Tek Paragraflık Hikâyeler

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı…Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip “Bu senin babacığım” dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına… Bir gece önce yaptığından utandı… Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu… Kızına gene bağırdı.“Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?” Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, “O kutu boş değil ki baba” dedi… “İçini öpücüklerimle doldurmuştum!..” Adam öyle fena oldu ki… Koştu… Kızına sarıldı… Beraberce ağladılar.Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir.

10 Beğeni

Kibir yüzüne işlenmiş bir motif gibi duruyordu. Bu bildiklerini asla, kimseye söylemeyeceği anlaşılması zor bir şey değildi. Asıl zor olan bunu yapmasına seyirci kalmak olacaktı.

5 Beğeni

İnsan unutamıyor içine düşeni, düşürüleni. Çocuk aklı takılı kalıyor uçurtmalara. Bir yandan da bu nasıl büyümek diye delirecek gibi oluyor. Tam o gün çıkıyor çocukluktan. Ne demek bilir misiniz çocukluktan istifa etmek ve de bir yerlerde istifanın asla kabul edilmemesi. Arafların en delisi. İnsan unutamıyor kor gibi kalbini buz gibi elleriyle soğutmaya çalışışını. Minicik arafında hem yazı hem kışı yaşayıp nefret edişini. Yıllar sonra arafından yeni yeni çıkmışken bir kırmızı rujun hatırlattığı gerçeği bir yerlerde zaten unutmadığını görüyor ya insan, vuruluyor. Sahte yazılmış sözler inletiyor kalbindeki korun yarasını. İnsan unutamıyor. İnsan çabalıyor.

4 Beğeni

.Kendini bulmak için tüm çevrelerden kaçmanın ve sonunda kendi özünü de kabullenememiş olmanın verdiği derin ve acılı ve sessiz ve öfkeli ve kuru göz damlalarından oluşan hiçliğini yakınmaların da faydasız olduğu bir halde bırakmayı düşündüğü sigaradan bir tane daha içerken buldu kendini. Yapamayacağım sanki bu yaşam denen rastgelişi diye geçirdi aklından. Bir yudum çay içti hiç sevmediği birisinin evinde misafir olarak dördüncü gününde. Aklına gelen herşeyin yine aynı akıl tarafından yalanlanmasına dayanamıyordu. Anlık kararların sürüklediği; kendine ait sandığı tüm hislerin, düşüncelerin aslında özüne aykırılıktan varolduğu bir yaşamı yaşamaktan yorulmuştu. Öyleyse ne yapalım? Ya bunu kabul ederek yaşamalı ya da… Ne? Bu korkunç düşünceyi daha önce üç kez daha içinden geçirmiş olmanın bunalımını yaşadı

3 Beğeni

Ünlü bir iş adamı, bir gün çelik işleyen fabrikalarından birini denetliyordu, fabrikasından yeterince verim alamadığını düşünüyordu, bunun nedenini ustabaşına sordu:Ustabaşı, sen becerikli birisin neden fabrikadan yeterince verim alamıyoruz? Ustabaşı cevap vermiş: Patron, bütün işçilere göz açtırmadım, çok çalıştırdım az çalışırlarsa işten atmakla dahi tehdit ettim. Fakat yeterince verim alamadık.İş adamı fabrikadaki işçilerden birine sordu: Bugün kaç ton çelik işlediniz? İşçi cevapladı: On iki. iş adamı fabrikanın görünen bir yerine büyükçe 12 yazdı ve çıkıp gitti. Gece vardiyasının işçileri geldiklerinde 12 rakamı ne anlama geliyor diye sordular. Gündüz vardiyası işçileri de: Patron bugün bize kaç ton çelik işlediğimizi sordu, 12 ton diye cevap verdik, buraya 12 yazdı ve ve gitti.Ertesi gün iş adamı tekrar fabrikaya geldi. Yazdığı 12 rakamı silinmiş ve yerine 15 yazılmıştı. Gündüz vardiyası işçileri geldiklerinde 15 yazısını gördüler. Gece vardiyası işçileri daha iyi iş çıkarmıştı.Gece vardiyası işçilerinden daha üstün olduklarını ispat etmek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 18 yazdılar. Kısa sürede fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl olduğunu iş adamı şöyle açıkladı:“Daha verimli olmak için şirket içinde rekabet hissi uyandırılmalıdır. Amaç çalışanları daha çok çalışmaya sevk etmek yerine birbirlerine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi , insanların ruhunu coşturur. Hayatta başarıyı yakalayan her insanı mutlu eden; başarılı olduğu, üstün geldiğini düşündüğü işi yapmaktır. Çünkü bu başarı ile kendisini ifade etme imkanı bulur, kendisini değerli ve üstün hisseder. Bu sebepledir ki, bir oturuşta yüz tane hamburger yeme, elli bardak içki içme gibi manasız yarışmalar yapılır. İnsanları motive eden; üstün gelmek, değerini göstermek isteğidir. Bu nedenle insanlar üstün geleceklerini düşündükleri, kendi becerilerini ortaya çıkarabilecekleri işler için teşvik edilmelidir.”

