Agape'nin Kaynayan Kazan'ı :buyucu:

Herkese Merhaba,

Kaynayan Kazan nedir? Kazan’ın içinde neler var? Kurbağa büyüsü mü yoksa başka bilmediğiniz şeyler mi? Bu başlıkta okuduğum, izlediğim şeyleri Kazan’a atarak enine boyuna yapabildiğim kadar didikleyeceğim ve incelemelerimi de burada paylaşacağım artık. Böylece okuyan veya izleyenlerle de konu hakkında itişip kakışabileceğimiz, tepemin tası atarsa kurbağa yapabileceğim bir başlık olsun istedim. :buyucu: Cadısözlerinin havada uçuştuğu, vıraklamaların ve zıplamaların dört bir yanda gezdiği, lanetlerin hedef şaşırdığı, ben ve içimdeki benlerin çeliştiği bir başlık olacağını düşünüyorum. Tabii tüm bu keşmekeşin içinde dilimizin kemiğine de dikkat etmemiz gerektiğini unutmayalım. Her zaman dediğim gibi “Ondan sonra vay efendim ben neden kurbağa gibi hissediyorum?” demek yok.

Bu bağlamda başlığıma uzun zamandır ihmal ettiğim incelemelerimle başlayacağım.

Saklı Geçit Üçlemesi - Wayne Thomas Batson (Genç-yetişkin 10+)

MartıGenç tarafından seneler evvel satışa sunulan bu kitaplar uzun uzun yıllardır kitaplığımda kendilerine üçlü bir cemiyet kurmuş, artık bulundukları köşede konuşmaya başlamışlardı. Bu kadar uzun bir terk ediliş geçirmelerinin sebebi şüphesiz kitapların çıkış tarihleri arasındaki uzun süreç. İlk kitabı 2012 yılında çıktığında almıştım. İkinci kitap 2014, üçüncüsü ise 2015 yılında dilimizde yayınlandı. Serinin tamamlanması üç seneyi bulunca -ki yurtdışı çıkış tarihleri 2005/2006- keyfim kaçmış ve kendi aidiyetlerine terk etmiştim.

İlk kitap olan Saklı Geçit (The Door Within) Taner Tanrıöver tarafından Türkçeye kazandırılırken ikinci kitap Ejderha Lord’un Dönüşü (The Rise of The Wyrm Lord) ve üçüncü kitap Son Fırtına (The Final Storm) Semih Koç tarafından çevrilmiş. İlk kitabın çevirisi ve düzeltisi daha özenli olmasına rağmen seri ilerledikçe bozulmalar başlamış. Yine de o kadar can sıkıcı bir hal almadan seriyi tamamlamışlar. Kapaklar yurtdışında da kullanılan orijinal kapaklar. Benim yabancı görsel kullanmamın sebebi ise doğru dürüst üçünün de yer aldığı bir görsel olmaması ve benim fotoğraf çekme becerilerimin göz kanatan cinsten olması.

Gelelim hikayeye… Gerçekten inananların geçebildiği bir dünyaya olan macerayı konu alıyor. Konunun bütününe baktığımızda temel zemin olarak tamamen Narnia diyebiliriz. Tabii içinde Aslan, Cadı, Dolap gibi şeyler yok ama başka bir dünyaya geçmek, inananların ancak başarabileceği ve iyi olacağı bir temele oturtulmuş. Her kitapta farklı birisinin bu yansıma dünya denilen Realm’e geçişini konu alıyor. Bu Realm denilen yer zamanında dünyayla bir bütün halinde bulunuyormuş fakat Kral Eliam’a ihanet eden karanlık lord Paragor yüzünden dünya ve Realm birbirinden ayrılıyor. Bu ayrılma sebebiyle insanların da ruhları bölünerek ayrılıyor ve birisinin başına Realm’de veya dünyada bir şey gelirse diğer tarafta da başına bir iş geliyor. Kral Eliam ise bir yaratıcı.

