Öykü Seçkisi'nde okumak için: https://oykuseckisi.com/edebiyat-tanrisi/
Delikanlı kafasını kaşıdı. “Pardon, Yaşar Sanrı’nın dükkânı buralarda demişlerdi?” Elinde bir defter; üzerinde ise küçük, sivri yakalı, gri puantiyeli, açık mavi bir gömlek ile pek de düzgün bağlanamamış koyu lacivert bir kravat vardı. Pantolonu, sıska sayılabilecek bacaklarını tam sarmıyordu. Elbiseler ona aitmiş gibi durmuyordu. Belki defter onun olabilirdi. Üzerinde iğreti duran özgüven ise kesinlikle onundu.… (DEVAMI…)
Aremas merhaba
Seni yeniden okumak, Seçki de görmek çok güzel.
Öykünün ilk kısmı oldukça sakindi, geri dönüp baktım gerçekten senin öykünü mü okuyorum diye Eren’in yalnız kaldığı yerde tam olarak tanıdığım kalem devreye girdi, hem sinematik bir şölen hem de iyi bir edebiyat verdi. Ama bir paragraf var ki, altını çizip, her gün görebileceğim bir yere muhakkak asmak isteyeceğim.
[quote=“Aremas, post:1, topic:24612”]
Çekmecesini açıp defteri koydu. “Mektubunu okumuştum genç adam. Sana verebileceğim önemli bir tavsiye var elbette. Mutlu sonlar berbattır. Eğer iyi bir yazar olmak istiyorsan onlardan uzak dur. Gökten düşen üç elmanın biri bozuk, biri ezik, biri de çürük olsun. Bu cömertçe hediyeler karşısında hakkına düşene razı olmayan her kimse, diğer ikisini bir gece yarısı öldürsün. İşte hikâye burada başlar. Bütün mutlu sonlar kısıtlayıcıdır. İyi bir yazar olmak için özgür ve cesur olman gerekir.” Çenesini kaşıdı. “Aklıma gelmişken, sana da bir defter vereyim. Hem-
Ben yazarken bunu yapmayı çok seviyorum. Bence de gerçek hikâye tam bu noktada başlıyor.
Bu öyküyü son anda yazdığını da biliyorum; ama hiç sıkışmamış, hakkını fazlasıyla almış. Ellerine sağlık. Buralarda kal.
Sevgiyle
Merhabalar efendim.
Aslında son anda yazmaktan ziyade nasıl ilerleyeceğine karar veremediğim için bu kadar uzadı. Dolayısıyla yumurta dayanana kadar bekledim. İlk kısım da bana ait evet. Her zaman ağdalı bir dil kullanmıyorum. Sahneye uygun bir şekilde değiştiriyorum.
Sevgiler bizden efendim. Sağlıcakla kalın.
Merhaba @Aremas
Elinize sağlık, öykünüzü, kurgunuzu, anlatımınızı çok beğendim.
Daha önce öykünüzü hiç okumadığım için Gaye gibi bir karşılaştırma yapamıyorum ancak öykünün gidişatına uygun olarak ilerlemiş dil seçiminiz ve anlatımınız.
Ben uzun bulmadım ve merakla da okudum. Yazma serüvenine başlayanlar / başlayacak olanlar ya da belirli bir yol katetmiş olanlar için de didaktik bir kısmı da var.
Düşündüren bir yapısı olan bu güçlü öykünüz için çok teşekkürler.
Sevgiler
Sevgili @Aremas
Çok eminsin kendinden; nereyi okuyucuya bırakacağını, hikayenin nasıl evrilmesi gerektiğini ve bu evrimin neresinde ne kadar yer alacağına dair verdiğin her karar doğru ve yerinde. Üstelik, olaylar birbirini iterek/bükerek değil sanki daha önce açılmış yatağına suyu salmışsın gibi “zaten gitmesi gereken yerin bilincinde”. Aşağıda bu tespitime örnek yerler var.
Sadece olaya ve kişilere değil aynı zamanda, kahramana ve hikayenin geçtiği çevreye olan hakimiyetinde çok başarılı. Hikayeler gelir gider ama onları yazma şekli daha derin ve güçlü hikayeleri anlatmak için yatağını sürekli derinleştirir.
Yukarıda söylediklerimin istisnalarını üzerinde düşünmek istersin diye aşağıya bırakıyorum:
Aşağıdaki ifade ile ne yapmaya çalıştığını anlıyorum, ancak başka bir ifade ile kahramanın gidiş-gelişlerinin çay ocağından duyulmasının mümkün olmadığını anlatman faydalı olabilir. Ayrıca, yüksek sesli müzik-seçici sağırlık-hiçbir şeyi duymamasında mantıksal bir hata var gibi geldi. “Onunkisi seçici sağırlık değil, hiçkimseyi, hiçbir şeyi duymaz.” sanki daha doğru.
Fırça tabanlığı ile ne anlatmak istediğinden emin değilim, kapıların yerle birleştiği yerdeki fırça görünümlü kısım kapı süpürgeliği olarak geçer. Bunu kastetmiş olabilir misin?
