Katır var. 
Aa evet bende dedektifin öyküsünde Asimov tadı aldım, bunu siz söyledikten sonra fark ettim.
Harika bir düşünce.
Simmons’a hayranlığım daha da arttı.
Ben de tam olarak aynısını hissettim. Sonsuzluğun Sonu kitabını anımsadım hatta.
Peder’in hikayesinden de ilginç bir şekilde Stanislaw Lem - Solaris tadı aldım diyebilirim. Tam olarak bir örnek de veremiyorum üstelik.
Ben Konsolos’un hikayesinden de iliklerime kadar Ursula Le Guin hazzı haldım ki bayılıyorum teyzemin kitaplarına. O noktaya kadar zaten şahlanmıştım ama hikaye sonrası resmen uçtum gittim yani.
Yaratılan evrenden de biraz Işık Tanrısı biraz Dune biraz da Çocukluğun Sonu tadı aldım. Böyle ortaya karışık sanki hepsini aynı anda okuyormuşum gibi oldu bana.
Pederin hikayesi daha çok farklı bir adaya düşen bir insanı anlatan romanlara benziyordu. Mesela Kadınlar Ülkesi. Ayrıca yukarda ne kadar en zor okunan hikaye olsa da benim en rahat ve en akıcı bulduğum hikayedir.
- Hikayede olduğum diğerleri için bir şey diyemeyeceğim ama 2. Hikaye (Kassad’ın hikayesi) fazlasıyla Heinlein’ı ve Shrike’lı kısım da Joe Haldeman’ın Bitmeyen Savaş’ını hatırlattı bana.
Aklıma gelmişken kişiler birbirlerine hitap ederken B. Kısaltmasını kullanıyor. Bu kısatmanın bayan/bay gibi cinsiyeti belirten ama ayrıştımayan bir hitap olduğunu düşündüm. Orijinali M. (Mrs./Mr.) Olabilir.
İngilizcesini okuyanlar yorumlayabilir mi?
I didn’t sleep at all last night,” said Brawne Lamia, “just for thinking about M. Weintraub’s story
Sanırım öyle. @YaprakOnur daha iyi bilir tabi. ![]()
Mr./Mrs./Ms. yerine her insan için M. kullanıyorlar.
Androidler için de A.
Teşekkürler. A. Kısaltması dikkatimi çekmemişti.
Ve bölüm 5’e geçtim. Şu ana kadar tek eleştirim; yazarın Keats fetişizmi olacak. Her öyküde mutlaka bir Keats göndermesi ya da referansı var. En son beşinci bölüme başlayınca bundan daha ötesi olamaz dedim 
Kitap bugün geldi. Etkinliğe yetişemedim yani. Şu an okuduğum kitap bitince başlayacağım. Okuyanlar etkinliğin bitmesine rağmen kitabı konuşmak için burada olurlar herhalde.
Bu kadar geç gelme sebebi ise Kidega’dan ciltli kutulu Farseer’ın da olduğu bir pakette sipariş etmem ve Farseer’ın çıkış tarihinin sürekli ertelenmesi.
Tabi ki.
![]()
Biz 7/24 buradayız. 🙋🧐
@Oni ben Keats göndermelerini pek yakalayamadım yazarı/şairi pek tanımadığım için. Ama kitabı okuduktan sonra merak ettim yazarı. Eserlerini yakın bir zamanda okumayı düşünüyorum.
Merak etmeyin de daha bitirmedim, yalnız değilsiniz 
Kitabın ismi Hyperion , şairin tamamlanmamış ama en önemli eserlerinden olan Fall Of Hyperion: A Dream şiirinden alınma.
Daha sonra aynı seride yayınlanacak olan Fall Of Hyperion’da bu kitaba
doğrudan ismini vermiş
. Hyperion gezeninindeki ana şehrin ismi Keats.
