Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski
1984 - George Orwell
İkisi de travma etkisi yapmıştı. Biri insanın dehşetini diğeri sistemin dehşetini yaşatıyor.
Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski
1984 - George Orwell
İkisi de travma etkisi yapmıştı. Biri insanın dehşetini diğeri sistemin dehşetini yaşatıyor.
Sefiller - Victor Hugo
Yüzyıllık Yalnızlık- Gabriel Garcia Marquez
Arada sırada “Yüreğini kolla Aureliano,ölmeden çürüyorsun.” diye kendi kendime konuşurken bile buluyorum. Öyle çok etkilendiğim ve sevdiğim bir kitaptır.
Önce aklımdan birçok kitap geçti, sonra yok öyle bir kitap dedim… Tüm bunlar saniyeler içinde oluyor =) sonra aklımda tek bir kitap belirdi… Cevabım oldukça net Amerika’nın cadıları…
Suç ve Ceza…
Yüzyıllık Yalnızlık kesinlikle. İlk kez buz görmeye gittikleri o ilk bölümü özellikle unutamıyorum.
Germinal
Yüzyıllık Yalnızlık
İstanbul Hatırası
Cesur Yeni Dünya
Benim de aklıma ilk olarak Martin Eden geldi. 14-15 yaşlarında okumuştum ve gerçekten beni çok etkilediğini ve bugün olduğum insan olmamda büyük rolü olduğunu söyleyebilirim.
Jules Verne - Denizler Altında 20.000 Fersah
Küçükken okumuştum ve iyiki de okumuş iyiki de bu yazarın dünyasını keşfetmişim…
Benim için Iain Banks’in Eşekarısı Fabrikası. Kitabı okurken yer yer o kadar çok içselliğinizi sorguluyorsunuz ki bazen karakterin yaptıklarıyla bütünleşiyorsunuz. Yanlış ya da doğru, yapılan şeyleri onun gözünden bakarak, onun gibi tahmin ederek ilerliyorsunuz. Son bölümde gelişen olaylar sonucunda hiçbir kitapta şaşırmadığım kadar şaşırmıştım. Mükemmel bir kurgu, herkese tavsiye ederim.
Böyle bir manga başlığımız olmadığı için (ki yeterince katkıda bulunamayacak üyelerimiz, sayımız düşük) buraya iki manga bırakıyorum. Hikayesi bağlantılı olabileceği için de bir oyun bırakmak istiyorum. (Sonuçta az çok kitaba girer, oyunun hikayesi de bir kitapla ilintili)
Oyasumi Punpun (İyi Geceler Punpun)
Onodera Punpun adında kuş olarak çizilen bir insanın ilkokuldan yirmi yaşlarına olan hikayesine tanık oluyoruz. Pek sağlıklı bir karakter değil kendisi, aile ortamı da öyle. Durumlar sarpa sarınca bir insanın ne kadar dibe batabileceğini gösteren bir manga. Oldukça gerçekçi bir şekilde yanstılmış. Gerçekler o kadar güçlü, o kadar vurucu ki bitirince dayak yemişe döndüm. Depresyon, intihara meyillilik, hayal kırıklıkları, olduramadıklarınız, neler neler… Her laciverdin b.ku var anlayacağınız üzere.

Flowers of Evil (Kötürüm Çiçekleri adındaki o kitap)
Takao Kasuga adında kitap kurdu (sizi buradan yakaladım, sanıyorum
) bir ortaokul öğrencisi normal yaşantısına devam etmektedir. Kendini, Baudelaire okuduğu ve kısmen de olsa anlayabildiği için (anlamak ne kelime, sallıyor işte) sınıf arkadaşlarından üstün görmektedir. Bir de “ilham perim” dediği Nanako Saeki adında, okulun en akıllı ve en popüler kızına aşıktır. Bir gün yanından hıç ayırmadığı Kötürüm Çiçekleri kitabını okulda unuttuğunu fark eder, telaşlanıp okula döner. Sınıfa dönünce kitabı bulur fakat aynı zamanda bir şey fark eder: Sevdiği kızın beden kıyafetleri öylece zeminde durmaktadır. Kızla konuşmakta zorlanan akıllı arkadaşımız, içindeki sapkınlığa dur diyemez ve kızın beden kıyafetlerini kaptığı gibi kaçırır. Fakat bir sorun vardır: Kıyafetleri kaçırdığını Sawa Nakamura adında, kafadan zoru olan, öğretmenlerine dahi küfür etmekten çekinmeyen pislik bir kız tarafından görülmüştür. Ertesi gün Nakamura, Kasuga’ya bunu bildirir ve aralarnda bir “anlaşma” yapma koşuluyla bu olayı kimseye yaymayacağını, anlaşma gereği ne söylerse onu yapmasını emreder. Olaylar gelişir. "Öbür taraf"a geçmeye çalışan, bulunduğu dünyada yer edinemeyen Nakamura, Kasuga’yı içsel bir yolculuğa çıkaracaktır.
Harika, gerçekten. İlk arkı herkes okumalı. Kötürüm Çiçekleri’ni okumadım ama içindeki şiirler insanın içindeki kötülükleri aktarmaktaymış, manga da az çok bununla alakalı. “Maskeni indir, 'Karanlığın Kalbi’ni kabul et, özüne dön, özgür ol.” Bir tutam anarşizm ve insanın doğasında bulunan kötülük. İnsanın içgüdüsel ve ilkel yönünü ortaya vuran eserlere bayılırım, önerilerinize açığım bu konuda. Manga tam da bu işte. Saeki gerçekten istediği çalışkan değil, Kasuga şiirleri anlamaz. Bunlar pozdur, birer maskedir. Öyle olmaları söylenmiştir onlara ya da buna kendilerini inandırmışlardır. Fakat Nakamura öyle değildir, o Karanlığın Kalbi’ni benimsemiştir. Çoğu sefer “Sapığım ben, sapkınım ben!” demekten ar duymaz. İnsan doğasını (yazarın hipotezine göre) sahiplenmiştir, karakteri o’dur. Saeki ve Kasuga da bu vesileyle Karanlığın Kalbin’e doğru bir yolculuğa başlar. Dikkat: Cinsellik ve şiddet görüntüleri içerir.
Türkçe çevirisi var mı bilmiyorum ama (İngilizce okudum) bulabilirseniz hiç değilse ilk arkı (Ortaokul) okuyun, benden söylemesi. Pasif yanı ağır basan benim gibi bireyler için oldukça etkileyici gelecektir şahsen. Kasuga’nın yerine pek çok kendimi koyabildim. Üzücü, aslına bakarsanız ama devam edelim isterseniz
.

Spec Ops: The Line
Kıyamet sonrası Dubai’ye operasyona gönderilen Delta Force kumandanı Martin Walker’ın hikayesidir. Oyun boyunca ahlaki boyutta savaş sorgulanır, savaşın değiştirdiği insan sorgulanır. Savaşın ne olduğuna, Karanlığın Kalbi’ne bir dokunuşta bulunulur. Walker yolculuğa devam ettikçe birçok halüsinasyom görüyor, zamanın akışı bozuluyor.
Oynamadım ama şu videoyu izledim. Sanırım oynayamayacağım. Kitap niyetine güzel gitti. Martin Walker o incecik çizgide nasıl ilerliyor, bir bakmak (ağır tatkaçıran içerir) için:
Karanlığın Kalbi ve Kötürüm Çiçeklerini dolaylı yoldan önermiş oldum galiba. İkisini de okumalıyım. Dediğim gibi, insanın vahşi doğasını su yüzeyine çıkaran düşünceler beni çekiyor. Türlü türlü kıyafetlerimizin altında, makamlarımızın ve mekanlarımızın dışında hepimizde var bunlar.
Ah, ah… Bana hep bu tipte eserler, yazmayı bıraktırıyor. Asla böylelerini yazamayacağım, boşuna kürek çekiyorum
.
Homeros-İlyada
George Orwell-1984
Jack London - Martin Eden
Direkt bir kitap gelmiyor ama biraz düşününce Yeraltından Notlar. Hayatımı değiştirmekten çok yaşadığım bir çok duyguyu birebir hatırlattı bana okurken. Dostoyevski’nin zaten her kitabında neredeyse her cümlesinde etkileyici kendimden bir şey bulduğum oluyor ama bu kitap baştan aşağı o hastalıklı tarafımı anlatıyor.
Çok etkilendiğim pek çok kitap okumuşumdur; gazap üzümleri, oblomov, suç ve ceza vs. gibi. Ama şöyle bir durup beni sorgulatan, evet ama bu nasıl bir şey dedirten, düşündüren ve ciddi manada anlattığı hikayenin alegorileriyle, metaforlarıyla sarsan eser tatar çölü oldu. Arada bir tekrar okumak teğmen giovanni drogo ile bastiani kalesinde, geceleri tatar çölü’nü gözlemek içimden geçmiyor değil.
Chris Beckett’ın Karanlık Cennet romanı kesinlikle beni en çok etkileyen romandı. “Evrenin bambaşka bir köşesinde, her şeye yeniden başlamak için bir şans yakalasak, yine aynı hatalara düşer miydik?” Bu sorunun yanıtını ikna edici bir şekilde veren, çok iyi kurgulanmış bir bilim kurgu. Toplumsal normların kökenine dair saptamalar yapıp, bunlara karşı bir uyanışın öyküsünü sunuyor. Diğer yandan çok sürükleyici ve merak uyandırıcı bir serüven.
Butimar. Birkaç kez alıntılara dönüşümü saymazsak yalnızca bir kez okudum. Çünkü tekrar okumaya cesaret edemiyorum. Şimdi zihnimde sisli bir hayal gibi asılı. Belki kitabı okuduğum dönem, hayatımda kitapla bağlantılı gelişen olaylar… Bilmiyorum ve belki bu nedenlerle yüzleşmekten korktuğum için tekrar okumuyorum.
2001: Bir Uzay Macerası
Sayesinde bilimkurguya hayran oldum.
Bu tarz başlıklarda düşünmeye gerek duymadan verdiğim tek cevap var. Victor Hugo - Sefiller.
Sefiller’i çok beğenmiştim.