Robot ve Çocuk

Yer: İstanbul-Çağlayan Mehmet Selim Kiraz Adliyesi

Sürev: 2145

Mahkeme toplanmıştı. Asker robot ‘‘200395’’ mübaşir tarafından içeriye alınarak, “9221” kodlu hakim robot beklenilmeye başlandı. Hakim robotun aslen asker robottan pek bir farkı yoktu. Görünüş ya da mekanik açısından ikisi de birbirinden farksızdı. Tek farkları oluşum aşamasında onlara yüklenilen görevler ile kodlarıydı. Aynı mekanik sistemler, aynı programlar ve aynı türden pozitronik beyine sahiptiler. Görünüşleri bile aynıydı. Tümüyle cilalı, güneş gibi parlak gümüşümsü beyaz bir renkteydiler. Bu tek renk bütün vücutlarına hakimdi. Salonda ki birbirinin tamamen aynı bütün gümüş robotlar “9221” kodlu hakim robotu bekliyorlardı.

Hakimin kürsüsünün arkasından birkaç takırtı geliyordu. Kürsünün tam arkasında bulunan zemin kapağının açılıp hakim robotun bu kapaktan yukarıya, herkesin görebileceği şekilde kürsünün arkasına çıkacağının habercisiydi bu takırtılar.

Oturan tüm robotlar hakime saygıdan-mübaşir onlara işaret etmişti.Aslında yapmasına gerek yoktu, bu davranış programlarında zaten vardı- ayağa kalktılar. Hakim robot eliyle onları karşılayınca oturdular. Hakim kürsüye gömülmüş olan dokunmatik ekrana bakarak bu davanın dosyasını açtı. Birkaç saniye içinde salona dönerek asker robot “200395” ve salonda ki diğer robotların kızıl yapay retinalı gözlerine baktı.

‘‘Askeri Robot 200395?’’ Askeri robot, kodunu duyunca bakışlarını hakim robota yöneltti.

‘‘Evet, benim efendim" Robotlar arasında normalde efendilik ya da üstünlük gibi bir kavram yoktu ancak yüksek mertebelerde çalışmak için oluşturulan robotlara, aşağı mertebelerde çalıştırılmak için oluşturulmuş olan robotlar hitap ederken. "efendim’’ derlerdi.

‘‘Program bozukluğu ve hatalı üretim ile suçlanıyorsun. Doğru mu?’’

‘‘Doğru, efendim’’ Mahkeme kurallarınca suçlamalar ilk başta okunur ve sanıkdan savunma istenirdi. Yoksa her iki tarafta kimin ne ile suçlandığını biliyordu.

''Dosyada bir çocuk için ağladığın yazıyor. Askeri robotların ya da herhangi bir robotun programında ağlama kodu yoktur. Bunu biliyorsun. Bu sence de senin hatalı üretim ya da sonradan programının bozulduğuna kanıt değil mi?"

''Hayır, efendim. Açıklamam ise şu: Çocuk ben yanına gidip onu kucağıma aldığımda ölmüştü"

Hakim robot 9221, ifadesiz bir şekilde devam etmesini bekledi. Ancak askeri robotun karşılık beklediğini anladığında yine ifadesiz bir şekilde yanıtladı.

‘‘Eee? Ne var bunda?’’

‘‘Eee mi efendim? Bir çocuğun öldüğünü söyledim ve siz sadece bu tepkiyi mi verebiliyorsunuz? Bence siz de orada olsanız benimle aynı durumu yaşardınız. İzniniz olursa size ve şu an da bu salonda bulunan bütün robot kardeşlerime durumu anlatmak ve gözünüzde canlandırmak istiyorum.’’