İlk kitapta Aidan denen bir çocuğun Realm’e inanma sürecini, oraya geçişini ve oradaki maceralarını okuyoruz. İkinci kitapta ise Antoinette denilen kızın Realm’deki maceralarını okuyoruz. Temelde benzerlikler olsa bile kendine has bir dünyası olduğunu da belirtmek lazım. Gençlere yönelik bir eser olduğu için sıkıcı detaylardan arındırılmış ve hareketli bir seri. Bu durumda Fantastiğe giriş eserlerinden birisi olabilir. Çocukların hayal dünyasına hitap edeceğini düşünüyorum lakin kalınlığı da göz korkutucu olabilir.

Hazır kalınlık demişken aslında kitapların göründüğü kadar kalın olmadığını da belirtmek lazım. Bunun sebebi yazarın editörlerle çetin görüşmeleri sonunda kaldırdığı ve değiştirdiği bölümleri de içermesi. Bunları neden kaldırdığını, bu detayların hangi açıdan sıkıntı yaratacağını da bölüm bölüm ele almış. Genelde kırk-elli sayfa sürüyor bu bölümler. Bu açıdan yazmaya merak salan kişiler için de faydalı bilgiler var. En azından editörlerin kitaplara nasıl yaklaştığını, neden bu şekilde bir müdahalede bulunduklarını da insan deneyimleyebiliyor. Yazar için de bazı bölümleri törpülemek zor olmuş. Hatta zaman zaman da inatçılığı tutmuş ama sonunda pes etmiş.

Fantastik alanında çok kitap okumuş kişiler muhtemelen seriden sıkılacaktır. Yalnız kardeşi, çocuğu olanlar için tercih edilebilecek güzel bir üçleme. Genç yetişkin olarak değerlendirdiğimde bu seriye altı buçuktan yedi veriyorum.

Kanlı Bir Kış Gecesi - Marcus Sedgwick

Kirkus Reviews’e göre 2013 yılının “En İyi Gençlik Kitabı” imiş. Dilimize Kübra Tekneci tarafından kazandırılmış kitabın editörlüğünü de Emirhan Aydın yapmış. Kitabın ilk yarısında neredeyse hata yokken sonlara doğru bazı gözden kaçan hatalar vardı fakat o kadar can sıkmıyordu. Bir kitap için kabul edilebilir hata eşiğimizin üstüne geçemedi. Sert kapak ve şömizli olarak basılan eserin kalitesi gerçekten hoş.

Korku, gerilim, gizem gibi tanımlamalar içermesine rağmen ben pek böyle bir durum görmedim. Bu tabii ki kişinin nelerden korktuğuna bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Kitabın içinde yedi tane öykü var. Bu öykülerin birbiriyle ilişkileri var. Bunları takip etmek okuyucuya kalıyor. Çağlara yayılan bu öyküler hep bir noktada birleşiyor. Aslında Kutsal Ada denilen yere yolu düşenlerin hikayesi demek daha doğru olur. “Bu adayı kutsal yapan nedir? Ardındaki gizem nasıl bir şeydir?” gibi sorular sürekli kafanızı kurcalıyor fakat sonuca ulaştığınızda çok da tatmin eden bir şeyle karşılaşamıyorsunuz. Yazarın dili oldukça akıcı olduğu için okurken akıp gidiyor.

Zaman Yolcusunun Karısı, Bulut Atlası ve Lost ile alakalı yorumlar olsa da bilimkurgu açısından bir şey yok. Lost ile alakalı olması da adaya düşmek ile alakalı bir durum aslında. Kutsal Ada’ya ayak basanların başına türlü türlü işler geliyor sonuçta. Bilimkurgu kısmını bir kenara bırakırsak Bulut Atlası en yakın eser diyebiliriz sanırım. Yine de bütün bunlara rağmen ortalama bir eser olmaktan öteye gidemiyor. 10/6

Şimdilik Her Şey Yolunda - Ursula K Le Guin (Şiirler)

Ne desek, ne etsek de Ursula sevenlerin kalbini kırmasak? Böyle desem bile ben de bir Ursula severim. Yine de böyle bir kitaba ihtiyaç var mıydı, emin değilim.

Metis Yayınları tarafından dilimize kazandırılan, çevirisi Gökçenur Ç. tarafından yapılan Ursula K Le Guin’in 2014-2018 yılları arasındaki şiirlerinden oluşan bir derleme. Editörlük bakımından bir sorun gözümüze çarpmadı açıkçası.