Ayrıca Silenus neredeyse her bölümde Keats şiirlerinden alıntı yapıyor.
Bölüm 5’de Keats’in klonu Lamia Brawne’den yardım istiyor ve maceraya atılıyorlar. Keats’in gerçek hayatında karısının ismi Fanny ve soyadı Brawne 
Daha pek çok gönderme var ama kitabı bitirip , tekrar yorumlarım.
Ayrıca Keats’in Lamia diye bir şiiri var.
Birkaç gün giremedim Rıhtım’a neler olmuş neler… İncelememiz bile gelmiş (Teşekkürler @Agape, klavyene sağlık
)
Kitap gönderme üzerine gönderme dolu zaten… Bazı yerlerde cahillik zırhımın çıkardığı tın sesini duyup gözüme hafif tuhaf gelen her cümleyi Googlelamam (hatta bazen araştırma denizinde saatlerce kaybolmam) bu bir yerleden mi geliyor diye bakmam gerekti çeviri boyunca. Fakat bu gönderme benim gözümden de kaçmış @M3rett0… Acaba Mezbaha 5’in çevirmeni o cümleyi nasıl çevirmiş? İkinci baskıda düzeltmek gerekir mi… ![]()
Evet, kitap boyunca tüm hitaplar M. şeklinde, Mrs / Miss / Ms / Mr yerine hep M. kullanılıyor. Androidler için ise A. Bunu Türkçede B. olarak doğru karşılayabileceğimi düşünüdüm…
Hyperion = Keats
Ondan kurtuluşunuz yok, serinin ikinci kitabını doğrudan ona ithaf etmiş zaten Simmons. Silenus’un bitemeyen dizeleri de doğrudan Keats’in bitmeyen Hyperion şiirinden geliyor. Araştırmalarımın üzerinden oldukça zaman geçti dolayısıyla doğru hatırladığıma emin değilim fakat Keats’in mezar taşında yazan ‘Burada yatıyor Adı Suya Yazılmış Olan’ sözünün Simmons’ı çok etkilediğini okumuştum bir yerlede. Keats’in adının sadece suya yazılı olmasını istememiş…
Yukarıda @GKS’yle konuşmuştuk, yeni bitirenlere de soralım bakalım… Favori bölüm sıralamaları ne şekilde?
Hem burada hem de inceleme başlığında bazı okurlar için birinci bölümün favori olduğunu görünce çok şaşırdım…
Bir de ne zamandır paylaşacağım unutuyorum şöyle bir wikisi var serinin. Baştan uyarayım içeride fazla gezinirseniz spoiler yeme ihtimaliniz %90’ın üzerinde ama genel olarak başlık içinde uyarıları güzel yapmışlar (yani farklı başlıklara gidince spolierla karşılaşıyorsunuz). Çeviri sürecinde çok çok yardımı dokunmuştu, buradan birilerinin de ilgisini çekebilir diye düşündüm…
Kitabı dün bitirdim. Başlangıç olarak söylemem gereken muhteşem olduğu. Bu sebeple konuya benim de biraz katkım olsun isterim.
İlk olarak yukarıda sadece bir yerde kısa değinilmiş. Kitap işleniş bakımından Canterbury Hikâyeleri tarzında yazılmış. Aslında benim de bu konuda bir bilgim yoktu. Bir incelemenin başında denk gelip kısa bir google araştırması yaptım.
Özet
Canterbury Hikâyeleri, 14. yüzyılda Geoffrey Chaucer tarafından yazılan eserdir.
Londra dolaylarından Canterbury’deki katedralde bulunan Saint Thomas Becket Mabedi’ne doğru hac yolculuğuna çıkanların, yol boyunca vakit geçirmek için birbirlerine anlattıkları hikâyelerden oluşur.
Ayrıca Expanse ilk sezonun hemen başında James Holden’ın ikinci kaptanlığını yaptığı gemi de bu isimdeydi. İsim oradan da aklımda kalmış.
