Acayip Notalar

“Bu taraftan.” dedi rehber.

L’isola dellamore ülkesinin Volta şehrine tatil için gelmiştim. Bu şehir saatleriyle çok ünlüydü. Bu yüzden otelde kahvaltımızı yapar yapmaz gezi otobüsüne binmiştim. İlk durağımız tabi ki de saatler müzesiydi. İlerlerken gözüm sekretere takıldı. Bu kızı bir yerden tanıyor olabilir miydim? Şansımı denemek amacıyla kafileden ayrılıp sekreterin bulunduğu yöne doğru ilerledim.

“Dore?!” dedim.

Sarı saçlarını topuz yapmış olan sekreter kafasını kaldırıp bana baktı. Deniz mavisi gözleri beni görünce parıldamaya başlamıştı.

“Mire! Senin burada ne işin var?” cevap vermemi izin vermeden bana sarıldı.

Dore, benim liseden çok yakın olduğum arkadaşlarımdan biriydi. Ne kadar kendisine gıcık olsam da. Beraber bir müzik grubu kurmuştuk. En büyük hayalimiz ünlü bir rock grubu olmaktı. Ama işte olmadı. Dore’nin ailesi L’isalo dellamore ülkesine taşındı. Şimdi de anladığım kadarıyla burada sekreter olarak çalışmaktaydı.

Rehber “Delfin!”

Dore “Evet!” dedi hemen dik ve ciddi bir şekilde durarak.

Rehber “Bir sorun mu var?” diye sordu tek kaşını kaldırmış bir vaziyette.

Dore “Hayır, efendim. Mire, benim eski bir arkadaşım. Birbirimizi görünce…”

Rehber “İsminizin Meral olduğunu zannediyordum.” dedi bana dönerek. Kaşlarını çatmıştı. Rehbere gülümseyerek “İsmim Meral zaten. Mire benim lakabım.” dedim.

Rehberin çatık kaşları tekrar düz bir çizgiye döndü. “Demek öyle. Gezimize devam edelim mi Meral Hanım? Delfin Hanım ile sonra özlem giderirsiniz.” Dediğinde,

Dore’nin birden ışıldayan gözleri sönmüştü. “Buraya gezmek için mi geldin?” dediğinde sarı saçlı arkadaşımın sesindeki hayal kırıklığını sezmiştim. Açıkçası buna pek fazla anlam verememiştim. Ama sesindeki kırıklığı düzeltebilmek adına,

“Evet, Hey üzülme! 10 dakika sonra yanında olacağım.” dedim ve omuzuna yumruk attım. Dore’nin yüzünde yapay bir gülümseme belirdi. Neden böyle olduğunu merak ediyordum? Ama bunu geziden sonra sormaya karar verdim. Malum rehber, beni kollarını kavuşturmuş yüzünde sabırsız bir ifadeyle bekliyordu. İlerlemeye başladık karşımıza büyük, kahverengi renkli üzerinde kılıç desenleri bulunan bir kapı çıktı. Kapının önünde ise bizi bekleyen kalabalık bulunmaktaydı. Kalabalıkta bulunan insanların yüzüne baktığımda bazılarının kafileden ayrılıp onları beklettiğim için bana kızgın olduklarını anladım. Diğerleri ise elindeki telefonları ile uğraştığından bu durumun farkında bile değildiler.

Rehber, kafilenin arasından geçti ve kapıyı açmadan önce “Evet, heyecanlı mısınız?” diye sorduğunda neden heyecanlı olmamız gerektiğini düşünüyordum. Kapının ardında büyük gizemli bir şey mi vardı?

Kafile hep bir ağızdan ‘Evet!’ dedi ve sonunda kızıl kafalı rehber kapıyı açtı. İçeri girdiğimizde karşımıza üç boş taht çıkmıştı. Boş tahtlara boş gözlerle baktım. Sanırım bir sorun vardı. Bal mumu heykellerini bu boş tahtlara koymayı unutmuştular. En azından ben öyle zannediyordum. Ta ki kafamı kaldırıp tavanı incelemeye karar verene kadar.

Kafileden gnç bir oğlan sesi “E burada bir şey…” dediğinde cümlesinin devamını getirememişti. Çünkü kırmızı gözlü yakışıklı yaratıklar genç oğlanın ve önümde duran bir kadının boynuna doğru atılmışlardı. İşte o zaman bulunduğum kalabalıktan korku dolu çığlık sesleri yükselmeye başladı.

