“Bu taraftan.” dedi rehber.
L’isola dellamore ülkesinin Volta şehrine tatil için gelmiştim. Bu şehir saatleriyle çok ünlüydü. Bu yüzden otelde kahvaltımızı yapar yapmaz gezi otobüsüne binmiştim. İlk durağımız tabi ki de saatler müzesiydi. İlerlerken gözüm sekretere takıldı. Bu kızı bir yerden tanıyor olabilir miydim? Şansımı denemek amacıyla kafileden ayrılıp sekreterin bulunduğu yöne doğru ilerledim.
“Dore?!” dedim.
Sarı saçlarını topuz yapmış olan sekreter kafasını kaldırıp bana baktı. Deniz mavisi gözleri beni görünce parıldamaya başlamıştı.
“Mire! Senin burada ne işin var?” cevap vermemi izin vermeden bana sarıldı.
Dore, benim liseden çok yakın olduğum arkadaşlarımdan biriydi. Ne kadar kendisine gıcık olsam da. Beraber bir müzik grubu kurmuştuk. En büyük hayalimiz ünlü bir rock grubu olmaktı. Ama işte olmadı. Dore’nin ailesi L’isalo dellamore ülkesine taşındı. Şimdi de anladığım kadarıyla burada sekreter olarak çalışmaktaydı.
Rehber “Delfin!”
Dore “Evet!” dedi hemen dik ve ciddi bir şekilde durarak.
Rehber “Bir sorun mu var?” diye sordu tek kaşını kaldırmış bir vaziyette.
Dore “Hayır, efendim. Mire, benim eski bir arkadaşım. Birbirimizi görünce…”
Rehber “İsminizin Meral olduğunu zannediyordum.” dedi bana dönerek. Kaşlarını çatmıştı. Rehbere gülümseyerek “İsmim Meral zaten. Mire benim lakabım.” dedim.
Rehberin çatık kaşları tekrar düz bir çizgiye döndü. “Demek öyle. Gezimize devam edelim mi Meral Hanım? Delfin Hanım ile sonra özlem giderirsiniz.” Dediğinde,
Dore’nin birden ışıldayan gözleri sönmüştü. “Buraya gezmek için mi geldin?” dediğinde sarı saçlı arkadaşımın sesindeki hayal kırıklığını sezmiştim. Açıkçası buna pek fazla anlam verememiştim. Ama sesindeki kırıklığı düzeltebilmek adına,
“Evet, Hey üzülme! 10 dakika sonra yanında olacağım.” dedim ve omuzuna yumruk attım. Dore’nin yüzünde yapay bir gülümseme belirdi. Neden böyle olduğunu merak ediyordum? Ama bunu geziden sonra sormaya karar verdim. Malum rehber, beni kollarını kavuşturmuş yüzünde sabırsız bir ifadeyle bekliyordu. İlerlemeye başladık karşımıza büyük, kahverengi renkli üzerinde kılıç desenleri bulunan bir kapı çıktı. Kapının önünde ise bizi bekleyen kalabalık bulunmaktaydı. Kalabalıkta bulunan insanların yüzüne baktığımda bazılarının kafileden ayrılıp onları beklettiğim için bana kızgın olduklarını anladım. Diğerleri ise elindeki telefonları ile uğraştığından bu durumun farkında bile değildiler.
Rehber, kafilenin arasından geçti ve kapıyı açmadan önce “Evet, heyecanlı mısınız?” diye sorduğunda neden heyecanlı olmamız gerektiğini düşünüyordum. Kapının ardında büyük gizemli bir şey mi vardı?
Kafile hep bir ağızdan ‘Evet!’ dedi ve sonunda kızıl kafalı rehber kapıyı açtı. İçeri girdiğimizde karşımıza üç boş taht çıkmıştı. Boş tahtlara boş gözlerle baktım. Sanırım bir sorun vardı. Bal mumu heykellerini bu boş tahtlara koymayı unutmuştular. En azından ben öyle zannediyordum. Ta ki kafamı kaldırıp tavanı incelemeye karar verene kadar.
Kafileden gnç bir oğlan sesi “E burada bir şey…” dediğinde cümlesinin devamını getirememişti. Çünkü kırmızı gözlü yakışıklı yaratıklar genç oğlanın ve önümde duran bir kadının boynuna doğru atılmışlardı. İşte o zaman bulunduğum kalabalıktan korku dolu çığlık sesleri yükselmeye başladı.
Gördüğüm sahneden sonra Dore’nin neden hüzünlendiğini anlamıştım. Soğukkanlılığımı yitirmeyerek buradan nasıl kaçabiliceğimi düşündüm. Gözüm, kapalı kapının altına ilişti. Aklıma gelen bir fikirle hiç vakit kaybetmeden fikrimi uyguladım. Küçük bir uğur böceğine dönüşerek bu felaketten kurtulmayı son dakikada başarmıştım. O ara bu yakışıklı yaratıklar beni nasıl görmedi anlam veremiyordum. Ya benimle dalga geçiyorlardı ya da gerçekten hızlı bir şekilde şekil değiştirmiştim.