Dikkatimi çeken şeylerden biri de ağaç gemi Yggdrasil idi. Hem yapı itibariyle hem de ismiyle dikkatimi çekti. Daha önce bir ağaç gemiyi ilk kez Brian K. Vaughan’ın çizgi roman serisi Saga’da görmüş ve ne kadar orijinal bir fikir demiştim. Aslında o kadar da orijinal değilmiş. Geminin ismi ile de İskandinav mitolojisinde karşımıza çıkıyor:
Özet
Yggdrasill, İskandinav mitolojisinde önemli rol oynayan, dokuz diyarı birbirine bağladığına inanılan devasa bir mitolojik ağaçtır. Devasa bir dişbudak ağacı olarak tasvir edilen Yggdrasill, evrenin merkezindeki çok kutsal bir ağaç olarak kabul edilir.
Kitabın başında herkesin sırayla hikaye anlatacağı belli olduktan sonra ilk hikayeyi okurken, sanırım kitapta okuduğum en iyi kısım bu olacak diye düşündüm. Genelde birinci şahıs anlatım gördüğüm kadarıyla pek sevilmiyor ama benim sevdiğim bir tarz. İlk bölüm yukarıda @SJack’ in de söylediği gibi ada hikayeleri havasında geldi bana. Robinson Crusoe veya Dr Moreonun adası gibi. Farklı bir ortama düşmüş yalnız bir kişinin orayı ve sakinlerini tanımaya çalışması, gizemleri araştırması, ilk temas vs.
Rahibin fark ettiği üzere Bikuralar insanlığın her zaman peşinden koştuğu şeylerden biri olan ölümsüzlüğe ulaşmışlardı. Ama ne pahasına…
Bu bölümün diğerlerinden bir farkı da esas hikayenin büyük bir kısmının ilk rahibin başından geçmesi. Bizimki onu getiriyor ve yıllar sonra dönüp akıbetini araştırmaya gidiyor. Sonuçta kendi istavrozu ve dahası ötekinin istavrozunu da üzerinden taşıyor ama bize anlatılan birincil hikayenin dışında çoğu zaman. Diğer karakterler kadar kendi hikayesinde başrol oynamıyor.
İkinci hikayede savaş simülasyon teknolojisi ile askerlere geçmişte gerçekleşmiş büyük tarihi muharebeleri yeniden yaşatmaları kısmını beğendim. Shrike ile birlikte gerçekleştirdikleri savaş-katliam bölümü de Shrike’ın zaman üzerindeki hakimiyetini göstermesi bakımından etkileyici idi. Kitap genel olarak her bölümde bize teknolojinin geliştiği boyutları gösteriyor. Bu kısımda da bunu bolca görüyoruz ki Kassad’ın ölümden geri döndürülmesine de şahit oluyoruz burada.
Alanaçtıran - ışınlanma portalı teknolojisi ile galaksiler arası ulaşımın şuan bizim dünya içinde ulaşımımızdan daha kolay hale gelmiş. Şairin 34 farklı dünyaya açılan 36 odalı evine hayran kaldım. Düşünün mutfak teras katından çıkıyorsunuz ve Bahamalarda sahildesiniz. Çatı katında bir kapıdan geçiyorsunuz, hop Kutuplardasınız. Alışveriş yapmak için yan kapıdan çıkıp bir anda Paris caddelerinden alışverişe başlıyorsunuz. Bir de bu işlemi dünya içinde değil de farklı farklı dünyalarda yaptığınızı düşünün.
Benim için en etkileyici hikaye kesinlikle ve kesinlikle alimin hikayesi olan 4. hikaye idi.
Kitabın başında bu adam neden küçücük bebeği böyle tehlikeli ve söylendiğine göre dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarmış diye düşünmüştüm. Bu bölümde bunun yanıtını almış oldum.