Gördüğüm sahneden sonra Dore’nin neden hüzünlendiğini anlamıştım. Soğukkanlılığımı yitirmeyerek buradan nasıl kaçabiliceğimi düşündüm. Gözüm, kapalı kapının altına ilişti. Aklıma gelen bir fikirle hiç vakit kaybetmeden fikrimi uyguladım. Küçük bir uğur böceğine dönüşerek bu felaketten kurtulmayı son dakikada başarmıştım. O ara bu yakışıklı yaratıklar beni nasıl görmedi anlam veremiyordum. Ya benimle dalga geçiyorlardı ya da gerçekten hızlı bir şekilde şekil değiştirmiştim.

Saat müzesinin girişine vardığımda bir kediye dönüştüm. Kapının girişinde sarı saçlı bir çocuk ve yüzlerine bakınca çift yumurta ikizi olduğu anlaşılan kahverengi saçlı bir erkek çocuk ile sarı saçlarını topuz yapmış bir kızla sohbet etmekteydi. İkizlerin yüzlerine daha dikkatle baktım. Bu yüzleri bir yerden tanıyordum. Ama nereden?

Sarı saçlı çocuk “Bu kedi neden sizi dikkatli bir şekilde izliyor?” diye sorduğunda etrafta kedi aramaktaydım. Evet, bahsedilen kedinin ben olduğumu anlamamıştım.

Ben etrafıma bakınırken sarı saçlı kızın gözleri birden benim gözlerimle buluştu. Yanındaki kahverengi saçlı çocukta bana bakmaya başlamıştı birden. Gözlerinin renkleri o kaçtığım odadaki kişilerin göz renkleriyle aynıydı. Kan kırmızısı. Bunu fark ettiğim an harekete geçtim.

Kedi halimle tam koşmaya başlamıştım ki yolu bile yarılayamadan yere yapışıverdim. Sanki biri kalbime bıçak saplıyormuş gibi bir acıyla dolmuştum. Canım aşırı derecede yandığından dönüştüğüm hayvanın sesiyle sesli bir şekilde miyavlamaya başladım.

Kızıl saçlı bizi ölüme götüren rehber yanlarına gelerek “Buraya doğru koşan bir insan gördünüz mü? Dore’den başka?”

Sarı saçlı çocuk, rehbere dönerek “Hayır, Chas. Buraya doğru gelen bir insan olsaydı hissederdim.”

Bu cümlenin hemen ardından insan formuna geri dönüşmüştüm. Acıdan dolayı gücüm azalmıştı. Bütün enerjimi tüketmiştim.

Chas “Ah işte buradaymış. Demek bu şekilde kaçabildin.” Dediğinde kulaklarıma tanıdık bir ses ilişti.

Dore’nin yalvaran sesi “Lütfen dur! Ona daha fazla zarar verme! Jade, lütfen!” diye yalvarmaya başladı.

Acı kesildiğinde gözlerimi diğer yaratıklarla birlikte sevgili arada gıcık olduğum biricik arkadaşıma döndürdüm bu sefer.

Chas “Delfin, arkadaşının insan olmadığını biliyor muydun?” tarzında bir soru sorduğunda yüzünde bilmiş bir ifade vardı. O ona bu şekilde bakarken bende içimden ‘Sen onun deniz kızın olduğunu biliyor muydun?’ şeklinde geçirmekteydim.

Dore “Evet. O bir şekil değiştiren.” dedi gayet normal bir şeymiş gibi. Gerçi en yakın arkadaşlar arasında olunca tabi ki de normal.

Kahverengi saçlı çocuk “Aron’a götürmeliyiz.” dedi düz bir ses tonuyla. Aron kim abi?

“Oradan kaçıyorum ben zaten. Niye oraya götürüyorsunuz ki beni?” diye yalvardım. Ama sanırım yanlış kişilere yalvarmıştım.

Kahverengi saçlı çocuk “Bizden kaçamazsın.” Dedi düz bir ses tonuyla. Sesi bir tür madde… katı bir madde olsaydı eğer duvar olabilirdi. Dümdüz koca bir duvar.

“Var mısın iddiaya?” dedim karşımdaki yakışıklı yaratığa bakarak. Çünkü bütün kalbimle onlardan kaçabileceğime inanıyordum.