Kitabı büyük bir heyecanla elime aldım ve aynı anda heyecan balonum “puf” diye sönüverdi. Çeviri şiirlerde yapaylık oluştuğunu birçoğumuz deneyimlemişizdir. Okuduğum her kelime, her satır bana yabancı geldi bu sebeple. Şiir ne anlatıyor, buralara nasıl geldik gibi sorular belirdi kafamda. Bir saat içinde bitecek bir kitap olmasına rağmen keyif vermiyor. Bunun sebebi şiirlerinin hikayesinin olmaması sanırım. Buram buram kokan “ben çeviriyim” kokusu da cabası. Satırların kesildiği yerler, anlatmak istediği şeyler konusunda oldukça eksiklik hissi yaratıyor. Ursula okuyorsanız şiirlerinin geldiği yerler de önem kazanıyor ister istemez.

Kendi canımı bile sıkmış olsa da objektif olmak konusunda takıntılı olduğum düşünülürse puanım: 4/10

Boşa Geçirecek Vakit Yok - Ursula K Le Guin

Yaşadığım hezeyandan sonra kendimi elimde bu kitapla buldum. Olmazsa olmaz battaniyemi de bacaklarıma örterek okuma pozisyonumu aldım. Kahvem her zaman hazır.

Hep Kitap tarafından yayınlanan ve @DamlaGol ile dilimize kazandırılan kitapta kusur bulmadım diyeceğimi sanıyorsunuz ama iki tane buldum. İşin esprisi bir yana gerçekten özenli bir çalışmaydı. Bulduğum hataları tabii Damla Hanım’a hemencecik yazıverdim. :slight_smile:

Ursula K Le Guin’in kitabın içindekileri neden yazdığı, bu işe niçin kalkıştığını kendi ağzından detaylıca okuyoruz. İyi ki böyle bir karar almış. Kitabın içeriği; belli konularda düşündükleri, hayatında yaşadıklarını dürüstçe kaleme aldığı, kızdığı, kafasının takıldığı, kendi içinde yaşadığı tartışmaları, tepkileri yazdığı kısa metinlerden oluşturuyor. Hayata, yaşamaya, ödüllere dair düşündüklerini bulabilirsiniz içinde. Kadınlara kızdığı noktalar, kendini kabul ettiği noktalar da var. Açıkçası “Ursula K Le Guin kimdir? Görüşleri nelerdir? Değerlendirme kriterleri nedir?” gibi konularda oldukça bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Kitabın içinde yazdığı şiirlere de yer verilmiş ve bu sefer öyle sırıtan bir şeyle karşılaşmadım çünkü o şiirin yazılmasına neden olan olayları biliyordum.

Kitabı okurken bir yandan hayran kalırken diğer yandan kendimi çok eksik hissettim. Bu kadar bilgi, birikim ve hafıza gerçekten beni büyüledi. Zaman zaman kendisine katıldım ve aynı görüşleri paylaştım. Zaman zaman da kendisine kızdım ve şiddetle karşı çıktım. Yine de beni birçok konuda düşünmeye ittiğini, dünyayı ve yaşamayı anlamama yardım ettiği gerçeğini inkar edemem. Özellikle şimdi farkında olmadığımız ama seksenli yaşlara gelince fark edeceğimiz o son eşiğe dair insanı bir güzel sarsıyor. Hayat bize fark ettirmeden geçip gidiyor. Boşa geçirecek vaktimiz yok… 9/10

Bir Cadısözü der ki:

“Miden gurulduyorsa Kazan’da güzel bir yemek var demektir.” :buyucu:

Yani karnım acıktığı ve yorulduğum için burada bir nokta koyuyorum. :sweat_smile: Karnı acıkmış bir Cadı’nın ne size ne de midesine bir faydası dokunur. Enerjimizi yeniden topladığımızda devam edeceğiz elbette. Sırada neler var, diye düşünenleri de belirsizliğe terk edip kurbağaya dönüşmesinler diye yazalım.

Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin, Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam, Hayalet Müzik, Allah Senden Razı Olsun Dr. Kevorkian, Korkunun Bütün Sesleri, Piramitler, İlma Serisi.