Rachel’in yaşadıkları ve bununla beraber ailesinin yaşadıklarını sanki kendi başıma geliyormuşçasına hissettim. Uyuyup uyandığınızda bir gün daha gençleşip anılarınızdan bir gün daha kaybediyorsunuz.
Hangisi için daha zor, bu olayı yaşayan için mi yoksa ailesi için mi? Başlarda kesinlikle yaşayan için ama zaman ilerledikçe özellikle çocuk yaşlara dönüş ile birlikte ailesi için inanılmaz bir acı haline gelmiş olmalı. İki kız babası olarak beni en çok etkileyen ve içimi parçalayan bu hikaye oldu.
Beşinci hikaye 2.si ile birlikte temponun en üst seviyede olduğu hikayelerden biri
Cyberpunk yarzı bir dedektiflik hikayesi havası aldım. Bu hikayede yine alanaçtıranların kullanıldığı bir kovalamaca sahnesi mevcut. Bildiğimiz filmlerde kovalamaca sokak aralarından, metrolardan, restoran mutfaklarından, yangın merdivenlerinde, koridorlarda ve daire içlerinde geçerken burada yine gezegenden gezegene atlayarak bir kovalamaca görüyoruz.
Buradaki ilginç şeylerden biri de Hawking Halısı idi. Bildiğimiz Alaaddin’in uçan halısının teknolojik versiyonu. “Yeterince gelişmiş teknoloji büyüden ayırt edilemez” diyenleri haklı çıkaracak bir durum.
Sıra konsolosa geldiğinde ilk başta bahsi geçen ajanın Konsolos olduğunu hissettim. Diğerlerinin hikayelerine ajan olabileceklerine dair bir emare bulunmuyordu. Konsolos da her şeyi tüm açıklığıyla itiraf etti zaten. Onun hikayesi yine çok ilginç bir hikaye. Garip bir aşk hikayesi.
İki sevgili birbirlerini ilk gördüklerinde adam 19 kadın ise 16 yaşındayken, kadın öldüğünde adam sanırım 26 yaşındaydı ve kırklarında bir oğulları vardı. Kadının bir ömrüne sığan sürede sadece 6 kez, toplam 103 gün bir araya gelebilmişlerdi. Gerçekten çok garip bir aşk hikayesi bence.
Işık hızına yakın uzay seyahatleri, borç zamanlar gerçekten çok garip sonuçlar doğuruyor.
Düşünsenize, ışılhat üzerinden bir mesaj gönderiyorsunuz, yola çıktığınıza dair. Mesaj karşıya kısa sürede ulaşıyor. Yola çıkıyorsunuz, 5-6 ay yolculuk yapıyorsunuz. Vardığınızda mesaj gönderdiğiniz yerde 10 yıl geçmiş oluyor.
Dune serisinin ilk üç kitabını okudum ve orada hikaye hep yavaş tempoda gelişirken son 50-60 sayfada bir anda hızlıca olaylar patlak verip neticeleniyordu. Hyperion’u okurken de ne zaman bir yerlere varacağız diye düşünüyordum. İlk kitabın kendi içinde bir sonu olmasını umuyordum.
Ama sonlara doğru Konsolos daha hikayesini yeni anlatmaya başlayınca hikayenin hiçbir yere varmayacağını anladım. Evreni tanıdık, karakterleri tanıdık, olayları ve mevcut durumu kavradık ama sonuç olarak başladığımız noktadan pek ileriye gidemedik. Bu sebeple devam kitaplarının, özellikle 2. kitabın bir an önce gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.
Kitabın sonunda da Oz Büyücüsüne atıf yapılmış. Dorothy, aslan, korkuluk ve teneke adam gibi birbiriyle alakasız 6 kişi el ele tutuşup Oz Büyücüsü şarkısını söylerken kitap sona eriyor.
Sonuç olarak muhteşem bir kitaptı. Emeği geçenlere teşekkür ederim.