‘‘Peki, anlat. Bunlar, savunman olarak kararnameye geçirilecek’’

''Ben, bildiğiniz üzere bir askeri robotum. İsterseniz Dünya Robotik Ordusundan kodumla beraber söyleyeceğim tarihte nerede, ne rütbede ve görevde olduğumu onaylatabilirsiniz. 2144 yılının sonlarına doğru Dünya gezegeninde yaşayan asıl insanlık, Venüs’te yaşayan koloni insanlık ile bir savaşa girişti. Ay bölümünde yerleştirilen M-5 uzay istasyonuna sevk edilmiştik. Komuta askeri robot 130896 kodlu yüzbaşı robotundaydı. O gün hepimiz M-5 istasyonunda konuşlanarak Venüs’ün koloni insanlık ordusundan gelebilecek saldırıya karşı tetikte bekliyorduk. Dünyalı asıl insanlığın ileri istasyonlarından biri olan ve bilindiği üzere Jüpiter’in uydusu olan Amalthea yakınlarında kurulmuş olan A-1 istasyonundan koloni insanlığa saldırılar yapılmıştı. Buna karşılık Venüs kolonisi insanları da ana gezegene saldırabilirlerdi. İşte biz de bu olası ana gezegen saldırısına karşı Dünya’yı korumalıydık. İstasyonda bekliyorduk ve saatler geçmek bilmiyordu. Tabii bu deyim gereğiydi yoksa bir robot için sürev kavramı çok da fark etmiyor. Orada konuşlanıp saldırıyı beklerken etrafta da serbest bir şekilde dolaşabiliyorduk. Savaşı kimin kazanacağı konusu herkesin konuştuğu konuydu. Asıl insanlığın gezegeni ve ana gezegen olan Dünya’nın zaferine kesin gözüyle bakılıyordu. Venüs ise son yıllarda askeri alan da sıradan bir koloni olmaktan çıkıp ana gezegene kafa tutabilecek kadar gelişmiş ve güçlenmişti. İstasyonda bulunan insanlar da Dünya’nın zaferi konusunda hem fikirdi. Bu sanırım biraz da bulundukları tarafla ilgili oluşan bir düşünceydi. Sonuçta insan kaybeden tarafta olmayı asla hazmedemeyen ve her zaman kazanan tarafta olmayı arzulayan bir canlıdır. Biz bu Dünya mı yoksa Venüs bu savaşın galibi olacak konusunu tartışırken istasyonda alarmlar çalmaya başladı. İnsanlar bir telaşla ve aynı zaman da derin bir soğukkanlılıkla yönetim odasına koştular. Birkaç saniye sonra tüm istasyona bilgi verilmek amacıyla anons çekildi.

‘‘Venüs gezegeninden istasyonumuzun tarafına bir gemi yaklaşmaktadır. Herkes görev yerlerine geçerek ikinci bir emre kadar savunma pozisyonu alsın’’

İstasyonda biz robotların bulunduğu yerde hareketlenmişti. İnsanlara oranla doğal olarak daha soğukkanlı ve telaşsız bir şekilde görev yerlerimize giderek hazırda beklemeye başladık. Benim görev yerim yönetim odasında insanları koruyan takımdaydı. İnsan askerler gelen gemiyle bir irtibat kurmaya çalışıyorlardı. En başta onlara şu mesajı yolladılar:

‘‘Niyetinizi belirtin?’’

Dakikalarca beklendikten sonra hala yanıt alınmayınca soru tekrarlandı. Yine gemiden yanıt gelmedi. Ancak insan askerlerden birisi bunun bir savaş gemisi değil de taşıma gemisi olduğunu söylediğini duymuştum. Üst rütbede bulunan insan komutanlar Venüs koloni insanlığıyla halihazırda bir savaşta olduklarını bu yüzden önlerine çıkan ve her tehdit olarak gördükleri Venüs gemisini vurabileceklerini sert bir şekilde belirterek askeri susturdu. Komutanları vurma emrini verdiği anda, tam 12 füze bu taşıma gemisine yollanarak şiddetli bir şekilde vuruldu. Venüs koloni insanlığının taşıma gemisinin mesajı bizim gemimize zor ulaşmıştı. Mesajın kendisi de kesik bir şekilde yayınlanıyordu ve ara ara kesiliyordu. Belli ki Venüs gemisi zor durumdaydı ve sistemleri de bozuktu.