Chas “Böyle bir durumda bile espri yapan insanda, ne bileyim?” derken gözlerini devirmişti. Ben espri yapmıyordum ama neyse.

Dore” Mire, onları dikkate almalısın.” Dedi beni azarlayan bir ses tonuyla.

“Hadi ama Dore, daha kötüsü ne olabilir ki?” diye sorduğumda,

Dore gözlerini kısarak “Bunu en son dediğinde kimya laboratuvarı patlamıştı.”

Ayağa kalktım göğsümü gururla kabartarak “Evet biliyorum, ben yaptım. Harikaydı değil mi?”

Dore “Hayır, az kalsın saçlarımı kaybediyordum.” Dedi kafasını ‘hayır’ anlamında sallayarak.

Yaramaz tatlı bir çocuğun gülümsemesini takındım yüzüme.

Sarı saçlı çocuk “Evet, gidelim mi artık?” dedi sohbetimizden sıkılmışa benziyordu. Ya da kim bilir böyle bir durumdayken bile hala gülebiliyor oluşumuzu kıskanıyor da olabilirdi. Bence kıskanıyor.

Derin bir iç çektim. Ne yapalım yakalandık artık. Ama öncelikle “Senin ismini öğrenebilir miyim?” diye sorduğumda oğlanın yüzünde zerre bir mimik oynamadan,

“İçeri girince öğrenirsin.”

Hemen dramatik bir havaya girerek “Ya öğrenemeden ölürsem.”

“O zaman bir şey kaybetmezsin.”

“Hayır, aksine meraktan ruhum burada kalır. Hiç acımıyor musun?”

“Hayır.” dedi sarışın sinir bozucu bir tebessümle.

Zaten bir vampirden ne bekleyebilirdin ki? Sana acımasını falan mı? Rüyalar aleminden çık Meral.

1 Beğeni

İKİNCİ BÖLÜM
Kapıdan içeri girdiğimde karşımda üç taht ve tahtlarda oturan üç yakışıklı vampir bulunmaktaydı. Sol tarafta ki tahtta oturan platin sarı saçları omuzuna kadar gelen adam ve orta tahtta oturan siyah saçları sırtına kadar gelen adam otuzlu yaşlarında gözüküyordu. Sağ tarafta oturan saçları kahverengi uzun dalgalı olan adam ise yirmili yaşlarında gözüküyordu. Ortada oturan vampir gülümseyerek “Tekrar hoş geldin. İsmin ne?” diye sordu. Sanki benim burada olduğumdan haberdarmış gibi. Sanırım kaçtığımı fark etmişti.

“Mire.” dedim ürkek bir ses tonuyla.

Kızıl kafa “İsminin Meral olduğunu zannediyordum.” Dedi ismimi özellikle vurgulayarak.

Kafamı sağa sola salladım. Doğru ya ben Meral’dim değil mi? Dore’yle karşılaşınca bir an ismimi unutmuştum. “Evet, ah ben Meral Saat.” Görgüsüzlük olmasın diye çekingen bir ses tonuyla “Peki sizin isminiz ne?” diye sordum. Sormasına fakat belki de böyle bir soru sormamalıydım. Çünkü sorun şu an bulunduğumuz ortamda o kadar saçma duruyordu ki. Hayatım eğer bir film olsaydı bu filmin senaryosunda böyle bir diyalog kesinlikle geçmezdi. Bu nasıl bir soru? Sizin isminiz ne?

Ortadaki vampir gülümsemeye devam ederek “Ben Aron. Demek Delfin’in arkadaşısın. Peki Delfin senin yeteneklerini biliyor mu?” diye sorduğunda,

“Tabii ki biliyor. O da Acayip Notalar grubunun bir parçası.” Dedim düşünmeden konuşarak sonra elimle ağzımı kapattım. Ne yapıyordum ben? Resmen adamlar vampir diye tribe girmiştim. Adamın sorduğu sorusuna karşılık beş yaşındaki bir çocuğun vermiş olduğu tepkiye vermiştim. Tamam, adamlar gerçekten benden yaşça büyük olabilirdi. Fakat bende yirmi beş yaşındaydım. Ellerimle yanaklarıma vurmamak iin kendimi zor tuttum.

