Mezuniyet Konuşması

Bu yazıyı buraya yazmazdım. Paylaşmazdım. Sonra içimde kalacağına döküp bir parça olsun rahatlayayım dedim. Aşağıda yer alan “Mezuniyet Konuşması” başlıklı yazım Ağustos ayı başlarında yazılmış, 29 Ağustos tarihinde Türkiye Bilişim Derneği 2018 Bilimkurgu yarışmasına gönderilmiştir. İstikrardan taviz vermeyen şahsım bu yarışmada da hüsrana uğramıştır… Her zamanki gibi üzülmüş, öfkelenmiş ve unutmuştum! Bugün çeşitli gazetlerde çıkan bir haber ise yaptığım şeyi tekrar tekrar sorgulamama yol açtı. Karşılığı olsun veya olmasın, kurgu candır! Ve “dünyayı döndüren şey hayal gücüdür…”
Takdiri siz değerli dostlara bırakıyorum.

29 Ağustos tarihli yazım ve 10 Aralık tarihli haber aşağıdadır:

MEZUNİYET KONUŞMASI

Prof. Dr. Pierre Boulle’nin 10 Haziran 2601, Akademi Mezuniyet Konuşması…

“Sayın Rektör, Sayın Akademi Üyeleri, Değerli Veliler, Değerli Misafirlerimiz ve
Sevgili Öğrenciler,
Bugün burada ortak bir sevinci paylaşmak için toplanmış bulunuyoruz. Yeni kurtarıcı
adaylarımızın mezuniyetini kutlamak için…
Sanırım konuşmama tam da bu şekilde başlamam gerekiyor! Bu şekilde başlayıp,
alışageldik birkaç sıradan sözle konuşmama devam etmem… Ama ben mezuniyet
konuşmasını bu şekilde yapmak istemiyorum. Bugün yapmak istediğim şey, sizlere
dört yüce kişiliğin hikâyesini anlatmak… Bugün burada olmamızı sağlayan, başta
Lynn Hill olmak üzere pek çok hayatı ve bir ulusun kaderini değiştiren dört cesur
kişinin hikâyesini…
Gözlerinizi kapatın ve bir dünya düşünün. Bundan tam 581 yıl önceki bir dünyayı…
Yaşam süremizin son derece kısıtlı olduğu zamanları… O dönemin şartları içerisinde
en çok yaşayabilen birinin, bugün ortalama yaşam süremizin yarısı olan 20 yaşını
ancak görebildiği bir dünyayı… SIV, AIDS, kanser veya tümörler gibi bugün adını bile
unuttuğumuz pek çok hastalığın türümüzü tehdit ettiği bir dünya düşünün. Çağımız
eğitim anlayışının oldukça gerisinde bir anlayış ve değerlerle yetişen bir toplumduk.
Sadece bir ya da iki meslek alanında uzmanlaşabilmiş bu dünyada kurtarıcılar yoktu.
Tıp Fakültesi adı verilmiş kurumlarda yetişen doktorlar; nöroloji, kalp, iç hastalıkları
gibi sayısız alana hizmet ediyorlardı. Teknolojimiz zayıf ve kırılgandı. Aklınıza
gelebilecek olan hemen her şey mesela ameliyatlar elle yapılıyordu. Hastaneler
gerekliydi… Bir yere gitmeniz, sizi tedavi edebilecek olan kişinin ellerinin ya da
bilgisinin yeterliliği için dua etmeniz ve sıranız geldiğinde tedavi olmanız gerekiyordu.
Beklemeler, iyileşme dönemleri, steril koşullar, belirsizlikler karşısında saatler süren
araştırmalar gerekiyordu! Ancak bu düzen; dünyanın, benim ve sizlerin kaderi 581 yıl
önce tam da bugün değişti!
2020 yılının 10 Haziran günü dağcı Lynn Hill ekibi ile birlikte Liberty dağlarında
bulunuyordu. Öğleden sonra ekip inişe geçmişti. Her şey yolunda giderken Hill
zemine birkaç metre kala kontrolünü kaybetti ve başını sert bir şekilde çarptı. Hızla
toparlanmış, ayağa kalkmıştı. Görünüşte bir yarası yoktu. Ancak inişin ardından
henüz birkaç dakika geçmişti ki Hill tuhaf davranışlar sergilemeye başladı. Çantasını
tekmeliyor, ekip arkadaşlarına anlamsız hareketler yapıp, anlaşılmaz şeyler
söylüyordu. Dediklerine göre ekipten biri Hill’i bayılıp yere düşmeden önce son anda
yakalayabilmişti. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Yardım çağırıp beklemeye
başladıkları sırada durum daha da kötüleşti. Hill bilinci tamamen kapalı, hareketsiz bir
şekilde yerde yatıyordu.
Bayan Hill hastaneye getirildiğinde durumu oldukça kritikti. Yapılan incelemeler
sonucunda Hill’e beyin anevrizması teşhisi konuldu. Yani kan basıncı, damar