3 Beğeni

‘‘Evet gerçekten de Onlar’ ın söyledikleri doğruymuş. Dünya’ da kalmalıydık. Kainata açıldık ve yüz binlerce yaşanabilir gezegen bulduk ve yerleştik ama hiçbirisi dünya kadar korunaklı değildi. Dünya’ da kalmalı ve orayı yaşanabilir kılmalıydık. Ben yerleşilen ve aniden yok olan gezegenlerin sonuncusunda hayatta kalan son insanım. Göktaşlarının çarpmasına 24 saat kaldı ve gezegenin zemini yarılıyor, patlıyor, parçalanıyor ve ben şimdi kapsüllerde uykuya daldırılmış bu çocukları bildiğimiz son yaşanabilir gezegene yolluyorum.’’

4 Beğeni

Cennetin kapısında bekleyen şeytan sinsi gülüşüyle yaklaştı. “Önünde altın bir imkân var. Kaçırmamalı hiçbir aptal, Allah’ın beri dünyadaki yaşamına karşılık aldığı bu değerli hediyeyi. Hangi saf cennetin güzelliklerinden faydalanmak istemez. Eğer kovulmasaydım içerdik bal tatlı sularından ve âşık olurduk yaratana. Tek düze değil mi yaşamak? Beri dünyada eline geçen imkânları kullanmadın hiç ve içmedin günah şarabından da. Tanrı tanımaz bir insanın günah borcuna karşılık yaşadığı gönül rahatlığı ruhunu yüceltmez mi sence? Kendin için ne yaptın geçmişte?” kolunu kaldırdı bulutların arasından dalları sarkan elmaları göstererek. “Âdemoğlu soyundan değilmisin yaratık. Bir isteğim olsaydı eğer ‘cennete dönmek’ olurdu. Bu yüzdendir ki bende soyun kadar gerçeklere bulanarak buradan kovuldum. Sen soyunu inkâr mı edersin? Soysuz geçmişinin günahları seni hiç yüceltimi? Yüce kitabı eline almadın mı ve okudun da inanarak zıttını yapmadın mı? Siz değilmiydiniz kendini Tanrı zanneden?” elinden tutarak şeytan. “Zavallı. Bir büyük fedakârlık beklerim senden. Bilirsin geldiğin yerde günah ne bilmedin. Ruhsuz bir bedendin gözleri at gözlüğü ile bağlı. Gurur verici yaptıkların… Ama ya yapmadıkların” uzakları gösterdi ve gözlerinin görebildiği yere bir ağırlığı kaldıramayacak bulutların üstünde belirdi. “Gördüğün dünyadır. Geldiğin yer orası. Birçok aptal, kahraman ve umutsuz barındırır içinde. Sen orda gördüklerinden ne farkın var diye düşündün mü? Tekrar söylüyorum ‘bir büyük fedakârlık beklerim senden’. Seni yaratana saygısızlık olarak algılama sakın. Görmediğin tatlar ve yeni bir hayat sunuyorum sana. Bir huzur gibi algılama acıda bazen güzeldir. Basit ruhları her zaman güçlendirendir. En zor zamanlarda kurtuluş bir anlık umutlu yaşanmaz mı? Sana güzel ve mutlu bir hayat temenni etmiyorum, sana acı ve gözyaşı sunuyorum. Bir bağlılık değil kendin olma özgürlüğü veriyorum. Sana en büyük günahını işleme fırsatı veriyorum!”. Bulutun ucuna yaklaştı. Ayak parmakları boşluğa bakıyordu. Tuttuğu eli çekerek yeryüzüne gösterdi. Düşünceli gözlerle aşağıya bakıyordu öteki. Gözlerini kapattı…