Muhtemelen yarın veya gece bitecek olan Üç Başlı Kerberos da sırada yerini almak üzere…

34 Beğeni

@Agape öncelikle ellerine sağlık , incelemelerini okumak zaten çok keyifliydi :smiling_face_with_three_hearts: Bu konu harika olmuş , incelemelerini dört gözle takip edeceğim :slightly_smiling_face:
Özellikle Piramitler incelemeni heyecanla bekliyorum :hugs:

5 Beğeni

Ben de bu fokurdama sesi nereden geliyor diyordum. :joy: Meğer Agape kazanına şube açmış. :grin:
Şaka bir yana, öncelikle ellerine sağlık. İncelemelerini okumak her zaman keyif vermiştir bana, Belgariad’ın tadı hâlâ damağımda. :slight_smile:
Buradaki incelemelerin o kadar uzun değilse de gerçekten doyurucuydu, Boşa Geçirecek Vakit yok da oldukça hoş geldi kulağıma. Bir ara okuyabilirim diyorum ama benim kurgu okumaktan pek sıkıldığım söylenemez, deneme tarzı kitaplara çok sıra gelmiyor o yüzden. :slight_smile:
İlma serisi ve Piramitler -bir dakika, bu Diskdünya’nın Piramitleri mi?- hakkındaki yorumlarını epey merak ediyorum. İlmayı ben de okudum ama beni pek açmadı doğrusunu söylemek gerekirse…
Her neyse, her neyse! Cadı kazanı kaynıyorsa bize de fokurdamalarını… aman şey yorumlarını dinlemek düşer. :joy: İncelemelerini merakla bekliyorum.

1 Beğeni

@Anita Teşekkür ederim. :slight_smile: Keyif alarak bilgi sahibi olduysanız ne mutlu. ^^

@cankutpotter Şubeleşmek gerekiyordu. Kazan “kazan” kaldırdı artık. :stuck_out_tongue: Belgariad gibi gerçekten etraflıca inceleme hak edenleri yine aynı şekilde yapmayı düşünüyorum fakat tekil olan kitaplar için spoiler içermeden çok fazla söz söylemek biraz zor oluyor. Genelde incelemelerimde etrafından dolanarak konuşuyorum ki okurken kimsenin canı sıkılmasın.

Boşa Geçirecek Vakit Yok, Ursula’yı tanımak için gerçekten güzel bir kitap. Yanlış anımsamıyorsam blog yazılarından oluşturulmuş. Şu an o noktada tam emin değilim ama böyle diye anımsıyorum. İçinde her konu hakkında birçok şey var. Özellikle verilen ödüller için yazdıkları gerçekten işin iç yüzüne ışık tutuyor. Deneme olarak geçse de daha çok o anda yaşadıkları veya takip ettiği olaylar hakkındaki görüşlerini ve hislerini de içerdiğinden akıcı bir okuma deneyimi sunuyor. Zaten bölümleri de o kadar uzun olmadığı için sıkmıyor. Ev halleri filan çok hoş aslında. Ayrıca önerdiği ve bahsettiği eserler de bir okuma listesi oluşturmaya yardımcı oluyor.

Piramitler ise evet Diskdünya’nın Piramitleri. :smiley: Bazı kitapları incelemek gerçekten zor. Özellikle Terry Pratchett daha da zor. İlma Serisi gençlik serisi olarak bakılırsa güzeldi ama eksikleri de vardı. Yetişkinlere çok fazla hitap etmiyordu. Hatta bazı noktalarda çok uzatılmıştı. Bakalım hepsini bir araya toplamaya çabalayacağım.

2 Beğeni

Öncelikle güzel yorumların için çok teşekkür ederim. Le Guin’in yansıtmak istedikleri sana ulaşmış, ne mutlu! Denemeden de ziyade, 80 yaşındaki bir kadının iç dökmesi biraz da bu kitap.