duvarının nispeten zayıf olduğu bir noktada kanı biriktirip balonlaşmaya neden
olmuştu. Durumu daha kötü bir hale getiren şey Hill’in kafasına aldığı darbenin bu
baloncuğu patlatmasıydı. Hill beyin kanaması geçiriyordu ve kendisine dört ila altı
saat arasında müdahale edilmesi gerekiyordu. Oysa yanındakilerden alınan bilgiye
göre, kafasını çarpıp hastaneye getirileli bu dört saatlik süre çoktan aşılmıştı. Kalan
iki saatlik süre içerisinde müdahale edilebilmesi imkânsızdı. Doktorların yapabileceği
bir şey yoktu.
Yine de o gün tıp tarihi eşi benzeri görülmemiş bir olaya tanık oldu. Hasta için
belirsizliklerle dolu kritik süre başlamışken, içlerinde doktorlar, askeri heyet ve sağlık
bakanlığından uzmanların bulunduğu bir heyet Hill’in ailesi ile görüşerek onlara bir
teklifte bulundu. Son derece riskli ve kulağa o zamanlar için imkânsız gelen bir
teklif… Sadece hastanın değil, alanlarında en başarılı bir astronot, bir maden
mühendisi ve iki doktorun da hayatını ortaya koyduğu bir teklif!
Ailesi tüm riskleri göze aldı ve onların onayı üzerine Hill, devlet yetkililerinin de
bulunduğu bir heyetle hastaneden alınarak birkaç kilometre ötedeki başka bir alana,
bugün akademimizin üzerine kurulu olduğu bu yere getirildi. O zamanlar bu alan
askeri deneyler için kullanılıyordu ve burası özellikle seçilmişti. Operasyon olası bir
başarısızlık ihtimaline karşı gizli olarak yapılacaktı.
Hill ve beraberindeki heyeti taşıyan araçlar büyük hangara doğru yönelirken, hangar
içerisinde de hummalı bir koşturmaca mevcuttu.
Kalabalık teknisyen ordusu, devasa bir aracın etrafını sarmıştı. Sizlerin bugün tek
başınıza göreve çıktığı, her türlü teknik donanıma ve yaşam desteğine sahip model
A-303’ün atası olan bu araç, Mekik A-001, dönemin askeri nakliye uçaklarından ilham
alınarak tasarlanmıştı. Eski kargo uçaklarının kanatsız halini andıran bir şekle ve
birbirine geçirilmiş titanyum plakalarla sarılı bir zırha sahipti. Birbirine geçen bu
hareketli plakalar sayesinde mekik bir solucan gibi hareket edebiliyor, yüksek hareket
kabiliyetinin yanı sıra yoğun ve akışkan bir sıvının içerisinde ilerleyebilecek bir
özelliğe sahip oluyordu. Aracın temel itiş gücünü tıpkı bugün olduğu gibi tanıdık bir
pompa sistemi oluşturuyordu… Kalp! Ayrıca mekik, o dönemin koşulları için oldukça
sıra dışı sayılabilecek bir motor tekniği ile donatılmıştı. Gövdenin baş kısmı ile
kuyruk kısmı arasında uzanan kanallar boyunca yerleştirilmiş pervaneler içlerinden
geçecek olan sıvının sağladığı döndürme kuvvetiyle enerji üretiyor ve mekik
içerisinde yer alan motorları şarj edebiliyordu.
Operasyon kaptanı olarak Albay Michael Collins seçilmişti. Amerikalı deneyimli
astronotun yardımcılığını ise bir Alman üstlenmişti. Mühendis Gustav Otto, aracın
yolculuk sırasındaki işlevselliği kadar, teknik cihazlar ve dış yüzey operasyonlarda
kullanılacak makinelerden de sorumluydu. Kalan iki mürettebat ise geminin tıbbi
müdahale ekibini olarak görev yapacaktı. Beyin cerrahisi ve damar hastalıkları
alanında uzman olan bir Türk, Prof. Dr. Gazi Yaşargil ve alanında uzman bir başka
beyin cerrahı Amerikalı Dr. Benjamin Solomon Carson… İşte bu dört cesur adam,

yıllar süren çalışmalar ve bazı insanlı deneylerinin ardından o gece ilk defa kobay
olmayan bir vücuda giriş yapmak için oradaydılar.
Teknisyen ordusu mekiği son kez gözden geçirirken, doktorlar Hill’i operasyon için
hazırlıyorlardı. Hangarın bir köşesinde ekip üyeleri Collins ve Otto mekik planları ile
birlikte mavi ve kırmızı renklerle işaretlenmiş karmaşık tünellerden oluşan bir haritayı
inceliyorlardı. Aynı esnada Yaşargil ve Carson da hastanın röntgenlerini ve vücut
değerlerini gözden geçirmekle meşguldüler.
10 Haziran günü akşam saat 10.00’u gösterirken hazırlıklar tamamlanmış, ekip
araçtaki yerini almıştı. Son kontroller tamamlandıktan sonra işaret verildi. Mekik
hareketli raylar üzerinde ilerletilerek kendisini içine alabilecek büyüklükte bir tüpün
içine yerleştirildi. Mekanik büyük kapağın kapanması ile birlikte tüp özel bir sıvı ile
dolduruldu ve işlem tamamlanınca geri sayım başladı. Daha önce defalarca başarılı
sonuç alınmış olmasına rağmen mekanik kapak yeniden açıldığında hangarda büyük
bir sessizlik vardı. Bir yetkili hangar boyunca hızla koşup devasa tüpten içeri girdi.
Çok geçmeden elinde içerisi su dolu bir kapla dışarı çıktı. Başarmışlardı! 70 metre
uzunluğunda ve 500 ton ağırlığındaki mekik, şimdi teknisyenin elindeki küçük birkaç
damla sıvı dolu bir kabın içerisindeydi… Küçültme işlemi başarı ile tamamlanmış ve
yaklaşık 15 metre yüksekliğinde olan mekik 0.8 milimetre yüksekliğe ulaşarak
neredeyse 19.000 kat küçülmüştü.
Uzmanlardan biri vakit kaybetmeden kabı özel bir şırınganın arkasına yerleştirdi.
Şırınganın kalan boşluğu da yine özel bir sıvı ile tamamladı. Böylece aracı taşıyan
karışım, bizlerin bugün halen kullandığı teknikle, giriş yapmak için hazırdı. Saat
10.15’de sıvı Hill’in boynuna enjekte edildi. Böylece dört cesur adamın vücuttaki
yolculuğu başlamış oldu.
Sizlere onların sahip olduğu teknolojinin bugün kullandığımız teknolojiden oldukça
geride olduğunu hatırlatmak isterim. O zamanlar kullanılan pek çok gelişmiş iletişim
sistemine rağmen o küçüklükte bir cihazın, dışarıdakiler tarafından yakalanabilecek
ölçüde bir sinyal yaymasının yolu yoktu. Bütün programın kaderi daha önceki
deneylerde olduğu gibi saatlik kontrollerle işleyen bir sisteme ve mekik içerisinde yer
alan ekibin yeteneklerine bağlıydı. İşte bu sebeple mekik Karotis damarı üzerinden
beyine doğru ilerlerken, hangarda başka bir ekip Hill’e sonda takmakla meşguldü.
Herhangi bir iletişim olamayacağından Hill’in vücudundan çıkacak olan her su
mekiktekilerin hayatı için büyük önem taşıyordu. Tahmin ettiğiniz üzere mekik idrar
yoluyla dışarı çıkacaktı!
Sonradan Collins’in günlüklerinden anlaşılacağı üzere ekip kanın itiş gücü sayesinde
herhangi bir sorun yaşamadan beyne ulaşmıştı. Kan onları giriş yaptıkları yerden alıp
üç saniye gibi bir sürede operasyon bölgesine ulaştırmıştı. Hasarlı damara
geldiklerinde ekip içinde tünel makinasının bulunduğu çıkış bölümünde hazırlıklara
başladı. Bu bölüm mekiğin dışına çıkabilmek için tasarlanmış, iki güçlü kapı ile
korunan bir alandı. Bölüm hazır olduğunda iki doktor ve bir teknisyeni taşıyan tünel
aracı damara çıkış yaptı.

Tünel aracı zeminde güçlükle ilerleyebiliyordu. Yırtıktan beyne doğru akan kanın
şiddeti nedeniyle damar içerisinde çalışmak imkânsızdı. Bu sebeple kanamayı
durdurmak için tünel makinasının yerleştirildiği plakalarla damar yolu kapatıldı ve
içerde kalan kan boşaltıldı. Ekip yırtık ile duvar arasında kalan boşlukta çalışmak
üzere araçtan ayrıldı. Sanırım o noktada büyük bir heyecan duymuş olmalılar…
Tarihimizde ilk defa biri, bir başka vücudun içine adım atılacaktı ve bu onur Dr.
Yaşargil’e verilmişti. Dr.Yaşargil bu ilk adımı attığı sırada sizlere, gelecekte onların
yolundan gidecek olan öğrencilere şu sözleri söylüyordu “Şüphesiz ki benim
mikronluk adımım Armstrong’unkinden daha küçük, ama uygarlığımız için
atılanlardan çok daha büyük olacak!”
Böylece iki doktor araçtan dışarı çıkıp çalışmaya başladı. Beyin üzerinde oluşan
basınç hastanın hayatı için büyük önem arz ediyordu. Bu sebeple ilk iş olarak tünel
makinasından çıkartılan yedek bir hortum damardan dışarı sarkıtılarak yayılan kan
toplanmaya başladı. Yaşargil ve Carson hayatlarının en zor operasyonunu
gerçekleştiriyorlardı. Hastanın içinde sahip oldukları tek veri önlerinde uzanan damar
yolundan ibaretti. Başlıklarında ve tünel aracında yer alan ışıklar içeriyi yeterince
aydınlatamıyordu. Ancak yine de yılmadılar. Kan kısa sürede temizlendi ve doktorlar
bölgenin rahatladığına kanaat getirince kas dokusuna benzer, kalın, yapay bir bezi
damar üzerine serip, yerleştirmeye başladılar. Daha sonra bu bez dikkatlice yüzeye
dikildi.
Bulundukları bölge son derece zayıf ve hassastı. Bu sebeple tünel makinası, damarın
iç yüzeyine özel alaşımlı metalden plakalar yerleştirmeye başladı. Bu sayede ileride
benzer bir olay yaşanmasının önüne geçilecekti. Bir saat içerisinde son metal plaka
da, dikilen bölge üzerine oturtuldu. Doktorlar bazı kontroller yapılıp, damarın
sağlamlığından emin olunca araca geri döndüler. Otto, doktorları içeri alarak
oluşturduğu yapay duvarı tekrar söktü. İçeri hızla dolan kan yeniden akış istikametine
kavuşmuştu…
Böylece araç, mekiğe geri döndü. Her şeyin yolunda gittiğine emin olduktan sonra
Collins dönüş işlemlerini başlattı. Operasyonun ikinci ve en az ilki kadar zorlu kısmı
başlıyordu. Albayın idaresindeki mekik damar boyu ilerleyecek ve toplardamara geçiş
yapıp buradan kalbe yönelecekti. Burada bir süre kalınıp, kalpteki hareketlilik kontrol
edilecek ve bazı veriler toplanacaktı. Daha sonra bir dizi tehlikeli manevra ile
kapakçıklar arasından geçilerek tekrar damar yoluna giriş yapılacak ve böbreklere
inilecekti.
Onlar yolculuklarına devam ederken hangarda büyük bir sevinç vardı. Ama sevinç
uzun süremezdi. O ana kadar sadece beş kişiden birinin hayatı kurtulmuştu. Hill’in
beyin fonksiyonları yerine gelmeye başlamışken, sevincin yerini yeniden endişe aldı.
Şimdi herkes dışarı ile hiçbir bağlantısı bulunmayan bu dört kahramanı beklemeye
başlamıştı.
Görevliler her ihtimale karşı ilk kaptan başlayarak sıvıyla dolan tüm kapları
incelediler. Doktorlar Hill’i uyutulmaya devam etti. Uyku halindeyken hastaya

