Öykü: 508. Tabur

Yazımım konusunda bir değerlendirme almak için sizlere danışmak istedim. Edebi yönüm hakkında daha objektif olabilecek kişilerden yorum almanın iyi olabileceğini düşündüm. Herhangi bir kusur varsa söylemekten çekinmeyin.

Hanın kapısı açıldığında rüzgar dışarıda bırakılmış küçük bir çocuk gibi hışımla içeri daldı. Hana giren adam, içeri girmeye direnen rüzgara karşı hanın kapısını desteklemek zorunda kalarak kapatmak durumunda kaldı. Han durgundu. Dört kişilik masada halk ahalisinden bazı kişiler vardı. Bar tezgahının taburesinde halk ahalisinden uzak bir adam daha bulunuyordu.

Hana giren adam peçesini indirmeden, kimseyi selamlamadan ahşap zeminde tokurdayan adımlarla yürüyüp bar tezgahının önündeki uzun bacaklı tabureye oturdu.

Tezgahın arkasındaki hancı rutin işlerini bitirdikten sonra elini önlüğüne silerek yeni gelen müşterisine doğru yaklaştı. ‘‘Hoş geldin,’’ dedi, yorgun bir tebessümle. ‘‘Uzun yoldan gelmişe benziyorsun. Biranın işini göreceğini umuyorum?’’

Adam peçesini ve başındaki kukuletasını indirip bakışlarını hancıya dikti, hancının yüzündeki tebessüm anında solup gitti. Hancı, hanın ortak salon kısmına geçip hızlı adımlarla halk ahalisinin oturduğu masaya yöneldi; başıyla iki yabancıyı işaret etti ve tedirginlikle kısık sesli anlatısını bitirdi. Ahali ayaklanıp hancıyla beraber hanı terk etti.

Bir süredir handa bulunan adam, maşrapasından koca bardağına doldurduğu birayı usulca yudumlayıp bardağını tekrardan tezgahın üzerine bıraktı. Omuzlarına düşmüş uzun ve cansız saçları yüzünü gizliyordu.

Biraz önce hana girmiş olan adam taburesinde kaykılarak iki tabure solunda oturan adama döndü. Adamın tezgahın üzerine bıraktığı kınsız kılıcına göz gezdirdi; tutacak bir yeri bile yoktu. Kılıç tamamıyla beyaz bir sargıyla sarınmıştı. Bakışlarını adamın omuzlarını dökülmüş bakır rengi saçlarına çevirdi.

‘‘Neredensin?’’ diye sordu, adamı süzmeye devam ederken.

Bakır rengi saçlara sahip adam oralı olmadı.

Adam parmaklarını bir at toynağı gibi tezgahın üzerinde tıkırdatmayı bırakıp konuşmaya devam etti: ‘‘Ohulis şehrinden beri ünü hızla yayılan bir… hikayenin peşindeyim. Gittiği her şehri, köyü, dereyi, akarsuyu, denizi… her şeyi kana buladığı söyleniyor. Adım attığı toprak kurur, kılıcı dev bir kayayı bile ortadan ikiye ayırabilirmiş. Koca bir krallığı bile devirebilecek, masallardaki 508. Tabur’un askeri olduğu hakkında safsatalar dolaşıyor.’’ Sözlerine devam ederken tezgahın ardına uzanıp koca bir bardak aldı ve bakır rengi saçlara sahip olan adamın önündeki maşrapadan bardağına bira doldurdu. Dibi görünen boş maşrapayı hafifçe çalkaladı ve ardına, hanın boş salonuna fırlattı. ‘‘Hikayeyi herkes bilir: Beş Büyük Kral toplanıp 508. Tabur’u Tanrıkanı topraklarına gömer. Hala o askerlerden birinin hayatta olduğunu ve intikam aradığını dile getirenler var. Gördüklerini iddia edenler, hikayelerdeki anlatılardan yola çıkarak gördükleri kişinin tek bir tarife uyduğunu söylüyor…’’ derin bir nefes vererek cümlesini tamamladı. ‘‘Avarir.’’

Adam usulca kılıcını kınından çekmeye başladı, ‘‘Bakır renkli uzun saçlar… kınsız, tutacak bir yeri bile olmayan sargıyla sarınmış bir kılıç. Ve en önemlisi…’’

Adam kılıcını hızla çekip düz bir hatta savurdu, bakır rengi saçlara sahip adam tezgahın üzerindeki kılıcına uzanıp çabucak kendisini geriye savurarak sakınsa da kılıç üzerindeki kıyafeti delip yakasından yırtmıştı.

Ayaklanıp sözlerine devam etti: ‘‘En önemlisi, kalbinin üzerinde koca, kapalı bir yara izi.’’

Bakır saçlı adam başını eğip göğsünü çıplak bırakmış yırtık gömleğine göz gezdirdi; kılıcını sarmalamış sargı usulca çözülmeye başladı. Gümüş kılıç göz alıcı parlaklıkla çırılçıplaktı. Pürüzsüz. Çiziksiz. Kusursuz.

‘‘Bazı hikayeler çocukları korkutmak içindir,’’ dedi bakır rengi saçlara sahip olan adam, kaba sesiyle ağır ağır konuşurken, ‘‘bazıları ise onları bazı gerçeklerden uzak tutmak içindir. Çık, hanı ardında bırak ve bir daha hikayelerin peşine düşme.’’