Evet, blog yazıları bunlar. Bu vesileyle, bazı instagram gönderilerinde gördüğüm, yanlış anlaşılan bir durumu da açıklamak isterim: Bu yazılar kendisi vefat ettikten sonra derlenmedi. Blog yazılarını da biz seçmedik tabii. Zaten derlenmiş bir vaziyette, No Time To Spare adıyla basılmıştı. Hatta ben Sözcüklerdir Bütün Derdim ile ikisinin sözleşmelerini aynı anda imzaladım, ama ne yazık ki ikisinin de yayımlanması vefatından sonraya kaldı. Ona veda gibi oldu. :frowning:

7 Beğeni

Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikayeler 1 - Doğu Yücel

12. Kitap Kulübü’nde yazdıklarımı ve eklemelerimi de içeren bir inceleme yapayım dedim. Genelde Kitap Kulübü’nde okuduklarım arada kaynıyor. Her neyse…

Daha önce hiç Doğu Yücel okumamış birisi olarak neyle karşılaşacağıma dair bir fikrim yoktu. Genelde de zaten aldığı kitapların arka kapak yazılarını veya söylentileri unuttuktan sonra okumayı tercih ederim ki beklentilerin içinde boğulmadan daha objektif yaklaşabileyim. Doğu Yücel’in yazdığı öyküleri derlemiş olduğu bu kitap üç ana bölümden oluşuyor; Düş Gibi, Gerçek Gibi, Gelecek Gibi. Bütün bu bölümlerin tamamında on üç öykü yer alıyor.

Öncelikle bizleri kitaba adını veren öykü karşılıyor. Okuması keyifli bir öykü olarak bizi kitaba hemen ısıtıyor. Karakterimiz öldüğünü Google’dan nasıl öğrendiğinin hikayesini trajikomik olarak anlatıyor. Esprili dili gülümsetirken hikayenin gidişi de insanı düşündüren cinsten.

Jules Verne alıntısıyla bizi hemen ikinci öyküsü “Denizler Altında” selamlıyor. Bir adamın çeviri işiyle uğraşırken tanıştığı Lara adlı bir kızla yaşadığı aşk kaçamağının ve denizin altındaki çılgın deneyimlerini anlatıyor. Belki aşk yüzünden belki de birinci tekil şahıs anlatım yüzünden pek fazla hoşuma gitmedi. Öyküde beni sarmayan bir şeyler vardı. Sıra dışı olmasına rağmen sıradan bir havası vardı.

“Terk Ettiler” adlı üçüncü öykü sanırım en derinlikli öykülerden birisiydi. Hem merak açısından hem de anlatım dili açısından gerçekten güzel dokunuşlara sahipti. Okuduğunuz veya tarihten ya da sanattan bildiğiniz kimselerin/karakterlerin bir anda gitme dürtüsüyle yaptığı bazı şeyleri de içeren hoş bir öyküydü. Yazar öyküyü gayet güzel toparlayarak okuyucuyu memnun ediyor.

Düş Gibi bölümünün en son öyküsü olan “Para Adam” bir eleştiri öyküsü olmuş. Şimdi düşününce sanırım yazarın vermek istediği mesajlar bazı öykülerinde çok açıkken bazı öykülerinde çok yüzeysel. Bu öyküde mesaj daha ortada olduğu için ve diğer öykülerle bir bağlantısı yok. Sanki aykırı bir öykü gibi duruyor kitabın içinde. Kendi halinde değerlendirmeye alırsak oldukça çılgın bir öykü de diyebiliriz.

“Dr. Sanalaşk veya Nasıl Kaygılanmayı Bırakıp Bomba Uzmanı Oldum?” bir yazarın başına gelebilecek en uçuk şey sanırım bu öyküde var. Aslında bu öyküde bir sistem eleştirisi içeriyor. Çok beğendiğim öykülerden birisi değildi. Bana daha çok bir mesajı verebilmek için oluşturulmuş hissi uyandırdı. Böyle bir amaç vardır ya da yoktur, bunu bilmemem elbet ama bende uyandırdığı his böyleydi.

“Saat gece 3’te” daha başından sonunu belli eden ama sonunu belli etmesine rağmen okuması keyifli öykülerden birisiydi. Açıkçası en çok güldüğüm öykü buydu diyebilirim. Bu tarz yanlış anlaşılmalar içeren öyküler beni hep eğlendirmiştir.

