi.

                                     *  *  *

-Buyur kızım, seni dinliyorum.

-Bögü niye sizi terk etti? Görüyorum ki gerçekten zenginsiniz. Ona ne yaptınız ki bu kadar rahat bir hayatı bırakıp gitti ve sizinle görüşmedi.

-Davamı ondan daha çok sevdim.

-Ondan daha çok sevdiğimi düşündü, demediniz. Yani gerçekten davanızı daha mı çok sevdiniz?

-Bögü benim oğlum. Hala yasını tutuyorum. Sen evlatlarını ne kadar seviyorsan ben de oğlumu öyle sevdim. Torunlarımı da aynı şekilde… Bu benim oğlumu sevmediğimi değil, davama ne kadar bağlı olduğumu gösterir.

-Durmadan bir davadan bahsediyorsunuz ama içi öylesine boş ki… Bir orduyla bu duvarların içinde oturuyorsunuz. Davanız ne sizin?

-Anlamadın mı hala? Benim davam bu evi korumak.

-Ne var bu evde?

-İnsanların konuştuğunu biliyorum. Sen de duymuş olmalısın.

-Kilerdeki varlık. Kilerde ne var?

-Yalnızca birkaç parça antika.

-Neyi koruyorsunuz o zaman?

-İnsanlığı koruyorum. İnsanlığı, insanlıktan koruyorum.

-Bana bu evde neler olduğunu söylemezseniz yarın çocuklarımı da alıp gidiyorum. Ciddiyim.

-Ciddi olduğunu farkındayım. Tamam, akşam yemeğinde anlatacağım.

                                     *  *  *

Ogak’tan sonra Arad’ı da sürükleyip bağladılar. Ölümü kabullenen devrimcinin içindeki bütün korku bir anda yok oldu. Sonunda her şey bitiyordu. Cinsel organının dikleştiğini hissetti. Bunun idam mahkumları arasında yaygın olduğunu duymuştu.

                                     *  *  *

Evini koru, aileni onurlandır!

Bu ses yankılanıyordu Yakup’un kafasında.

Evini koru, aileni onurlandır!

Düşman gelmeye devam ediyor, Yakup insan öldürdüğü gerçeğini düşünmemeye çalışarak bahçe duvarından ateş ediyordu.

Evini koru, aileni onurlandır!

Dedesinin sesiydi bu, dedesinin davasıydı. Yalnızca evi değil bütün insanlığı koruyor, ölümü boşa olmasın diye babasını onurlandırıyordu.

Evini koru, aileni onurlandır!

                                     *  *  *

Esterya’yla konuştuğu günkü akşam yemeğinde, “Anneniz bu evin önemini öğrenmek istiyor,” dedi Kutluk. “Eminim siz de merak ediyorsunuzdur. Bu ev, ölümsüzlüğün sırrını barındırıyor çocuklar. Yalnızca kötü niyetlilerin değil, kimsenin eline geçmemesi gereken bir sır bu. Çünkü ölümsüzlük açığa çıkarsa, bir daha kimse ölmez. Ayrıca bütün ölüler geri döner.”

“Babam da dönebilir mi?” diye sordu Yakup.

“Dönebilir. Dönmesini o kadar çok isterdim ki… Ama oğlumun gözlerini açacağı dünya, terk ettiğiyle aynı olmaz. Aşırı nüfus bugün bile büyük bir sorun. Kimsenin ölmemesi, dünyayı cehenneme çevirir. Ayrıca yaşamı değerli kılan biteceğini bilmek değil midir?”

Yakup sinirlendi. “Dünya umurumda değil! Babam, senin yüzünden ölmedi mi? Bunun sebebi senin insanların ölümlü olması gerektiğini savunman mıydı? Babamızı aldın bizden! Onu geri istiyoruz.”

Kutluk gözleri dolan torunun koluna girdi, hava almak için bahçeye çıktılar. Orada uzun uzun davasının haklılığını anlattı. Yeniden eve girdiklerinde delikanlı, dedesine öncekinden de bağlıydı.

Esterya, tüm bunların saçmalık olduğunu düşündü. Kurşun sesleriyle uyandığı geceye kadar bu fikri değişmedi. Fedailer anne-kızı güvenli bir odaya alıp savaşmaya gittiler. Çatışma saatlerce sürdü. İki taraftan da herkes öldü. Yalnızca komutanlar, en arkada durdukları için, kurtulmuştu. Kutluk ve torunu Yakup, evin önünde, karşılarındaki adamla Meksika çıkmazında kaldılar.

                                     *  *  *

Yüzbaşı kükredi ve askerler Arad’a ateş etti. Adam acı bile duymadı. Demek ölüm böyle bir şeymiş, diye düşündü. Gelip Arad’ın gözündeki bağı çözdüler. Yaşıyordu ve gayet sağlıklıydı. Göz ucuyla silah arkadaşının yattığı yerde kıpırdanmaya başladığını gördü. Ogak Misiani, dünya tarihinde ölen son insan olmuş ve yarım kalan devrimini tamamlamak için geri dönmüştü.

                                     *  *  *

“Artık bitti,” dedi Kutluk. “Bütün askerlerin öldü, bizse iki kişiyiz.”