(14kasım09)

3 Beğeni

Sessizce geldi katıldı aramıza .Bir sandalye verdiler hemen, oturup dinlemeye başladı konuştuklarımızı.İşte,bu kızın annesi babası öldü.Adın ne senin?Gamze, Gamze Kara .Kara ha Evet, karaydı saçları, karaydı gözleri,karaydı teni.Ya şimdi?Ya bundan sonra?Kara mı olacaktı bahtı.Senin de fotoğrafını çeksin abla ,hadi!Çeksin mi?Omzunu silkti sadece, sessizce baktı gözleri.Sessizce ve kırık Umutsuzluğuydu objektife takılan.Kömür gözleri parlamıyordu,içten içten ağlıyordu bu kara yüz, dudakları gülmeyi unutmuştu. Yine de sessizce baktı gözleri objektife, sessizce ağladı Dokuz yaşında kendisine can verenleri kaybetmişti Gamze.Toprağın öfkesiydi onları uzaklara götüren.Kayaların,dağların,taşların öfkesi.Olsun anneannesi vardı ya,ona bakardı.Nereye kadar?Farkındaydı ölümün soğuk elleri anne babasını sçmişti.Beni görüyorlardır,değil mi?Yanımdalar biliyorum .Beni seviyorlar.Tek üzüldüğüm,keşke uzaklara gitmeselerdi. Sessizce baktı gözleri yine, sessizce sordu. Bir de kardeşi vardı Gamze’nin yedi-sekiz yaşlarında, Kara soyunun tek temsilcisiydi Barış,bırakır mıydı amca onu öyle çadırkentlerde.Aldı,götürdü Afyon’a.Ya Gamze?O sadece ve sadece bir kız çocuğuydu, amcaya yaraşmazdı! Sessizce baktı gözleri o anda Anne ,acıktım, yemek yiyelim diyemeyecekti artık.İş başa düşmüştü,kendi kendini doyurmak zorundaydı. Aldı eline kovaları,doğru aşevine.Hey, küçük kız nasıl taşıyacaksın o yemekleri?Çadırımız uzakta tekrar tekrar gelemem,hem ben yalnızım,annem babam yok ki. Sessizce baktı gözleri kadına, sessizce yürüdü. Kara Gamze, bir küçücük hayat işte, taşların molozların, demirlerin arasından sıyrılan . Toprağın öfkesine yenik düşmeyen bir küçücük yürek öfkenin bağışladığı bir küçücük can.Okula gidecek büyüyecek. Silinmeyecek elbet bu öfke zihninden, sarstıkça sarsacak Kara Gamze’yi.En derinde bir yerlerde o uğultu hep duyulacak. Sessizce baktı gözleri arkamızdan, sessizce el salladı.

2 Beğeni

?Sabah koşusuna eşlik eden kuşların cıvıltısı, kurumuş yaprakların çıkardığı ufak çatırdamalar, bir sıra halinde ip gibi dizilmiş karıncaların ağaç kovuğundan yeraltına açılan yuvalarına götürdükleri kırıntılar, yeni aldığı spor ayakkabısının gerildikçe çıkardığı gıcırdama sesleri, kulaklığından dışarı taşan müzik, derin soluk alıp vermeleri, hızlı kalp atışları, yüzünde ilerleyen ve göğsüne süzülen ter ile durdu birden yerinde. Aklında aniden parladı. Yukarı baktı ve geçirdi içinden: Neden kendini bana inandırmadın