‘‘Biz sivil halkız. Lütfen, orduyla ya da Venüs ile bir bağlantımız yok. Sadece savaş bölgesinden ve savaştan kaçıyoruz. Ana gezegene iniş izni istiyoruz’’

Onların bu mesajı bize gelene kadar gemileri çoktan bizim tarafımızdan füzelerle vurulmuştu. Geminin taşıma gemisi olduğunu savaş gemisi olmadığını söyleyen asker komutanına döndü. Komutan ise sertliğinden ve kararından taviz vermez bir bakışla vurulmuş ve düşen gemiye baktı. Sonra odada bulunan biz askeri robotlara döndü.

‘‘Filika gemilerden birini alın ve Venüs gemisinden canlı kalan kimsenin olmadığından emin oluncaya kadar da geri dönmeyin’’

İnsan asker, komutanına büyük bir şaşkınlık ve korkuyla baktı. Biz askeri robotlar emri almıştık bu yüzden hemen bir araya gelerek filika gemilere yöneldik. Koridorda kalabalık bir robot topluluğunun çıkardığı gürültüler eşliğinde-15 askeri robot görevlendirilmişti- geçiş bölümünün kapısına kadar geldik. Orada bizi teknik nöbetçi robotu karşılamıştı. Kodu: 120797 idi. Teknik nöbetçi robotuna emir ulaşmıştı. Bu yüzden sormadan doğrudan geçiş bölümünü bize açtı. Geçiş bölümü kısa bir bölümdü ve koridordan filika gemiye geçmek üzere bir köprü görevi görmekteydi. Geçiş bölümünü geçtiğimizde teknik nöbetçi geçiş bölümünün kapısındaki panelden kumanda ederek filika gemiye açılan kapıyı da açtı. Artık filika gemideydik. Hızlı bir şekilde aramızda lider olarak atanan bir askeri robot-kodu 992451- gemiyi komuta ederek ana gemiden ayrıldık. Venüs taşıma gemisinin peşinden ana gezegene doğru yol alıyorduk. Gemi atmosfere girdiğinde ufak bir yanma durumu yaşadı ancak sonradan kalkanları devreye girmiş olacaktı ki bu ufak çaplı yangın kesildi. Hızlı bir şekilde gezegene düşüyordu. Biz sadece verilen emir doğrultusunda gezegene düşen Venüs ‘‘kalıntılarını’’ temizleyecek ve sağ kalan kimsenin olmadığından emin olacaktık. Bu yüzden şimdilik sadece gemiyi takipteydik, bir müdahale de bulunamıyorduk. Gemi Mısır yakınlarında ıssız bir alan’a düştü. Bu bölge boşaltılmış bir bölgeydi ve çevrede yaşayan birileri yoktu. Gemi Mısır’ın kavurucu çölünde alev alev yanıyordu ve dumanlar güneşi kapatarak büyük bir bölgeyi gölgede ve ışıksız bırakıyordu. Bu dumanlardan sıyrılıp gemiden uzakta bir bölgede-yakına inseydik ani patlamalar ya da tuzak saldırı olabilirdi. Risk almamalıydık- iniş yaptık. Gemimiz çölün yumuşak zeminine kolayca inmişti. Gemiden ufak jetlerimizle havalanarak inerek geminin olduğu yöne doğru tabur şeklinde ilerlemeye başladık. Çok da uzak bir noktaya inmemiştik. Gemi ile aramızda 100 adımlık bir alan ya vardı ya yoktu.

İlk bakışta gemi çok kötü bir biçimde parçalandığı için sağ kalan olmamış izlenimi veriyordu. Ama diğerleri geminin bölümlerini incelerken ben bir ses duymuştum. Çocuk sesi.

‘‘Su’’ diyordu. Kurumuş bir ses olduğu anlaşılıyordu. Geminin arka bölümündeydik. Yanımda kimse yoktu. Arka bölüme tek ben bakıyordum. Çocuk sürünerek dışarı çıkmıştı. 9-10 yaşlarında bir erkek çocuğuydu bu. Önüne kadar gelerek görevimi yapmak üzere kolumdaki silahı ona doğrulttum. Çocuk ne yapacağımı anlamamış bir şekilde kuru sesiyle konuşmaya devam ediyordu.

‘‘Lütfen, su’’

O zaman programlanmam verilen emirlere uymak dışında güçlü bir dürtü daha hissettim. Bir insana zarar vermemek dürtüsü. Silahı geri çekerek çöl zeminini hızlı bir şekilde kazmaya başladım. Hızlı ve güçlü kollarımla birkaç saniye sonra altta kalmış olan su yavaşça yukarıya çıkarmayı başardım. Çocuğu ona yaklaştırarak içmesini sağladım. Bu sırada yaralı olduğunu fark ediyordum. Kan pantolonuna doğru akıyor ve onu kırmızıya boyuyordu. Bu konuda yapabileceğim bir şey yoktu. Programımda tıbbi yardım ile ilgili komutlar yer almıyordu. Su’yu içtikten sonra geri çekilerek bana baktı.

‘‘Teşekkürler ama Venüs insanlığı haklıymış’’

Bu sözü anlamamıştım. Yapay sesimle sordum.

‘‘Hangi konuda haklılarmış?’’

‘‘Orada büyüklerim bana hayatı boyunca kötülük yapmış insanların ölünce Dünya’ya, ana gezegene gideceğini ve sayısız işkence göreceklerini söylerdi. Buraya ‘‘Cehennem’’ de diyorlardı.’’

Zorlukla solumaya başlamıştı. Birkaç dakika daha dayandıktan sonra artık cansız bir şekilde olduğu yerde yatıyordu. Artık bir robot kadar soğuktu. Onu sarmalamış ve ısıtmak istemiş biraz olsun canlı kalmasını istemiştim. Onu diğerlerine gösteremezdim o zaman kesinlikle öldürürlerdi ama bu şekilde de bir şansı olmamıştı. Göz tünellerimin ıslandığını ve kırmızı retinalarımdan yaş süzüldüğünü fark ettim. Bu sırada komutan beni ve arka bölümü merak ederek 2 askeri robotu kontrol için yollamıştı. Beni o şekilde gördüklerinde ölüden ayırıp beni tutukladılar. Ben sadece ölen bir çocuğu kurtarmak istemiştim, efendim.

‘‘Bu anlattıklarına programına aykırı. İfadelerin doğrultusunda senin programının bozulduğu kanısına varılıyor bu yüzden temizlenmene karar verildi’’

Askeri robot itiraz etmedi. Aldılar onu. Parçalama Merkezine götürülerek pozitronik beyini çıkarıldı. Bedenine yeni programlanmış bir pozitronik beyin nakledildi. Artık ne ölü çocuğu hatırlıyordu ne de o sırada hissettiklerini. Ama mutluydu ve kalan hayatına da o şekilde devam etti.

Dipçe: Şimdi şöyle bir gerçek var ki daha önce Bilimkurgu Kulübü ve Wattpad’de yayımladım. Düşüncelerinizi etkilesin diye söylemiyorum(özellikle Wattpad) ama onlardan pek bir yorum bulamadım. Bir de buraya ekliyorum, bu hikaye 3 ya da 4 sene önce yazıldı

3 Beğeni

Bazı aksaklıklar olsa da hoş bir hikayeydi. Sadece hikayenin sonu biraz acele bağlanmış gibi geldi. :slight_smile:

2 Beğeni

Elinize sağlık.
Genel olarak beğendim. Okurken sonunun farklı bitmesini beklemişim sanki. Hafif bir hayal kırıklığı yaşadım. @Pardus a katılıyorum.