“Karafatma” adlı öykü Dino Buzzatti alıntısıyla karşılıyor sizleri. Bu arada alıntıları da çok beğendiğimi dile getirmeliyim. Güzel bir nüans olmuş. Her kitapta bu tip alıntıları sevmesem de öykü kitabı için gayet hoş duruyordu. Bu öykü hakkında diyebilecek hiçbir şeyim yok. Benim fazlasıyla huylandığım bir öykü olduğu için çok rahatsız ediciydi. Belki de kendisi de rahatsız edicilik eklemek istemiştir. Belki de böyle düşünmemiştir. Bilemiyorum ama açık ara hiç sevmediğim hatta huylandığım için kitabı kapatmama neden olan öyküydü.

“Aksak Ritim” bana göre çağın en büyük sorunlarından birisine değiniyor. İntihar konusunu farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Düşündüren, etkileyen, sorgulatan öykülerin başında geliyordu. Yazarın bu noktada güzel bir gözlemci olduğu sonucuna da vardım.

“Kusursuz Ayrılık” sevgilisinden ayrılmak isteyen ama bir türlü ayrılamayan bir adamın hikayesi. Aslında sevgilisinden ayrılmak yerine sevgilisinin kendisinden ayrılmasına neden olmayı istiyor ama işler öyle bir karışıyor ki hiç istemediği bir durumun içine düşüp köleleşiyor. Orijinal olduğunu söyleyemem sanırım. Benzer temalar filmlerde veya dizilerde daha önce de karşıma çıkmıştı.

“Yaktın Bizi Kasparov!” Gelecek Gibi bölümünün ilk öyküsü. Edgar Allen Poe alıntısıyla bizi selamlıyor. Yapay Zeka ile insanın arasındaki savaşa göz kırpıyor ama farklı bir yoldan yapıyor bunu.

“Sakin Ol ve Algoritmaya Güven” Bugün yaşadığımız dünyanın nostalji olduğu ama çok çok eski bir nostalji olduğu düşünülerek yazılmış bir öykü. Hayat geliştikçe daha robotik ve sığ bir hâl alınca insanların hissedebilecekleri üzerine yazılmış bir öykü.

“Hayatımın Rolü” siyasi bir öykü olmasına rağmen incelikle kurgulanmış ve insanın kafasına şüphe sokan türden bir öykü. Bu öyküyü de beğendiklerim arasında rahatlıkla sayabilirim. Belki bazı yerleri biraz uzatılmıştı ama bunlar taş çatlasa üç-beş cümleden öteye geçemezdi. Kurgu, tasarı, eleştiri, son bakımından en başarılı öykü olarak görüyorum.

“İstanbullu” öyküsü ele aldığı konu bakımından temelde güzel olsa da bende bir yarım kalmışlık veya eksiklik hissi oluşturdu. Dikkat çekici noktalar elbet vardı ama bize öyle enteresan bir şey de sunmuyor.

Uzun lafın kısası öykülerinin yarısı gerçekten insanı etkilerken diğer yarısı o kadar ilgi çekici değildi. Fazla risk alınmamış, güvenli sularda yazılmış bir eser gibi geldi. Aslında daha çok beğenmediğim kısım sanırım verilmek istenen mesajın çok ortada olması ve kendisini fazlasıyla ortaya koymasıydı. Bazı öyküler sadece o konudaki mesaj için yazılmış havasında duruyordu bu sebepten. Düşünmeye iten ve sorgulama yaptıran öyküleri bu yüzden daha hoşuma gitti. Teraziye koyunca da ortalama bir kitap diyebilirim. Öykülerin neler anlattığına yuvarlak olarak değindim ki yarın yazarın kitabını almak isteyenler nasıl bir kitapla karşılaşacaklarını az çok bilsinler diye. Bana kalırsa okuduğum çoğu yazardan iyiydi. Her tarzı deneyerek kendisini geliştirmekte olan bir yazar izlenimine kapıldım. 6/10

0001850729001-1

Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin - Terry Pratchett

Bayan Tachyon, Johnny kendini bildi bileli vardı. İnsanlar henüz “çöp toplayan evsiz kadın” kavramını bilmezken bile o “çöp toplayan evsiz kadın”dı. Hatta tam anlamıyla söylemek gerekirse o “alışveriş arabasıyla çöp toplayan evsiz kadın”dı.