“Vaktinde bir söz verdim,” dedi adam. “Söz namustur.” Tabancasını sırayla ikisine doğrultuyordu. “Bana kurşun işlemeyeceğini biliyorsunuz.” Diğer eliyle cebinden bir cisim çıkardı. “Habil’in canını almak için abisi Kabil’in kullandığı bıçak… Beni yalnızca bu öldürebilir.” Üç defa ateş ettikten sonra bıçağı kendi kalbine sapladı. “Ne yapman gerektiğini biliyorsun Yakup,” diye inledi yerde. “Babandan sonra dedeni de mi kaybedeceksin?”

Kutluk Kaman, iki göğsünde bir de alnında delikle yerde yatıyordu. Yakup hıçkırıp bağırarak ona koştu. Adam ölmüştü. Oğlan ne yapacağını bilemeden sağa sola bakınırken omzunda bir el hissetti. “Mete Bey!” dedi arkasını dönünce. “Çok şükür, yaşıyorsunuz.”

Adamın suratında buruk bir gülümseme belirdi. “Öyle de denilebilir.”

Yakup bahçeye, araziye baktığında ay ışığının altında cesetlerden bir denizle karşılaştı. Savaşırken hissetmediği bir psikolojik baskı yarattı bu görüntü. O gece pek çok adamın da bizzat canını almıştı. “Olmaz…” diye mırıldandı. “Babam ölmüştü, şimdi de dedem öldü. Tüm bu insanlar, kimi bizim için kimi bize karşı, hepsi öldüler. Bu şekilde yaşayamayız. Bunu düzeltmem lazım.”

Delikanlı evin içine girip kilere koştu, Mete de peşinden gitti. “Anahtar var mı?” diye sordu oğlan.

“Yok.”

Yakup tabancasını çıkarıp kırılana kadar kilide ateş etti. Kapı açıldı. Yerde duran gümüş taç, altın küre ve kadife pelerin dışında kiler bomboştu. “Tutsak nerede?” diye sordu. “Ölümsüzlüğün sırrı nerede?”

Mete odanın içine doğru yürüdü. “Biliyorsun,” dedi. “Bu topraklar eskiden Yunanlılarındı.” Tacı biraz inceledikten sonra kafasına taktı. “İlk kez Emir Timur tarafından fethedildi. Askerleri, bir tapınakta hapsedilmiş bir titan buldular.” Pelerini sırtına geçirdi. “Her gün bir kartal geliyor, kollarından ve bacaklarından kayaya zincirlenmiş titanın karaciğerini yiyordu. Zavallı, ölümsüz olduğu için sonraki gün tamamen iyileşiyordu.” Altın küreyi eline aldı. “Binyıllarca bu işkenceyi çekti. Suçu neydi biliyor musun?”

“Evet,” dedi hikayeyi daha önce okumuş olan delikanlı. “Tanrılardan ateşi çalıp insanlara vermek.”

“Medeniyeti, Yakup, insanlara medeniyeti vermek. Onları tanrılarla boy ölçüşebilecek seviyeye yaklaştırmak. Titan rahat durmamıştı tabii. Yakalanana kadar tanrılardan bir şey daha çalmıştı.”

“Ölümsüzlüğün sırrını mı?”

“Aynen öyle.”

“O titanın adı Promete, değil mi? Siz Promete’siniz.”

“Evet Yakup, ben Promete’yim.”

“Ailem sizi altı asırdır esir mi tutuyor?”

“Hayır. Ailen beni misafir ediyor. Onlara borçluyum. Emir Timur bilge bir adamdı. Kim olduğumu anladı. Beni kurtarmak için en iyi kamanlarını getirdi, kam ya da şaman da derler. Zincirlerimdeki efsunu senin ataların bozdu.”

“Peki niye gitmediniz?”

“Ölümsüzlüğün insanlığı bozacağını söylediler, ben de aksine karar vermedikleri sürece onların himayesinde kalmaya söz verdim. Zaten dünya çok değişmişti, kimseyi, hiçbir yeri tanımıyordum. Nereye gidebilirdim ki… Gücümü beni zehirlememesi için vücudumdan ayırdık ve güvende olması için bu odaya sakladık. Etrafına da içinde yaşadığın kaleyi ördük.”

“Babamı, dedemi diriltebilir misiniz?”

“Ölümsüzlüğün sırrını serbest bırakırsan Yakup, bu yaşamış ve yaşayacak herkesi etkiler. Bütün ölüler dirilir. İdam mahkumları, seri katiller, tecavüzcüler, diktatörler bile… Ve bir daha kimse ölmez.”

“Ama bütün iyi insanlar da dirilecek değil mi? Kahramanlar, sanatçılar, düşünce adamları…”

“Deden öldü, baban öldü, yeni kaman sensin. Sen ne dersen o olacak. Ancak iyilik yapmaya çalışırken dünyaya en büyük zararı verebilirsin.”

“Biliyorum. Dedem defalarca kez anlattı bunları. Yine de babamın ve dedemin olmadığı bir dünyadan kötü olamaz. Belki ailemin davasını onurlandırmıyorum ama olsun. Yalnızca kendi çıkarım değil, hepimizin çıkarı için bu. Sevdiğini kaybeden herkesin mutlu olması için. İnsanoğlunun potansiyeline güveniyorum Mete Bey, pardon, Promete. Seni serbest bırakıyorum.”

Titan içinden gelerek gülümsedi ve bir an sonra ortadan kayboldu.

Lineer olmayan yapıda bir şehir fantezisi öyküsü. Mitolojilerde tekrar eden temalardan esinlendim. Yorumlarınızı bekliyorum :slight_smile: