Evren nedense zihnimin bir köşesinde genişledi. O genişlemeye devam ederken ben de üzerine yazmanın, yazımımı daha da geliştirmenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm.
‘‘Sessizlik!’’
Kral Zimellin, Kemik Kılıçların (Kemik Kılıçlar krallığın en yüksek rütbeli dört komutanından oluşur ve Nitelikli eşyalara sahiptirler) toplandığı masada kargaşaya son verip kontrolü ele aldı.
‘‘Yeter,’’ diye devam etti Zimellin, ‘‘Kardeşini, anasının sütünü emdiği için kıskanan küçük bir velet davranmayı kesin ve didişmeyi bırakın!’’ Bakışlarını Kemik Kılıç Yadaril’e çevirdi, ‘‘Konuş,’’ diye söz hakkı verdi.
Kemik Kılıç Yadaril başını sadece aşağıya doğru salladı, ‘‘Kralım,’’ diye söze başladı. ''Huna imparatorluğuna olan bağlılığımızı bozacak olmamız eğer ciddi anlamda masaya yatırılacak bir meseleyse, üzerine bir daha düşünmenizi tavsiye ederim. ‘’
Öfkeli uğultular ve birbirine karışan laf dalaşları tekrardan masada yükseldi. Zimellin avucunun içini hışımla, mertek ağacından yapılma uzun masaya indirdi ve masa tok bir sesle sallandı.
‘‘Köpekler gibisiniz!’’ diye kükredi Zimellin. ‘‘Dinlemeyi biliyorsunuz, nasıl davranmanız gerektiğini bilmiyorsunuz.’’ Koca sandalyesine yaslanıp iki kolunu sandalyenin geniş kollarına koydu, başını Yadaril’e hiç çevirmeden, ‘‘Devam et,’’ diye emretti.
‘‘İmparatorluğa baş kaldırmak, ağza alınmayacak kadar tehlikeli bir düşünce.’’ Yadaril duraksayıp gergin bakışlı Kemik kılıçların üzerinde göz gezdirdi. ‘‘Orduları, tüm krallıklarla baş etmeye yetecek kadar büyük ve güçlü.’’
Gergin sessizlik artık daha da şiddetliydi. Bir ağız açılırsa, muhtemelen diğer ağızlar hemen ardından tükürürcesine kendi düşüncelerini beyan edecekti.
Koca pencereden vuran güneş ışığının içerisine gizlenmiş Waaggund, iki adım öne çıkarak kendisini gösterdi. Kralın ardından yanaşıp yanıbaşında dikildi ve eğilip Zimellin’in kulağına fısıldadı.
Waaggund yüzünde sık sık yer verdiği nahoş, irite edici gülümsemesiyle tekrardan doğruldu, Kral Zimellin buyur edercesine elini masaya doğru savurdu.
‘‘Böylesine kudretli imparatorluğu,’’ diye söze başladı Waaggund, ‘‘bileğinin kuvvetiyle, yiğitçe çarpışarak değil, hainlik ve kirli oyunlarla devirmeyi başarabilirsin.’’
Masanın en yaşlı Kemik Kılıç’ı Dahmur, ‘‘Suikastçı fahişelerinden birini yollamayı mı düşünüyorsun?’’ deyince masadaki gerginlik yerini ardı ardına gelen neşeli esprilere bıraktı.
Kır saçlı, geniş omuzlu Meldir, ‘‘Onlardan birini yollarsa Falendir’i ayartabileceklerini sanmıyorum,’’ dedi. ‘‘Cinsel anlamda yapabilecekleri tek etkileşim Falendir’in sikini kesmek olur.’’
Cümle son bulduğunda birkaç neşeli homurtu yükseldi.
‘‘Neden her seferinde eli kılıç tutmamış gevezenin sözlerine kulak asıyoruz?’’ diye kabaca söylendi Qamul, zehir gibi bakışlarını Waaggund’a dikerek.
Qamul’un kısacık sarı saçları gür ve sertti, yüzünde daima solgun bir ifade vardı ve fazlaca şarap düşkünü olması sebebiyle tüm gün beyazlığı sararmış gözlerle ve elme gibi kızarık yanaklarla gezerdi.
Waaggund aşağılarcasına gülümseyip elini uzattı, avucu yukarıyı gösterir şekilde masanın üzerinde savurdu. ‘‘Çünkü eli kılıç tutmuş aptallardan daha çok şey biliyor.’’
‘‘Savaşmak yerine her zaman korkakça, kirli oyunlara başvuran basit bir adamsın,’’ diye kestirip attı Dahmur. Çökmüş, kırışmış suratında bir ifade seçebilmek zordu, ama bakışlarındaki nefret seçilebilirdi.
Waaggund bakışlarını Dahmur’a doğrulttu. ‘‘Stratejisi olmayan bir ordu yenilmeye, çıkarlarını gözetmeyen bir krallık ise ezilmeye mahkumdur.’’ Çenesi kibirle havalandı ve gözlerini karşısındaki duvara dikti.
Meldir aşağılarcasına sırıttı. ‘‘Senin gibiler çıkmaza düşünce krallığına sadık kalmaz. İlk fırsatta kaçmaya çalışır.’’
Waaggund’un bakışları hiddetle doldu ve masadaki gerginlik tekrardan nüksetti.
Öfke ve nefret dolu bakışlar birbirleri ardında gitti geldi. Gergin sessizlik, tartışmalardan daha stres doluydu. Sessizlik sürdükçe yeni ve umutsuzluk dolu fikirler beliriyor, Kemik Kılıçlar aklında beliren fikirleri Zimellin’e sunmaya çekiniyordu.
‘‘Artık Soylular meselesine bir çözüm bulmamız gerek,’’ diye sessizliği böldü Qamul.
Masadaki tüm komutanların bilincinde olup dile getiremediği şeyi sonunda birisi yükses sesle dile getirmişti. Soylular, krallığın en büyük vergi kaynağı olduğundan dolayı Zimellin’in gücü Soylulara karşı zayıflamış, sözü geçmez olmuştu. Halk ve ordu bunun bilincindeydi. Soylular dilediğince davranıyor, bazen Zimellin’in emirlerine kulak asmaz oluyorlardı.
Zimellin uzun sakallarını sıvazlarken düşünceye daldı.
‘‘Saray dayanamaz.’’ Dahmur çatık kaşlarıyla kararlılıkla diğerlerinde göz gezdirdi. ‘‘Bilincinde olduğunuz üzere, zaman geçtikçe krallıktaki güçleri de artıyor. Darb-’’
Zimellin başını hızla kaldırdı, ‘‘Darbe,’’ bakışlarını Dahmur’a dikti. ‘‘Darbe yapabilecek kadar güçlenmiş olacaklar. Ağızları şarap, sikleri fahişe kokan zevk düşkünü, aptal Soylular…’’
‘‘Radikal kararlar verilmedikçe onların önüne geçemeyiz,’’ diye böldü Waaggund. ‘‘Soyluların hepsi aynıdır; bir örgüt gibi birbirlerine bağlıdır. Saray birisiyle ters düşerse, tüm Soyluları karşımıza aldığımız anlamına gelir. Yine de, hepsi çıkarları için birbirlerine bağlıdır. Soylular birbirlerinden nefret eder.’’
Kısa bir sessizlik oldu ve Zimellin iki elini çenesinin altında birleştirdi. ‘‘Önerin ne?’’ diye sıkkınlıkla sordu.
Waaggund masaya yaklaşıp gözlerini Kemik Kılıçlar üzerinde gezdirdi. Dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılacak gibi olduysa da çabucak bu arzusunu bastırdı. ‘‘Kızlarımı olabildiğince Huna İmparatorluğunun haremine sızdırmaya çalışacağım,’’ dedi. ‘‘Bildiğiniz üzere, Tanrıların savaşını bile basit bir ölümlü bitirmişti. Doğru, planım uzun ve sancılı olacak, ama kızlarım akıllı ve korkusuz, onlara güveniyorum. Eğer zaman verirseniz Huna İmparatorluğuyla savaşmaktan daha iyi bir öneri sunuyorum sizlere; Huna İmparatorluğunu yönetme fırsatı.’’
Meldir başını iki yana salladı, ‘‘Olasılığı çok düşük, ütopik bir plan,’’ diye kestirip attı. ‘‘Anca A planının destek planı olur. Baş stratejimiz eğer bir avuç fahişeye güvenmekse, izin verin sonumuz gelmeden önce onlardan bol bol tadayım.’’
‘‘Aslında,’’ diye böldü Dahmur, ‘‘abarttığın kadar kötü bir fikir değil. Sadece uygulamanın sonunu görecek zamanımız yok.’’
Qamul başını Dahmur’a hak verircesine salladı, ‘‘Doğru söylüyor,’’ diye ekledi. ‘‘Hikayenin sonunu göremeden Soylularla olan soğuk savaşımız patlak vermiş olur. Bizim için asıl tehdit Huna değil, eli kılıç tutmayı bilmeyen zengin züppe bir avuç Soylular.’’
Zimellin işaret parmağının kenarıyla dudağını ovalıyordu. Bir şey söylemek istemiyordu. Kendi ağzından dökülecek her sözden nefret ediyordu. Biliyordu, umut dolu hiçbir düşüncesi yoktu. ‘‘Soylularla olası bir iç savaş olursa eğer…’’ diye mırıldanırken sözünü yarıda bıraktı.
‘‘Kazansak bile kaybettiğimiz anlamına gelir,’’ diye tamamladı Yadaril.
İlk defa, masada herkes hemfikirdi.
‘‘Hiçbir şekilde kazanamayacaksak neyi bekliyorlar?’’ diye sordu Meldir.
‘‘İlk hamleyi bizim yapmamızı.’’ Waaggund derin bir iç çekti. ‘‘Biz onların ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz, ama onlar ne seviyede olduğumuzun farkında değil. Eğer ilk hamleyi biz yaparsak çaresizce saldırdığımızın bilincinde olacaklar. Zaman geçtikçe krallığın üzerindeki etkilerinin daha çok arttığını biliyorlar. Risk almaları için hiçbir sebep yok.’’
Katı bir sessizlik çöktü. Waaggund’un sözleri can sıkıcı olsa da, kimsenin aksini destekleyen bir fikri yoktu. Çoğunlukla böyle olurdu. Waaggund sohbete yıldırım gibi düşerek dahil olur, Kemik Kılıçlarla atışır ve sonunda onun söylediğine kulak verilirdi.