Düşüncelerimden sıyrılıp Aron ismine sahip orta tahtta oturan adamın yüzüne baktığımda şaşırmış olduğunu gördüm. Yüzünde beliren şaşkın bir ifadeyle “Acayip Notalar… Delfin’in de mi bir yeteneği var? Hiç fark etmemişim. Siz fark etmiş miydiniz?” diye sordu diğerlerine dönerek. Onların cevaplamasına izin vermeden balıklama soruya atladım.

“İş yerinde nasıl görebilirsin ki?”
Sonuçta etrafıma baktığımda eskilerden kalma bir saat kulesindeydik. Üstüne üstlük bu kulenin içinde su yoktu. Suya dair bir şey olmayan bu yerde Delfin nasıl yeteneklerini kullanabilirdi ki?

Sağ tarafta tahtta oturan sarı omuzlarına kadar gelen saçlara sahip vampir “Ne tür yeteneklere sahip ki?” diye sorduğunda sesindeki küçümseyici tonu hissetmiştim ve açıkçası bundan hoşlanmamıştım.

Derin bir iç çektim. “İnsanları hipnoz edebilir. Öfkelendiğinde binaları yıkabilecek kadar güçlü bir sesi vardır.”

Aron, ellerini çırparak “Bu harika bir yetenek. Gözümüzün önündeki cevheri neredeyse kaçırıyormuşuz.” Dediğinde adamın tavırlarını bir tür sevinen küçük bir çocuğa benzettim. Adam bu zamana kadar yaşamıştı ama anlaşılan ruhu hala bir çocuktu. İnsan… yok vampir gidip de şu yanında duran vampirlerden örnek alarak olgun davranmayı öğrenebilirdi. Niye takıldım şimdi ben buna ya?

Takıldığım noktayı değiştirdiğimde aklıma Dore hakkında konuştukları gelmişti. Ve bir kez daha Dore bütün ilgiyi kendi üzerine çekmişti. Bedensel olarak burada değildi ve bütün ilgi onun üzerine kaymıştı yine. Geçmişe döndüm birden âşık olduğum çocuk benimle ilgileniyordu. Bizim okuldan değildi. Onu özellikle Dore’den saklıyordum. Ama hayat bir şekilde âşık olduğum çocuğu Dore’yle karşılaştırdı ve sevdiğim beni terk edip onunla çıkmaya başladı. İlk başta bana sorun olup olmadığını sordu. Bende arkadaşlıktan önemli mi canım deyip içimdeki acıyı yuttum. İlişkinin zaten yüzeysel olduğunu söyledim. Önemli değil dedim. Ama yalandı. O…benim her şeyimdi.

Bir el yanağıma dokundu.

“Ha?” elin sahibini görmek için kafamı kaldırdığımda Aron’un gözleriyle karşılaştım. Ne ara gelmişti buraya abi?

“Meral, sana teklifim şu. Bize arkadaşlarını getir bizde sana liderlik verelim.” Şeklinde bir şey dediğinde çünkü karşımda yıllanmış vampir lideri duruyordu. Bana da diyordu ki ‘Gel, bizimle takıl.’ İlk birkaç saniye adamın yüzüne boş gözlerle baktım. Ardından,

“Nasıl yani?!” dedim tek kaşımı kaldırarak.

“Swore klanının liderlerinden biri olacaksın demek.” dedi sarışın lider bozulmuş bir yüz ifadesiyle. Kahverengi dalgalı saçları olan adam ise orada hala hiçbir mimik oynatmadan put gibi oturmaya devam ediyordu. Yani adamın vampir olduğunu bilmesem onun insan eli ile yapılmış olan bir balmumu heykeli olduğunu düşünürdüm.

Adamın teklifini düşündüm. Aslında düşünmedim. Yalan söylemeyelim şimdi. Adamın teklifini düşünmeden direkt şunu dedim,

“İsmimi değiştirebilir miyim?”

Aron “Tabi.”

“Beni lakabımla çağırabilir misiniz? Mire?”

Aron “Nasıl istersen. O halde anlaştık.” Dedi ve elini uzattı. Elini tuttuğumda beni kendine çekip boynumdan ısırdı. Ani olduğu için bir şey hissetmedim. Birden her şey bulanıklaşmaya ve ardından da kararmaya başladı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Uyandığımda kendimi dinç hissediyordum. Benim bile anlayamadığım bir hızla ayağa kalktım. Nerede olduğumu anlamak için etrafa bakındığımda normalde fark edemediğim detayları görebildiğimi fark ettim. Koyu gri renkli taşların arasındaki minik toz zerrecikleri, etrafta dolaşan minik toz akarları gibi. Elime baktığımda parmak izimin desenini net bir şekilde görebiliyordum. Saçlarıma baktığımda ise sanki bir ışık mikroskobunda saçımı inceliyormuşum hissi edinmiştim. Erkek sesi geldiğinde etrafımı ve kendimi incelemeyi bıraktım. Ve sesin geldiği yöne doğru bütün vücudumu çevirdim.