Hikayelerde direkt kelimeler yerine biraz daha dolaylı ama etkileyici başka ifadeler bulmaya çalışırım. Örneğin, aportta beklemek ifades burada yerini sanki daha farklı bir ifadeye bırakmak istiyor gibi
Eline ve düş gücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz
Merhaba Onur Bey,
Çok ihtişamlı bir öykü ortaya çıkardığınızı söylemeliyim. Sizden yana okuduğum ilk öykü oldu bu.
Teknik olarak çok iyi seviyede bir metin ele almışsınız zaten. Cümleler, imla kuralları, paragrafların içerikleri…Her şey yerli yerindeydi bana göre.
Atmosferik olarak bakıldığı zaman ise, yine başarılı bir anlatım mevcuttu. İlk başları ne kadar durağansa, son kısımları da bir o kadar hareketli ve duygu yüklüydü.
Yaşar’ın bir paragraflık küçük demeçine katıldığımı belirtmeliyim bu arada. Bu yolda ilerlemek isteyen herkesin iyinin içindeki kötüye olan yolculuktan nasibini almış olması gerekiyor kanımca.
Sayenizde güzel vakit geçirdim, elinize sağlık.
Önümüzdeki seçkilerde görüşmek üzere.
Seçici sağırlıkla ilgili anlatmaya çalıştığım şuydu. Yaşar Bey’in duyduğuna eminler ancak birçok şeyi duymazlıktan geliyor, umursamaz tavırları yüzüne pelesenk olmuş. Ben metne yedirememiş de olabilirim elbette.
Onun(kapı süpürgeliği) da mı adı varmış Bilmiyordum, @Dipsiz, teşekkür ederim.
Bazı arkadaşlar anlaşılmaz ögelerin olduğunu söylediğinden mütevellit (son derece haklılar, hatta aşırının aşırısı haklılar.) burada bir soruya cevaben yazdığım eksiklikleri aktarmak istedim. Zira aktaramadığım çok şey oldu. Metnin kafamdaki senaryoya yakınlaşması adına buraya da eklemek istedim.
Öncelikle şöyle bir açıklama yazmaya çalışayım. Kafamdaki senaryo çok daha uzundu ancak metne sığdıramadım. Başka işlerim de olduğundan organize edecek vakti çok bulamadım. Bunu bahane olarak sunmuyorum. Maalesef bu hep böyle oluyor, çoğumuzda da böyledir eminim. Metinde geriye dönük düzeltme ve ilaveleri pek yapamadım.
"Kafası ezilmiş bir cüceye yapılan gönderme, dükkanın önündeki tuhaf ögeleri imgeliyor. Midesinin tıka basa dolu olması da içerideki hengameyi anlatmak içindi. Ben de üzerini fazla kapatarak anlaşılmasını zorlaştırmış olabilirim tabii ki.
Yaşar Bey’in meselesi şu. Bir edebiyat tanrısı var ve onun yeryüzündeki temsilcisi o. Her gün rüyasında gördüğü kurguları metne aktarıyor ve her yeni kurguyu deneyimleyip dükkanına geri dönüyor. Harry Potter’dan Yüzüklerin Efendisi’ne kadar her kurgunun, önce kendisi tarafından görüldüğünü, daha sonra ise başkalarının zihnine tohumlarının düştüğünü söylüyor. Bir nevi olay içinde olay gibi düşünürsek, benim bu metni yazabilmiş olmam bile Yaşar Bey’in zihninden daha önce böyle bir kurgunun geçtiğini gösterebilir.
Kurgularda, öldürdüğü ya da üstesinden geldiği yaratıkları ise gaz lambalarının ardına saklıyor ve gaz lambaları yandıkça o yaratıklar zamanla eriyip gidiyor. Eğer masadakilerin hepsi sönecek olsa altında dev bir ayının kesik kafası belirecekti gibi düşünebilirsiniz. Gaz lambaları yanarken nesneleri ayrı bir boyuta nakledip orada tüketiyor. Söndüklerinde de nesneler kaldıkları yerden var olmaya devam ediyorlar.
Aslında Yaşar Bey, pencereleri siyaha boyasa ve duvarlar olsa da dışarıyı görüyor. Eren’in, edebiyat tanrısının yeni temsilcisi olduğunu da anlıyor. Rüyasında daha önce bu kısmı gördüğü için her şeyin farkında. Ona bir şekilde bayrağı teslim etmesi için de böyle bir numara çeviriyor diyebiliriz. Yaşananların “Bilişsel sanrı” olması da tamamen gerçek olması anlamına geliyor. Yaşadıkların hem sanrı hem de gerçek demek istiyor Eren’e. Ancak Eren bunları kavrayacak bilgelikte değil henüz. Eren, geri dönüp deftere yazmak zorunda kalınca Yaşar Bey de bu “lanetten” kurtulup yaşlanıp ölebilecek artık."