Daha önce Johnny ve Bomba olarak yayınlanan bu eser, yeni görünümü ve kutusuyla göz geçen senenin sonunda yeni adıyla tekrar yayınlandı. İçeriğinde eşi Lyn Pratchett’in de emekleri olan ve Mark Beech’in resimleriyle süslenmiş bu kitap, hepimizin yakından tanıdığı Niran Elçi tarafından Tudem Yayınları etiketiyle dilimize kazandırıldı.

Terry Pratchett okuyucularının alışkın olduğu üzere bu eserinde de düşündürmeye, eleştirmeye, laf çarpmaya ara vermiyor. Tarihin tozlu ve pek gürültülü kalıntılarına götürerek tarihi yazanlar ve tarihi yapanlar arasında müsait bir yerde bizi bırakıyor. Nedendir bilmem çocuk kitabı kategorisinde veya gençlik olarak geçse de Terry çok derin göndermeleri olan bir yazar. Bizim ülkemizdeki gençliğin ilk çağlarında olan bir çocuğun Terry’nin eserlerini tam anlamıyla kavraması bence oldukça güç.

Sefil kediyi görmek yeterince kötüydü, ama… görmemek daha kötüydü.

Bombaların havada uçtuğu, turşu kavanozlarının yuvarlandığı, bir alışveriş arabasının tıkırtılarıyla titrettiği Blackbury sokaklarında, Johhny Maxwell ve arkadaşları Bigmac, Bıngıl, Yo-yok ve kıyafet değiştirir gibi isim değiştiren Kirs… yani Kassandra’nın zaman yolcuğunu konu alan patatesli –evet yanlış okumadınız- bir macera.

Pek ünlü alışveriş arabasının sahibi biraz da çatlak olan Bayan Tachyon, bir gün, bir yerde baygın olarak Johnny Maxwell ve arkadaşları tarafından bulunur. Bayan Tachyon’un hastaneye kaldırılmasıyla başlayan macerada kahramanlarımız bir anda kendilerini kedi tırmıkları ve İkinci Dünya Savaşı döneminde buluverirler. Burada bir noktaya dikkat çekmem lazım. Kitabın girişindeki çocukların düşünce geçişleri çok hızlı ve bir noktada neredeyse anlamsız. Bu sebeple bir anda “Ne oluyor?” diyerek bocalayabiliyorsunuz ama çocukluğunuzdaki düşünce geçişlerini düşününce bunun da anlamlı olduğunu fark ediyorsunuz.

“Size üzüm aldık,” dedi Johnny.

“Sen öyle san!”

“Evet, üzüm,” dedi Johnny kararlılıkla. Torbayı açtı ve yağa dayanıklı kağıdın içinde dumanı tüten kızarmış patatesleri gösterdi.

Başı beladan kurtulmayan, kafaları karışık, türlü türlü huylara sahip olan Johnny Maxwell ve ekibi gittikleri savaş yıllarında da rahat duramazlar. Tozu dumana katan karakterlerimiz zamanı düzeltmek için amansız bir savaş verirler. Zamanının ünlü dizisi Gizli Dosyalar’dan Neil Armstrong’a, Neil Armstrong’dan Star Trek’e, Star Trek’ten Adolf Hitler’e, Adolf Hitler’den Gestapo’ya hatta Siyah Giyen Adamlar ve Geleceğe Dönüş’e kadar göndermeler içeren Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin “olağanüstü komik” olarak nitelendirilse de bizler ancak “eğlenceli ve yer yer komik” diyebiliriz. Diskdünya evreninde Büyük A’tuin’in taşıdığı o koca Disk’te yer almış, Ankh Morpork’un kendine has havasını solumuş, Cadılarla gezinmiş kimseler için biraz hafif kalacağını söyleyebiliriz. Yine de kötü bir gününüzde okuyarak çocukluğunuzdaki o karışık düşüncelere bir selam çakabileceğiniz bir kitap.