Aron “Uyanmışsın.” Dedi yanıma gelerek.
Kafamı az önce kalktığım sert, gri taşlardan oluşmuş banka doğru çevirdim. Anlaşılan o ki beni ısırdıktan sonra buraya yatırmışlardı.

“Ne oldu bana?” diye sordum sorunun cevabını bile bile. Ardından kafamı tekrar benimle konuşan vampir liderine doğru çevirdim.

Aron “Vampire dönüştün.” dedi ve sinsice gülümseyerek konuşmasına devam etti. “Ben yapmam gerekeni yaptım şimdi sıra sende.”

Aha şimdi ayvayı yedik. Acayip notalar grubu… dudağımı ısırdım. Vampire dönüşme kısmını hatırlıyordum. Fakat neden dönüştüğümü ve ne vermem gerektiğini şimdi hatırlamıştım. Adam klanı için yeni yetenekli avcılar istiyordu. Daha fazla güç istiyordu. Aunyadaki (1) bütün vampir klanları ayağı altında diz çöktürecek kadar güç. O da tabi ki benim ekibimle olurdu. Sorun şuydu ki ekibimin nerede olduğu konusunda bir fikrim yoktu. Hepimiz dünyanın farklı yerlerine dağılmıştık. Şimdi ben gidipde onları nereden bulacaktım ki.

Aron “Tabi şimdi sen açsındır. Dimitri sana nasıl avlanacağını gösterecek. Avlandıktan sonra da arkadaşlarını buraya getirirsin.”

Gülümsedim. Ona karşı çıkmadım. Çünkü karşı çıkacak durumda değildim. Adamın etrafındaki korumalara baktım. Neden böyle bir söz verdim sanki? Hangi akla hizmet? Liderlik koltuğuna oturmak için mi? Bu delilik. Kafayı yemiş olmalıyım.

Dimitri sarı saçları olan hani ismini sorduğumda ismini vermeyen sarışın var ya oydu işte.

Dimitri “Gidelim.” Dedi gülümseyerek.

Bir an içimden trip atmak geldi. Bana ismini vermeyen birini neden dinlemeliydim ki?

Dışarı çıktığımızda arkamı dönüp baktım. Burası müze değildi. Kaleydi. “Saat müzesi nerede?”

Dimitri “Arka tarafta kaldı o. Çatıdan gidelim.” Dedi ve yok olmuştu. Etrafıma bakındım. Kafamı kaldırıp çatıya bakınca Dimitri “Unutma artık bir insan değilsin! Hadi gel!” dedi ve ortadan kayboldu yeniden. Bense çatıya nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Hayatımda hiç tırmanmamıştım. Bir zıplamayla oraya ulaşılacak gibi de gözükmüyordu. Nasıl çıkmıştı bu adam ya az önce? Kafamı kaşıdım. En sonunda “Bir kuşa bu şekilde uçmaya öğretemezsin. İyi ki anne kuş olarak doğmamışsın. Yoksa o yavruların vay haline!” dedim kendi kendime homurdanarak. Derin bir iç çekiş sesi duyduğumda ise yerimde zıplamıştım. Kulaklarım artık nasıl keskinleşmişti bilmiyorum ama ses tam arkamdaki evin çatısının yukarısından geliyordu. Hayır, anlamadığım oraya hangi ara geçmişti?

Dimitri bulunduğu yerden aşağı inip beni kucağına aldı.” Şimdi beni iyi izle! Bir kere göstereceğim.”

Beni kucağına aldığında gözlerim büyümüştü (en azından ben büyüdüğüne eminim.) ve insan olsaydım eğer yanaklarım muhtemelen kızarırdı. Vampir olduğum için yanaklarım kızarmıyordu neyse ki. Çatıya çıktığımızda yine anlayamadığım bir hızda çıkmıştık.

“Evet, anladın mı?” dedi ciddi bir ses tonuyla.