2 Beğeni

Kuzey rüzgarları esmeye başladı. Kuzeyin dul gelinin anlattığı masallar yaprakları sürüklüyor tozlu yollarda. Anlattığı masallar iç ürpertiyor. Yalnızca kelimelerin var aslında , yalnızca kelimelerinin sadeliği ile uykuları deliyor. Peki ama bunu nasıl yapabiliyor? Bugünün bunca tuzağı arasında çakallaşmış beynimizi nasıl masum bir çocukmuşçasına yakalayabiliyor. Kuzeyin gelini, yapraklar kıpırdıyor şimdi, anladım ki sen geliyorsun. Kapatın tüm pencereleri ya da sonuna kadar açın, bilemiyorum! :mage::face_with_raised_eyebrow::grin:

1 Beğeni

Doktor elindeki altın renkli cep saatini ceketinin iç cebine koydu. Yolculuğunu henüz tamamlamıştı. Kendi icadı zaman makinesini son kez çalışacak şekilde ayarlamıştı, yolculuğu başlatmadan önce. 2128’de yaşanacak bir Dünya kalmamıştı. Bir zamanlar koruyucumuz olan atmosfer, insanoğlunun sayesinde ince bir çarşafa dönmüştü. Doktor ise huzuru arıyordu. Oradaki yaşamın son bulacağını anladığında zaman makinesiyle, yaşamın en rahat olduğu dönemi aramaya koyuldu. Sonunda karar kıldığı 2018 yılına son kez gitmek için evine dönüp eşyalarını hazırlamıştı. Ve artık sonunda huzura kavuşacaktı. Saatini cebine koyup, seyrelmiş kır saçlarını elleriyle düzeltti. Makinenin kapısını yavaşça ayarlayarak dışarıya adımını attı. Gülümsemesi bütün yüzüne yayılmıştı. Ancak ters giden bir şeyler vardı. Bu at arabaları, gazlı sokak lambaları hiçte 2018 değildi. Makinenin silikleşen siluetine döndü. Kapının üzerindeki tarihe donuk şaşkın gözlerle bakıyordu. Makine kaybolurken Doktor ise nasıl böyle bir hata yaptığını düşünüyordu. O artık 1778 Amerikasındaydı. Bir siyahi olarak…

1 Beğeni

“Neden ağlıyorlar?” diye sordu yatağında uzanıp ölümün onu almasını bekleyen adam. “Senin için,” dedi içlerinden biri “gidiyorsun diye ağlıyorlar.” Hiddetlenen adam başını kaldırabildiği kadar yükseğe kaldırdı, sesini yükseltebildiği kadar bağırdı. “Ağlamayın dostlarım! Eğer illa ağlayacaksanız yalnız uyandığım güzel sabahlara ağlayın. Bir öğlen vakti deniz kenarında tek başıma bankta oturduğum günlere ağlayın. Dolunay altında ellerim cebimde yalnız yürüyüşlerime ve yalnız başıma uyuduğum gecelere ağlayın! Ama bugün sevinin. Bu acıların hepsinin bitmesine sevinin!”

7 Beğeni

Tam her şeyin bittiğini düşündüğüm anda çıkıp gelmişti sanki. Elimi, kırmaktan korktuğu paha biçilemez bir vazoymuş gibi tutup, saklandığım yerden beni usulca çıkardığında, uzun bir zamandan sonra ilk defa gerçekten nefes alabildiğimi hissettim. Tüm bedenimi kontrol altına almış olan korku, yerini kuşku dolu bir umut ışığına bırakıyordu. Beni kurtaran bu elin sahibi kimdi peki? Bu iyiliğinin karşılığında benden ne isteyecekti? Bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Tek istediğim özgür olmaktı. Peki bir insan, başkasına hayatını borçluyken ne kadar özgür olabilirdi? Bu sorunun cevabını kurtarıcımın dudağından dökülen ilk sözcüklerde arayacaktım: “Artık uyansan iyi olur. Yola devam etmemiz gerekiyor…”