Adamın kaşları çatılırken yüzünde nefret dolu bir ifadeyle kılıcını karşısında dikilen adama doğrulttu. ‘‘Nevird askerlerini sen katlettin!’’ Öfkeyle çığırdı. ‘‘Söyle! Kardeşim… kardeşimi ikiye ayıran senin kılıcın!’’

Bakır saçlı adam kılıcını kaldırdı, kılıç tutan kolunu öteki omzuna doğru götürüp kılıcını gerdi, bir ressamın tuvaline boyasını çarparcasına kılıcını karşısındaki adama savurdu.

Hanın çatısı müthiş bir gürültüyle ortadan ikiye ayrıldı ve gümüşi bir kılıç keskinliğinde parlaklık ışıldayan yıldızların altındaki solgun karanlığı ortadan ikiye ayırarak geceyi aydınlattı.

Hancı ve ahali şaşkınlıkla hanın tepesinden göğe doğru yükselen ışığı seyretti. Geceyi ikiye bölen gümüşi ışık yitip gitti, birkaç saniye sonrasında ise hanın kapısından omuzlarına dökülmüş bakır renkli saçlara sahip olan, ince yapılı ama uzun adam adımını dışarı attı; adam karşısında duran ufak kalabalığa doğru ilerlerken hancı ve ahali korkuyla adamın kendisine doğru yaklaşmasını seyrediyordu. Kıpırdayacak gayretleri, çığlık atacak nefesleri yutuluvermişti.

Adam, hancının karşısında duraksadı ve yumruğunu hancıya uzattı. Hancı önce şaşkınlıkla dönüp ahaliye baktı, ardından korkuyla kendisine uzanmış yumruğa. Hancı elini uzatıp avucunu açtı, adam bir altın, sekiz gümüş ve üç bakırı hancının avucuna bırakıp uzaklaştı.

3 Beğeni

Anlatımınızı beğendim. Fakat karakterleri hep aynı şekilde tanıtmanız biraz göze batıyor. Mesela bakır rengi saçlara sahip kısmı vok fazla kullanıldığında sırıtıyor.

Devamı mutlaka vardır. Siz yayınladıkça okumak isterim.

2 Beğeni

Merhabalar. Öncelikle ellerinize sağlık. Güzel bir öyküydü. Fakat han gibi ünsürlar artık klişe. Bunların yerine daha yaratıcı olmayı daha doğru buluyorum. Ve ilk birkaç paragraf çok fazla tekrar içeriyor gibi geldi.

1 Beğeni

Bolca ayrıntı vermenize rağmen neler olduğunu tam anlamadım. Fantastik okuru bir çok insanın zihninde hazır bulunan han ve gizemli misafir imgesini bu kadar ayrıntıyla anlatmanıza gerek yok.

“Sırtında kılıcı gizemli bir yabancı bir hana girdi ve bara doğru yaklaştı.” yazdığınız anda sizin yukarıda satırlar boyu yaratmaya çalıştığınız sahne kendiliğinden oluşuyor.

Witcher ve Kvothe’den farklı bir karakter oluşturup onu bambaşka bir ortamda anlatacaksanız, işte o zaman ayrıntı vermeniz yerinde olur.

Diğer türlü bu ayrıntılar “sadede gel artık” hissi uyandırıyor.

Çoğu zaman ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığı daha önem taşıyabilir. Bence kelime seçimleriniz cümlelerinizi de bozuyor, hatta siz başka şey anlatıyorsunuz, kelimeleriniz başka.

Çok daha fazlası var ama metnin rastgele üç yerinden örnek vereyim.

Tencere, çaydanlık tokurdama / fokurdama yapar ama ahşap zeminde ayakkabı tıkırdar.

Duraksamak bir kararsızlık durumudur ama cümlenin devamı kararsız bir eylemi ifade etmiyor.

2-3 kez “halk ahali” demişsiniz. Halk bir ulusun veya Irkın ismi değilse, bir arada kullanmanıza gerek yoktu bence.

3 Beğeni

Beğenmenize çok sevindim, yorumunuzu da dikkate alacağım. Hikayenin kurgusu kafamda az çok hazırdı ama ilerletmekten nedensizce vazgeçtim. Sadece 1 bölüm daha var o kadar.

Teşekkürler güzel yorumunuz için. Yukarıdaki cevapta söylediğim gibi, sadece 1 bölüm daha var, hikaye kafamda hazırdı fakat devam etmek istemedim. Han gibi unsurların klişe olduğuna katılıyorum, sadece ufak bir göz kırpma yapmak istemiştim.

1 Beğeni

@periyodiknesriyat: Yorum için teşekkürler. Aslında detaya inmemin nedeni de dilimi tartmak istememdi. Tanıtım bölümü gibi bir şey olmasını istedim. Yani ilk sayfalarda karşılaşıp uzun bir sayfa boyunca görmeyeceğiniz, ‘‘Ulan bu hikaye şimdi nerede karşımıza çıkacak?’’ hissi uyandırmak istemiştim.

@alper: Yorum için teşekkürler. Gece yayınlamadan önce hikayenin üzerinden geçerken tokurdayanı muhtemelen yanlış yazmış olmalıyım, şimdi görünce şaşırdım.

Ne demek istediğinizi anladım. Güzel, öğretici ve yapıcı eleştiri olduğu için minnettarım. Söylediklerinizin üstüne düşmeye dikkat edeceğim.

3 Beğeni