1 Beğeni

Konuyu bu kadar kısa tutmanız - hikayenin uzunluğu - öyküde bazı hatalara neden olmuş. Keşke birkaç kez okuyarak bu hataları giderseydiniz. :slight_smile:

Asker robotun anlatım kısmı diğer kısımlara göre daha bir akıcı idi.

Üzerinde biraz daha düşünülerek, güzel bir kurgu ve vurucu bir son ortaya çıkar bence.

1 Beğeni

Evet, sonunu bağlama konusunda daha çok çalışma ve okuma yapmam lazım. Eleştirileriniz için teşekkürler :buyucu:

1 Beğeni

Öykünün doğrudan kendisine değil de temellendiği bilimkurgusallığa ve anlatım biçimine atıfla daha farklı bir hikâyeye nasıl dönüştürülebilirdiye değineceğim.

Tepkisizliğin ahlaki norma dönüşmesi ve insanın insanlıktan çıkması eleştirisine binaen metaforsal ekseriyette doğru uygulama; bunda hata yok. Hikâyenin vuruculuğu dahil her şeyi buna göre konumlanmış; o metaforsal öze göre bu da doğru bir tercih.

Öyküdeki robotların insandan farksız olmaları, yaşadığımız dönemdeki yapay zeka anlayışımız bakımından eski usül. Hikâyesel öğelerin nitelikleri sebebiyle vurgulanmak istenen meseleler de hikâyede kendilerine verilen süre kadarınca varlık gösterebiliyor. Hikaye bitince, “Demek olay buymuş,” denilerek tüm teknik çaba ve hedeflenen duygusal/düşünsel etki orada kalıveriyor; okurda tam bir iz bırakmıyor, yani.

Günümüz teknoloji anlayışına göre ileriye dönük bir yapay zeka ve robot anlayışı benimsenerek, insandışı kusursuzun üstün kabiliyetlerini devreye sokarak insan noksanlıklarını tekrarlamaya gayret göstermesini anlatmak, akılda kalıcılık namına daha iş görür gibi. Otostopçunun Galaksi Rehberi’ndeki gibi acımasız bir alaycılık. Onun gibi görsel absürdlük içermeyecek. Ciddi bir atmosfere sahip. Trajik durumla buna getirilen çözüm arasındaki tezatlıktan doğan gülsem mi ağlasam mı sorunsalı yaratarak, okur üstünde tesir bırakmaya çalışmak.

Bu yüzden hikâyedeki olayın kendisiyle yetinilmemeli. Olayı, oluşmasına sebep gösterilebilecek etkenlere bağlantılandırarak, hikâyenin esinlenildiği olaydan ve hikâyenin kendi zaman aralığından bağımsızlaştırmak gerek. Bu, hikâye bittikten sonra okurun hafızasında kalabilecek duygu ve düşünceler, onu zamandan muafiyet kazanarak her zaman yorumlanmaya açık forma sokulabilir.

Bunun için başka başka hadiselere ve onlarla açığa vurulan insanlık hallerinden de yararlanılmalı. Örneğin, Amerika’da kayıtlara geçmiş olay vardır. Ayrıntılarını tam hatırlayamadığım vukuat şöyle: İki karayolları emniyetinden görevli, buz tutmuş göldeki çatlakğa düşerek boğulma tehlikesi geçiren bir çocuğa rastlarlar. Hemen harekete geçmezseler, çocuk hayatını kaybedecektir. Lakin ikili bir türlü olaya müdahil olmaz. Olayı fark eden çevredekiler çocuğun yardımına koşarlar ve onu kurtarırlar. Görevlerilere, neden yardıma gelmedikleri sorulduğunda, gölün görev alanları sınırları içerisinde olmadığını belirtirler; bu yüzden müdahale edip etmeme konusunda kararsızlığa düşmüşlerdir. Çocuğa yardım etmiş olsalar, görev yerlerini ve doğal olarak vazifelerini terk etmiş sayılacaklarını düşünmüşlerdir. Resmi sorumluluk sınırlarını dikkate alarak, resmiyette kendilerinden beklenmeyen bir eylemi gerçekleştirmeye cesaret edememişlerdir. Bu eylemlerinde, beynin az enerji çok kazanç eğiliminin payı da büyük olabilir; resmi vazife ve sorumluluk alanının güvenli ve az çaba gerektiren yönleri, ahlaki sorumluluşun beraberinde getirdiği belirsizlik ve stres yüküyle zahmetlileşen çabaya oranla daha cazip gelmiş olabilir. Tabii bu, bilinçdışı faaliyetlerin ürünü bir süreç.