2 Beğeni

"Ve işte buradayım; hiçliğin ortasında. Bir deniz kenarında oturmuş kitap okumaya çalışıyorum. Kelimeler, düşüncelerimin arkasından geçip gidiyor. Ne kadar yazık. Milyonlarca yıllık gelişimin bende sonlanması, ve benim düşüncelerimin ise sadece ölümde noktalanması. Benden önce yaşayan insanlar bilseydi insanlığın son noktasının böyle olacağını yaşarlar mıydı acaba? Ya da babam anneme evlilik teklifini eder miydi yine? Şu ağaç o kadar fazla çabayla ürettiği oksijenin bende son bulduğunu bilse hayal kırıklığına uğrar mıydı? Ve ben tahmin edebilir miydim dünyadaki son insan olacağımı?

Yazık. Onca insan ve hayvan ölüsünden uzakta oturmuş, bir kütüphaneden sonuncu kitabı hiç çıkmayacak olan bir kitap serisinin ilk kitabını okuyorum. Düne kadar ne kadar çok sorunum vardı. İşsizdim hatta mezun bile değildim, gelecekten korkuyordum ve dünyada beni seven tek kişi olmadığına inanıyordum. Sanırım az söylemişim, Yaratıcı da sevmiyormuş ki beni bu kadar ölüm kokusunun ortasında bıraktı. Ölmek için çabalayacak kadar bile cesaretim yok. Ne yazık…"

4 Beğeni

Büyük bir mantar göründü ve kayboldu. Ne kadar oldu bilmiyorum. Ya her şeyden önceydi ya da her şeyden sonra…

Şimdilerde kar yağıyor. Yüzümde bin parçaya ayrılışlarını izliyorum. Her hücremde bir balerin zıplıyor. Ellerimle eşlik etmeye gayret ediyorum onlara.

Herkes gideli gökyüzü daha bir berrak. Ferah. Neşeli. Kim bilir kaç yıl öteden keyiflendirmeye çalışıyor beni yıldızlar, emin değilim. Ama başaramadıklarına şüphem yok.

Annemi anımsadım o gün. Yaptığı o leziz kekler gibi kabarıktı saçları. O gün beliren mantar da benzetmişti kendini anneme. İzlemekle yetinebildim. Belki de yetinemedik.

Biricik evimin çatısında uzanmış ne yapıyorum? Işımayı bekliyor olabilirim. Eğer ışırsam Tanrım, bırak geride kalanlarla birlikte ışıyayım.

Yüzümüzü alt üst eden minik perilere karışalım.

4 Beğeni

Jilet kanatlı kelebeklerin ağzından dışarı doğru uçtuğunu ve uçarken ağzını ve yüzünü parçaladıklarını görüyordu rüyasında. Kelebeklerin uçuşu ve yüzünün parçalanması bittiğinde ve acı içinde kıvranırken yüzü olmayan uzun bir varlığın ona doğru eğildiğini ve UYAN dediğini işitti. Yatağında sırt üstü yatarken korku içinde uyandı. Kıpırdayamıyordu. Etrafında ona bakan beyaz önlüklü insanlar vardı. Ve aralarında konuşuyorlardı:

  • Kanıtlar ortada Profesör.
  • Bu nasıl olabilir?
  • Bilmiyorum ama oldu. Bu robot az önce rüya gördü.
8 Beğeni
  • Milyarlarlarca yıl önce kainatta sadece tek bir gezegende yaşam vardı. Üstelik bu gezegende akıllı yaşam formları vardı. Bu yaşam formları kendilerine insan diyorlardı. Anlaşılan o ki teknolojide çok ilerlediler fakat aynı zamanda gezegenlerinin tüm kaynaklarını tükettiler. Gezegenlerinin dengesini bozdular. En sonunda gezegenleri yaşanamaz hale geldi. Onlar da yaşanabilir başka gezegenler aradılar ve gerçekten yaşam olup olmadığından emin olamasalar da binlerce gezegen buldular. Artık başka çareleri kalmamıştı. Ya gezegenlerinde kalıp yok olacaklardı ya da şanslarını deneyerek yola çıkacaklardı. Binlerce nesil gemileri inşa ettiler. Gerekli olan her şeyi hazırlayarak yola çıktılar. Kimileri belki yolda yok oldu, kimileri belki hala yolda. İşte onlardan bir tanesi de bizim gezegenimize ulaştı. Ulaştıklarında gemilerinden geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Gezegenimiz o zamanlarda da şimdiki gibi yaşama elverişliydi ve canlılık vardı. Ancak ilk zamanlarda insanlar burada yaşayabilmek için giysiler giymek zorundaydı. Sonra bir gün içlerinden birisi o giysiyi çıkarmayı akıl etti.