Onu başımdan savmak için kafamı evet anlamında salladım. Açıkçası ne yaptığını anlamamıştım bile. Beni kucağından indirdi.

Dimitri “Hımm kokuyu alıyor musun?”

Havayı kokladım. Karnımın acıkmasına sebep olan leziz bir şeyler kokuyordu. Kokuyu derin derin içime çektim. Nereden geldiğini algılamaya çalıştım. Koku ileriden geliyordu anlamadığım bir hızla ve içgüdüsel olarak kokunun sahibini buldum. Gözlüklü bir adamın kokusuydu bu. Karnım o kadar açtı ki. Adamın üzerine atlayıp onun boynunu ısırdım. Adamın kanının hepsini içmek istiyordum fakat okulda paylaşmayı öğretmişlerdi ve çatıda Dimitri durmuş beni izliyordu. Tamam, itiraf ediyorum yemek yerken izlenmekten hoşlanmıyorum. Paylaşmakla alakası yok. Ne kadar vücudum kanı daha fazla içmek istese de Dimitri’nin beni yukarıdan izlemesinin verdiği rahatsızlık, kan içme arzumun önüne geçiyordu.

Dimitiri’ye adamı göstererek “İster misin?” dedim tatlı bulduğum sesimle.

Dimitri yanıma gelerek “Teşekkür ederim.” Deyip adamın kanını içmeye başladı. Resmen adamı iki vampir içmiştik. Ve ben hala açtım.

[SWORE KLANINDAN ARON]

Bu zamanın bir gün gelip çatacağını biliyordum. Demek bugün tanışacakmışım onunla. Mire ile ilk defa 5.yy’daki L’isalo dellamore’da karşılaşmıştık. Bir balo gecesiydi. On sekiz yaşına giren kızların soylu ailelere tanıtıldığı günlerdendi. Mire’yi ilk gördüğümde onun da o kızlardan olduğunu zannetmiştim. Öyle değildi. Düşüncelerini okuduğumda onun bu zamandan olmadığını anlamıştım. Benim bile bilmediğim şeyleri biliyordu. Onun zamanında bilim ilerlemişti. O balo gecesi Dimitri’yi peşine gönderdim onu takip etmesi için. Dimitri bana döndüğünde gözünün önünde ortadan kaybolduğunu söylemişti. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki?

Önümdeki kitabı okurken Caspian huzursuz bir şekilde “Neden onu aramıza aldık Aron?” diye sordu. Aramıza yeni yetme birinin lider olarak katılması hiç hoşuna gitmemişti.

“Zamanda atlama yeteneği var. Böyle birini kaçırmak istemedim.” Dedim.

Marcellus “Bunu nereden biliyorsun?” diye sorduğunda Marcellus’a doğru bir şaşkın bakış yolladı. Eşini infaz ettiğimizden bu yana bizimle iletişime çok nadiren geçerdi.

“Onunla 5.yy’da bir baloda karşılaştığımı hatırlıyorum.”

Caspian “Belki de büyük büyük annesidir.” diye bir teori ortaya attı. Büyük annesi olmadığını biliyordum.

“Peşine Dimitri’yi takmıştım. Gözünün ortasında kaybolması ve onu bir daha bulamamızın tek bir açıklaması bu kızın zamanda atlayabilme yeteneğine sahip olduğunu gösterir.” dedim.
Caspian, yaptığım bu açıklama sonrasında susmuştu. Marcellus’a gelince gözlerinde yüzyıllardır görmediğim umudu gördüm. Kafamı okumakta olduğum kalın ciltli olan kitaba çevirdim. Okuduğum kitap da türümüz dışında bulunan yaratıklar hakkında bilgi vermekteydi. Bu da benim ilgimi çekmekteydi. Kendi türümü yönetim altına almayı başabildikten sonra diğer türleri de yönetim altına alacaktım. Ama önce bu yaratıkları tanımalıydım.

(1): Aunya, bu hikayedeki karakterlerin bulunmuş olduğu gezegenin adıdır.
Hikayedeki çoğu yeri değiştirdim. Ülkelerin ismi, şehirlerin ismi gibi. Çünkü bu fantastik bir hikaye. Bu yüzden illa bizim yaşadığımız gezegende olmak zorunda değil. Bu yüzden hepsini değiştirmeye karar verdim. Karakterlerin isimlerini değiştirmeme kararı aldım.