Saat müzesinin girişine vardığımda bir kediye dönüştüm. Kapının girişinde sarı saçlı bir çocuk ve yüzlerine bakınca çift yumurta ikizi olduğu anlaşılan kahverengi saçlı bir erkek çocuk ile sarı saçlarını topuz yapmış bir kızla sohbet etmekteydi. İkizlerin yüzlerine daha dikkatle baktım. Bu yüzleri bir yerden tanıyordum. Ama nereden?
Sarı saçlı çocuk “Bu kedi neden sizi dikkatli bir şekilde izliyor?” diye sorduğunda etrafta kedi aramaktaydım. Evet, bahsedilen kedinin ben olduğumu anlamamıştım.
Ben etrafıma bakınırken sarı saçlı kızın gözleri birden benim gözlerimle buluştu. Yanındaki kahverengi saçlı çocukta bana bakmaya başlamıştı birden. Gözlerinin renkleri o kaçtığım odadaki kişilerin göz renkleriyle aynıydı. Kan kırmızısı. Bunu fark ettiğim an harekete geçtim.
Kedi halimle tam koşmaya başlamıştım ki yolu bile yarılayamadan yere yapışıverdim. Sanki biri kalbime bıçak saplıyormuş gibi bir acıyla dolmuştum. Canım aşırı derecede yandığından dönüştüğüm hayvanın sesiyle sesli bir şekilde miyavlamaya başladım.
Kızıl saçlı bizi ölüme götüren rehber yanlarına gelerek “Buraya doğru koşan bir insan gördünüz mü? Dore’den başka?”
Sarı saçlı çocuk, rehbere dönerek “Hayır, Chas. Buraya doğru gelen bir insan olsaydı hissederdim.”
Bu cümlenin hemen ardından insan formuna geri dönüşmüştüm. Acıdan dolayı gücüm azalmıştı. Bütün enerjimi tüketmiştim.
Chas “Ah işte buradaymış. Demek bu şekilde kaçabildin.” Dediğinde kulaklarıma tanıdık bir ses ilişti.
Dore’nin yalvaran sesi “Lütfen dur! Ona daha fazla zarar verme! Jade, lütfen!” diye yalvarmaya başladı.
Acı kesildiğinde gözlerimi diğer yaratıklarla birlikte sevgili arada gıcık olduğum biricik arkadaşıma döndürdüm bu sefer.
Chas “Delfin, arkadaşının insan olmadığını biliyor muydun?” tarzında bir soru sorduğunda yüzünde bilmiş bir ifade vardı. O ona bu şekilde bakarken bende içimden ‘Sen onun deniz kızın olduğunu biliyor muydun?’ şeklinde geçirmekteydim.
Dore “Evet. O bir şekil değiştiren.” dedi gayet normal bir şeymiş gibi. Gerçi en yakın arkadaşlar arasında olunca tabi ki de normal.
Kahverengi saçlı çocuk “Aron’a götürmeliyiz.” dedi düz bir ses tonuyla. Aron kim abi?
“Oradan kaçıyorum ben zaten. Niye oraya götürüyorsunuz ki beni?” diye yalvardım. Ama sanırım yanlış kişilere yalvarmıştım.
Kahverengi saçlı çocuk “Bizden kaçamazsın.” Dedi düz bir ses tonuyla. Sesi bir tür madde… katı bir madde olsaydı eğer duvar olabilirdi. Dümdüz koca bir duvar.
“Var mısın iddiaya?” dedim karşımdaki yakışıklı yaratığa bakarak. Çünkü bütün kalbimle onlardan kaçabileceğime inanıyordum.
Chas “Böyle bir durumda bile espri yapan insanda, ne bileyim?” derken gözlerini devirmişti. Ben espri yapmıyordum ama neyse.
Dore” Mire, onları dikkate almalısın.” Dedi beni azarlayan bir ses tonuyla.
“Hadi ama Dore, daha kötüsü ne olabilir ki?” diye sorduğumda,
Dore gözlerini kısarak “Bunu en son dediğinde kimya laboratuvarı patlamıştı.”
Ayağa kalktım göğsümü gururla kabartarak “Evet biliyorum, ben yaptım. Harikaydı değil mi?”
Dore “Hayır, az kalsın saçlarımı kaybediyordum.” Dedi kafasını ‘hayır’ anlamında sallayarak.
Yaramaz tatlı bir çocuğun gülümsemesini takındım yüzüme.
Sarı saçlı çocuk “Evet, gidelim mi artık?” dedi sohbetimizden sıkılmışa benziyordu. Ya da kim bilir böyle bir durumdayken bile hala gülebiliyor oluşumuzu kıskanıyor da olabilirdi. Bence kıskanıyor.
Derin bir iç çektim. Ne yapalım yakalandık artık. Ama öncelikle “Senin ismini öğrenebilir miyim?” diye sorduğumda oğlanın yüzünde zerre bir mimik oynamadan,
“İçeri girince öğrenirsin.”
Hemen dramatik bir havaya girerek “Ya öğrenemeden ölürsem.”
“O zaman bir şey kaybetmezsin.”
“Hayır, aksine meraktan ruhum burada kalır. Hiç acımıyor musun?”
“Hayır.” dedi sarışın sinir bozucu bir tebessümle.
Zaten bir vampirden ne bekleyebilirdin ki? Sana acımasını falan mı? Rüyalar aleminden çık Meral.