Bilimkurgu anlatısı, bu hadiseden çıkartabilinecek sonuçları ana hikâyeye geçirebilmek için burada devreye giriyor. Üretim amaçları dışına çıkmayacak yönergelere ve o yönergelere uygun yapıya ve çözümlere sahip yapay zeka ve robotik teknolojiler, tam da bu ihtiyacı karşılayacak cinsten. Buna göre, sahili temiz tutacak yeteneklerle donatılmış robotun, önce boğulma tehlikesi geçiren birine daha sonra da sahile vurmuş cansız bedenine yaklaşımı hikâyeleştirilse, amaç ve sonuç bağlamında daha örtüşen bir netice çıkabilir.

Ama bu da tek başına yeterli değil. Var oluşunu koruyarak görevini kusursuzca yerine getirmesi için tasarlanmış çöpçü robotun hikâseinin nasıl anlatılacağı da önemli. Robotun meziyetlerini sayarken, tek şahidin kendi olduğu olaya müdahil olmaktan nasıl kaçındığı aktarımlanabilir. Kabiliyetlerinden övgüyle bahsedilir; sınırları, kullanım amacı ve işlevi hatırlatılarak özetlenir. Bu ikisine paralel olarakta hadisenin aşamaları aktarımlanır. Robot arada bir müdahil olmaya karar verince, onu geri adım atmaya sevk eden bir yönerge çıkar. Örneğin, deniz suyundan etkilenmez ama kaybolma ve olası ek bakım maliyetleri gerekçesiyle, denize girmesi yasaktır; özel bir sorun olduğunu haber vermek için merkeze uyarı gönderir ama ne olduğunu iletemez, çünkü ucuz maliyet gereği algılayıcılarında kayıt ve aktarım yoktur, ayrıca sahil boşken kullanılması öngörülmüştür, o yüzden bu uyarılar üstesinden gelemeyeceği işler için takviye alma gayesi içindir. Hikâyenin sonunda, sahile vuran cesedi, çevre kirliliği kapsamında değerlendirir ve onu insan ve doğa için çok tehlikeli büyük biyolojik kirlilik olarak tanımlayarak en üst seviye acil durum ikazı verir.

Bilimkurgusal anlatı kapsamında nesneyi (hikâyenin robotuna) belli başlı sınırlar ve sonuçları çerçevesinde biçimlendirmek daha etkin sonuçlar verdirtebilir.

1 Beğeni

10 senelik yazma serüvenim boyunca aldığım en kapsamlı ve en uzman işi yorum bu sanırım. Bazı cümleler beni aştığıdan iki kez okudum ve şu sıralar bu öyküyü, öykü dosyama dahil ettim. Daha 3-4 gün oldu. Ve sanırım, burada yazan koşullarda yeni bir devam hikayesi yazarak oraya ekleyeceğim :slight_smile: Yani tam zamanında

Şu sıralar tam olarak da edebi anlayışım bu aslında. Orhan Duru tarzında iç acıtıcı bir ironi, alaysılık. Aslında en başta başlarken Adams’ın rahat dilini kullanmayı seçmiştim ama elimde olmadan ciddi bir üsluba kaydığımı fark edince zorlamayı bıraktım.

1 Beğeni

Kavramsal gitmeye çalışınca meydana gelen anlatımsal beceriksizlik diyelim :sweat_smile:

Neyse, umarım yardımcı olabilmişimdir. Çalışmanız şimdiden hayırlısı olsun :+1:

1 Beğeni