Yıkım Sonrası Bir Takım İnsanlarla Görüşmeler

1.Kısım:
Vampir öyküleri. Aklıma yıkımdan önce ki çocukluğumda okuduğum vampir öyküleri geliyordu. Aynı benim yaşam ünitem gibi tabutları vardı. Belki benim yaşam ünitemden daha geniştiler. Aynı benim gibi tüm gün güneşten saklanıp, hava karardığında avlanmak için dışarı çıkıyorlardı. Tabii, ben avlanmaya çıkamam. Buna yetecek özgürlüğüm yok. Acaba ay sonuna kadar yeterli özgürlük elde edip, daha geniş bir yaşam ünitesine çıkabilir miydim? Duygularımı ifade edebilme özgürlüğüm olsa eminim kahkahayı basardım. Ben bu özgürlük fikrine çok alışmadan, neyse ki yaşam ünitemin kapağı açıldı. Mesai saatim başlamıştı. Her zamanki gibi daracık koridordan, diğer yaşam ünitelerinin önünden geçerek ana kapıya yürümeye başladım. Karşıdan zayıf bir adamın gölgesi bana doğru yaklaşıyordu. Yaklaştıkça daha da belirginleşiyordu. Her sabah ki gibi. Bu benden önceki mesai arkadaşımdı. Yaşam ünitesine geri dönüyordu. Belki konuşmaya yetecek özgürlüğümüz olsa birbirimizi dostça selamlar, “iyi akşamlar” , “iyi sabahlar” derdik. Tabii bunu demek için vakti bilmeye yetecek özgürlüğümüz olmalıydı. Geçen sene bu adamın somurtmaya yetecek özgürlüğü olduğuna eminim. Onu somurturken gördüğüme eminim. O donuk gülüş suratından silinmişti. Ekonomik kriz herkesi vurmuştu. Bende yeterli özgürlüğü elde edersem , ilk fırsatta duygularımı ifade edecektim. Büyük parlak kapıya doğru yürüdüm. Binlerce ekranın olduğu odaya ulaştım. Diğer çalışanların izlemediği bir ekranın karşısına oturdum ve veri hareketlerini incelemeye başladım. Yaşam ünitesine düzenli olarak tedarik ettikleri kimyasallar sayesinde konsantrasyonum her zamanki gibi yerindeydi. Hiç bir veriyi kaçırmıyordum. Bir an “bize neden ihtiyaçları var?” sorusu aklıma düştü. Büyük ihtimal verileri bir yapay zekanın eline teslim etmek istemiyorlardı. Bu çoğu zaman hayatlarını kurtaran teknoloji, aynı zaman da potansiyel bir düşman da olabilirdi. Bu nedenle verileri kendi türünden birinin kontrol etmesi daha güvenliydi. Tarih ise böyle düşünmüyordu. Geçmişte okuduklarım ve yaşadıklarıma baktığımda “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) yerinde bir deyimdi. Ansızın kafam titremeye başladı. Kulağım çınlıyordu. Ve kafamın içinde ses yankılandı; “Düşünce özgürlüğünüz bitmiştir”

2.Kısım:
Kırmızı elbisem, sarı saçlarım, tüm dikkatleri üzerime toplayan fiziğim… Partiyi adeta aydınlatıyordum. Çalan müziğe kendimi kaptırdım. Eski ama tanıdıktı. Söylemeye başladım: “Hit the road jack and don’t you come back no more, no more , no more” ardından da zarif bir kahkaha attım. İşte oradaydı; sevgilim, yıkımın prensi. Seslendim: “Hey,prens” Prens bana doğru yaklaştı, belimden tuttu ve beni tutkulu bir şekilde öptü. Ve sonra bağırdı: “herkese benden şampanya” Spot ışıkları prense döndü. Kalabalık onu salonda keyifle ve tezahürat eşliğinde izliyordu. Prens tekrar neşeyle bağırdı: “Haydi, oyun alanına” Kendimi oyun alanında buldum. Poker masasında prensin hemen yanında. Karşısında ondan daha ihtiyar adamlar vardı ve tüm masa yıkım teknolojisinin sahipleriyle doluydu. Her birinin yanında güzel kadınlar vardı ama en güzelleri kesinlikle bendim. Adamlardan biri;” haydi, artık başlayalım. Tabii, herkesin poker oynayacak özgürlüğü varsa” Salonda bir kahkaha fırtınası koptu. Prensimin kartlarına baktım. Eli pek iyi sayılmazdı. Prens kaybediyordu. Ödeyeceği özgürlük prens için hiçbirşey ifade etmiyordu. O dünyanın en özgür adamıydı ve bende onun yanında dünyanın en özgür kadını. Prens pes etti ve kartlarını bıraktı. Adamlardan biri; “ Hey prens her kaybettiğinde böyle küser misin? Bence özgürlüğünü bir oyun parkında kullanmalısın.” Kalabalık kahkaha attı. Prens ise soğuk bir tebessüm etti. Prens; “Benim için tüm dünya oyun parkı ve ben Rus ruleti oynamak istiyorum.” Adam;”Prens sadece şakaydı.” Işıklar bir saniyeliğine söndü. Tekrar yandığında prensin elinde bir silah vardı. Prens; “ Senin yaşama özgürlüğünden daha özgürüm” dedi ve masadaki herkesi silahıyla teker teker öldürdü. İşi bittiğinde bir anlık sessizlik oldu. Prens; “ Nasıl ama?” dedi ve kalabalık tezahürat etmeye başladı yeniden, bende dahil. Sonra öldürdüğü adamlardan birinin sevgilisiyle öpüşmeye başladı. Kalabalık bu esnada dans ediyor. Benim ise yüreğim dağlanıyordu. Aldatılmış ve değersiz hissediyordum. Gözüm poker masasının üstündeki prensin silahına ilişti. İkisinide vurmaya özgürlüğüm yeter miydi? Bugün özgürlüğümü ne kadar kullanmıştım? Toplumla hep aynı fikirdeydim. Özgür irademi harcamamıştım. Uzun süredir prensin direktifleriyle hareket ediyordum. Yeter miydi? Yetmez miydi? Onların önümde sevişmesini izledikçe bu durum umrumda olmamaya başladı. Silahı elime aldım. “Hey” diye bağırdım. Prens, kadın ve kalabalık bana döndü. Herşey bir anda oldu. Önce kadını vurdum. Onun yere yığılışını izledim. Bir kişinin hayatını alacak kadar özgürlüğümü kullanmıştım. Şimdi sıra diğerindeydi. Silahı prense doğrulttum. Tetiğe bastım ve kulağım çınlandı. Sonra kafamda o uzun süredir duymadığım ses yankılandı: “ Buna yetecek özgürlüğünüz yok.” Yine de tetiğe basmaya devam ettim, hiç birşey olduğu yoktu. Prens kahkaha attı, kalabalık kahkaha attı. Işıklar söndü ve yandı. Silah prensin elindeydi. Yere yığılmış olan kadının cesedine tekme attı ve bana döndü. Prens; “Tüm eğlencemi elimden aldın.” Silahı bana doğrulttu. O an konuşmak , ağlamak , yalvarmak istedim. Konuşmaya çalıştığımda kafamdaki ses; “ Konuşma özgürlüğünüz yoktur. Duygularınızı göstermeye yetecek özgürlüğünüz yoktur.” dedi. Prens tetiğe bastı, son duyduğum sözler; “ Yaşam özgürlüğünüz elinizden alınıyor” oldu.