Sonrası malum. Adapte oldular, geliştiler, evrimleştiler ve sonunda BİZ olduk. İşte bu yüzden uzayda bizden başka bizim gibi akıllı yaşam formlarının olduğuna inanıyorum. Uzaya bakmaya devam etmeliyiz.

  • Bu acayip bir teori dostum. Yani sen bize ‘‘biz insandan geldik’’ mi demek istiyorsun?

:slight_smile:

3 Beğeni

“Benim yıllarım vardı” dedi. “Sonra hepsini tükürüp atmışım tabi, farkında değilim.” Yorulmuş bir sesi mi vardı, yoksa hep öyle miydi emin değilim artık. Bir benzetme yapamayacağım. Ben durup yüzüne bakarken kovdu beni. Ne diye bana anlatacakmış, ben kimmişim? Düşündüm. Zor oluyor böyle. En iyisi, bir huzurevi bulmak ama nasıl olacak bilemiyorum. Sen nasılsın peki? Kediler yavruladı mı?

1 Beğeni

Oturduğu bank ve acıyla çırpınan kalbi soğuktu. Karanlıkta görebildiği tek şey gökyüzündeki yıldızlar ve acı veren mutlu anılarıydı. İşte yeniden olmuştu. Sayısız kez ettiği yemini tekrar bozmuştu. Umutsuzca iç çekti. Nefesini verirken çıkan buharın, içinde yanan ateşten geldiğini hayal etti. Gülümsedi. İçinde yanabilecek bir şeylerin kaldığı düşüncesi onu mutlu etmişti. Yukarı kıvrılan dudakları, kırılan umutlarının ağırlığını kaldıramadı. Bir kez daha suratı asıldı. Yeniden düşünmeye başladı. Peki şimdi ne yapacaktı? Pes edip her şeyi bitirecek miydi? Yeniden başlasa, tekrar denese her şey düzelebilir miydi? Bu soruları daha kaç kez kendine soracaktı? Oturduğu banktan kalktı. Karanlıkta ilerledi. Nereye gittiğini bilmiyordu. Tek bildiği, ilerlediği ve bekleyerek hiçbir yere varamayacağıydı.

3 Beğeni

Masasının üzerinde öylece duran monitöre ve ekranda yanıp sönen imlece baktı, aşkı nasıl anlatabilirdi ki? İçinde hiçbir duygu gezinmiyordu artık. Kin, nefret, acı veya sevgi. Sanki o değil de bir kaya parçası oturuyordu sandalyesinde. Soğuk… diye düşündü içinden. Tüyleri diken diken olduğunda sıcak çay fincanını alıp hemen sağında kalan pencerelere ilerledi. Odası tamamen karanlıktı, masa ve kitaplıktan başka mobilya bulunmuyordu. Sol eliyle sıkıca kavradığı kahve fincanı, damarlarının içinden akarak parmak uçlarından geçen kanı ısıtırken siyah perdelerinden birini açıp kızıl gökyüzüne bir göz attı… Gece yarısı olmasına rağmen gökyüzü bir ceset gibi kanıyordu. Ay büyük kahverengi gözlerinin içinde yankılandığında, kan pompalayan bir kalbe benziyor diye düşündü. Luna… dedi. O burada… Fincan elinden kayarak yerde binlerce parça olurken, derhal evini terk etti.

5 Beğeni