Selam @Aremas,
Son derece keyifli bir öyküydü. Yeni muhafız, çocuk oldu açık olduğu gibi. Bununla birlikte ben olayın açıklandığı kısımdan önceki klostrofobik kabusun, adım adım yükselişini daha çok beğendim.
Tasvirler olağanüstü başarılıydı. Eren’in duygu dünyası ve hissettirilen tarihçesi de öyle. Karakterler de iyi ayrışmıştı.
Olay öyküsünün ve garip kurgu/bilinmezliğin başarılı örneklerindendi.
Bir noktada Yaşar Bey’in bazı kullanımlarının huysuz antikacı ihtiyardan farklılaştığı ufak tefek yerler gördüm. Daha batılı bir tınıydı. Mesela “İçeri girmek için üç saniyen var” gibi…
Onun dışında hiçbir noktada takılmadan keyifle okudum.
Ellerine sağlık.
Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Selam @Aremas,
Senin de okuduğum ilk öykün (Öykünden önce bol bol, öykülere yaptığın yorumlarını okudum. ).
Öykünün ismi bende nedense çok daha fantastik bir dünya algısı yarattı, Yunan mitolojisi, Tanrılar gibi. Bu nedenle fantastik türe çok yakın olmadığım için, -sen beni okumasaydın belki- seni okumayı pas geçebilirdim ancak özellikle ilk bölüme başladıktan sonra fikrim değişti. Edebiyat Tanrısı ve bunun yeryüzündeki temsilciliği kurgun oldukça başarılı. Yazım dilin gayet akıcı. Uzunluk benim internet üzerinden okumalarım için beklediğim boyutta. Çok beğendim, bundan sonraki öykülerini de okuyacağımdan eminim şimdiden.
Kalemine sağlık.
Sevgiler,
Sena
Merhaba, öncelikle öykünüzü çok beğendiğimi söylemeliyim. Değişik, güzel bir havası vardı. İnsanı düşünmeye itiyor ve merak uyandırıyor. ‘Ee ne olacak şimdi’ sorusu zihnimde yankılanıp durdu. Eren’in dükkanda tıkılıp kaldığı kısmı okurken, Poe’nun Kuyu ve Sarkaç adlı öyküsünü okurken hissettiğim gibi gergindim. Kaleminize sağlık. Umarım sürekli yazarsınız ve ben sürekli okuyabilirim.
Merhabalar @Aremas;
Öykünüzü genel olarak beğendim. Teknik anlamda diğer yapılan yorumlarla hemfikirim. Eleştiride bulunacağım çoğu noktayı yorumunuzda açıklamışsınız. Bu nedenle kafamda öyküyle alakalı pek soru işareti kaldı diyemem. Eren’in içeride geçirdiği zamanı anlattığınız kısımdaki betimlemeler öykünün geneline nazaran daha yoğun olduğu için beni biraz yordu açıkçası. Bunun dışında bir şey yok sanırım.
Öncesi ve sonrasının anlatımına oldukça açık bir öyküydü. Umarım sonraki seçkilerde Eren’in hikayesi tekrar çıkar karşımıza.
Kaleminize sağlık.
Merhaba.
Okumuş olduğum ilk öykünüzde dikkatimi çeken ilk şey, mekan tasvirlerine karakterlerden daha fazla ağırlık vermiş olmanızdı. Bunu tam anlamıyla olumsuzluk olarak algılamayın lütfen. Kaleminizin kokusunu henüz tam olarak duymadığımdan ötürü, belki de bu öyküye has bir anlatım dilini özellikle seçtiniz. Kaldı ki öykünüzdeki karmaşık mekanın anlatımını başarılı buldum.
Öykünüzün altındaki yorumlarda zaten kendinizi eleştirdiğiniz bölümler mevcut. Bu sebeple aynı konuları yinelemek istemem. Ben sadece, Eren’in şu bölümde verdiği tepkiyi çok erkenci buldum; “Gördüğü dev saatin civarındaki lambalardan biri söndü. Yine de kalanlar onu aydınlatmaya yetiyordu. Dakikalar geçti. Kaç kere bağırdığını, kaç kere kapıyı yumrukladığını hatırlamıyordu. Üstelik eline geçirdiği tuhaf metal eşyalarla da demir kapıyı yaralamaya, gedik açmaya çalıştı.” Belki Eren’in kapalı alan korkusu ya da kilitli kalma korkusu vardı ama işte kendisini çok tanımadığımdan dolayı yaptığı davranışını “erkenci” olarak algıladım.
Öykünün ilerleyen bölümlerinde mekansal sıkışmışlık hissi bir okur olarak bana geçti. Kurgusal olarak da özgün bir öyküydü.
Emeklerinize, kaleminize sağlık.
Yeni öykülerde görüşmek dileğiyle.
Sevgiler…
Elinize sağlık. Severek okudum. Yukarıda ufak tefek aksaklıklar için çok güzel eleştiriler var o sebeple hiç girmiyorum. Tekrar elinize sağlık…