kesintisiz olarak bir takım ilaçlar ve sıvı takviyesi yapılıyordu. Daha sonra toplanan
tüm sıvı küçük kaplara alınıp birkaç kat büyütülüyor, yüzlerce asistandan oluşan bir
laboratuvarda tekrar tekrar inceleniyordu. Tüm bu hummalı çalışma birkaç damla sıvı
içerisinde mekiği bulabilmek içindi. Saatler sabah 05.00’ı gösterirken, asistanlardan
biri elini kaldırdı. Yetkiler hızla asistanın yanına koştu. Asistanın önündeki kap bir kez
daha kontrol edildi. Başarmışlardı! Oradaydılar…
O an için mikroskobun merceğindeki küçük bir bakteri gibi görünseler de bir saat
içinde yeniden etrafı teknisyenlerce sarılmış, dezenfekte edilmeye başlamış 15 metre
yüksekliğinde, 500 tonluk bir mekik olmuşlardı. Başarılarına dair haber ilk olarak
devlet başkanına bildirildi. Daha sonra haber hızla basına aktarıldı. Yıllarca halktan
saklanan proje, birkaç insan üzerinde yapılan deneme ilk defa gerçek bir vaka
üzerinde denenmiş ve başarılı olmuştu. Bu dört cesur adamın çabası ve binlerce
kişinin emeği olan bu yöntem artık bütün uygarlığın hizmetindeydi.
Onlara ilk kurtarıcılar denildi ve onların açtığı yoldan nice kurtarıcılar yetişti!
Bu gün burada karşımda oturan sizler, genç kurtarıcı adayları, şunu hiçbir zaman
unutmamanızı istiyorum! 500 küsur yıl önce, daha önce uygarlığımızın sahip
olmadığı bir teknoloji ile ulusumuzu güçlendirdik. Şimdi sizler, sadece vücudun
derinliklerinde dolaşıp şifa dağıtan kişiler değil aynı zamanda gücümüzün ve
gelişimimizin birer bekçisi olacaksınız. Daha sağlıklı, daha uzun ömürlü bir uygarlık
olmamız için hiç durmadan çalışacaksınız. Ben ve arkadaşlarım yüklendiğimiz bu
kutsal mirası artık sizin de omuzlarınıza yüklüyoruz. Adaylar, şimdi yerlerinizden birer
akademi mezunu olarak ağaçlarınızdan aşağıya inin! Ve birer kurtarıcı olarak benimle
birlikte geleceğe haykırın!
Yaşasın Akademi! Yaşasın Maymun Ulusunun Geleceği!”

Dostum, kusra bakma ama bu öykünün kitabı çıktı. Filmi çekildi. Oscar bile aldı. Ortada kurgu yok, hayalgücü hiç yok. Ama medeni cesaret var. Tebrik ederim :sunglasses::sunglasses:

Kan Damarlarında Yolculuk, Hedef Beyin - Isaac Asimov. Filmin adı da Fantastic Voyage

Gercekten cok ozur dilerim ve ne demem gerek bilmiyorum. Ilk defa duydum ve duydugum gibide nete daldim . Asimov’un henuz kitaplarini okumadim ki vakif serisini biliyorum sadece. Film ise 1966 yapimi. Simdi burada soyle bi durum var ki ben 1987 liyim :grin:. Daha cok belirli isimlere saygi niteliginde ve alt yapida maymunlar cehennimi esas alan bir kurgu olusturmak istemistim. Vucutta gezinme fikri ise annemin hipofiz anemi ameliyati olmasi ve bu sirasinda doktorun soyledigi maalesef sinirlere girip elle mudahale sansimiz olmuyor sozu ile dogmustu. Bu durumda yapilacak fazla birsey kalmio resmen araklamis olmusum… birde yasiniza saygi duymam gerekiyor. Okuyup yol gosterdiginiz icin ayrica tesekkurler…

Sağlık olsun :slight_smile: fakat siz benden büyüksünüz.

Ogrenmenin yasi yok ne diyelim. Kabul edersen daha faa rezil olmamak adina bundan sonraki tum yarisma oykulerimi bir sana okutmak isterim.okurum dersen daha uzun calismalarimi da… elestirilmekten korkmam da

1 Beğeni

Estağfurullah böyle bir yardımda bulunmak istemem.

1 Beğeni