Bu arada çöp torbalarına ve çöp torbalarının sahibi Suçlu’ya dikkat etmenizi tavsiye ederiz yoksa en büyük yara bandını kullanmanız gerekebilir. 7/10

Korkunun Bütün Sesleri - Harlan Ellison, Ray Bradbury, James G. Ballard, Isaac Asimov, Kurt Vonnegut, Stanislaw Lem, Robert A. Heinlein

Sedef Öztürk ve Levent Mollamustafaoğlu’nun hazırladığı bir öykü seçkisi olan bu kitap “1993” yılında dilimize kazandırılmış ve beşinci baskıyı da 2017 yılında yapmış. Çevirmenler 1993 yılı baz alınırsa harika bir iş çıkartmışlar gerçekten, tebrik etmek lazım. Bilgisayarın hatta cep telefonunun bile olmadığı bir dönemde bu öyküleri çevirmek oldukça zor olsa gerek. Metis Yayınları da 1993’den beri bir kırık iğne eklemeden bugüne dek bu kitabı yayınlamış. Oysa çeviri artık “Beni gözden geçirin, çağ ilerledi artık!” diye bağırıyor.

Yedi öyküden oluşan bu kitap her yazara ait bir öykü içeriyor ve yazarları tanımak isteyenler için bulunmaz bir nimet. Yalnız bazı sıkıntıları da var. Bozuk cümleler, toparlanmakta zorlanmış anlam bozuklukları, günümüzde artık karşılık bulmuş fakat o yıllarda karşılığı olmayan terimler, virgül ve noktalı virgül mezarlığı okuma zevkini baltalayan etkenler.

Korkunun Bütün Sesleri denilince insanın aklına karanlık, gotik, korkutucu öyküler geliyor. Bilimkurgu olarak not düşülse bile ilk bakışta korku eserleri derlemesi havası veriyor. Adının da revize edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Kitabın içeriği ise şöyle:

Harlan Ellison - Korkunun Bütün Sesleri, Ray Bradbury - Gülümse, J. G. Ballard - Bilinç Eşiğini Atlayan Adam, Isaac Asimov - Güç Duygusu, Stanislaw Lem - Maske, Kurt Vonnegut - Harrison Bergeron ve Robert A. Heinlein - Dünyanın Yeşil Tepeleri.

En etkileyici öykülerden birisi bence Harlan Ellison’un Korkunun Bütün Sesleri idi. “BİRAZ IŞIK VERİN BANA!” nidalarıyla bangır bangır insanı sarsan bir deneyimdi. Kim olduğunu, ne olduğunu bilmeyen bir adamın yaşadığı kimlik karmaşasını öyle güzel anlatıyor ki insan öykünün sonunda tedirgin hissediyor. Psikolojik yönü çok ağır basan ve hayatı boyunca mesleğinin içinde yaşamış bir adamın yok olmasını konu edinirken insanın kendisini de bir teraziye yerleştirmesine neden oluyor. “Ben ne kadar benim? Olduğumu sandığım kişi miyim?” gibi konularda kafanızı kurcalayacak bir öykü.

Ray Bradbury hikayesini Mona Lisa’nın meşhur gülümsemesinin üzerinden anlatıyor. İnsanların katlanamadığı bir durumdan bahsederken aynı zamanda da bir çocuğun gözünden bakıyor yaşananlara. Açıkçası Ray Bradbury bir türlü okuyamamış insandım. Elimde olan kitaplarında on sayfa bile gidemeden sıkılıp duruyordum fakat bu öyküsünü gayet akıcı bir şekilde okudum. Bu noktada ister istemez düşünüyorum “Sorun çeviriden mi kaynaklanıyor?” Eğer bu öykü yazarın yazım tarzını yansıtıyorsa diğer kitaplarda yazan kişi kim? Bu konuda kafam çok karışık…

J. G. Ballard Bilinç Eşiğini Atlayan Adam günümüz dünyasına o kadar güzel yaklaşıyor ki… Tüketim çılgınlığı konusunda dünyanın nereye gittiğini, reklam çalışmalarının hangi noktalara varabileceğini çok güzel anlatıyor. Açıkçası bu öyküyü herkesin ama herkesin kesinlikle okuması lazım. Hathaway’in bağırışları hâlâ kulaklarımda. “TABELELAR Doktor, tabelaları gördünüz mü?” Aldıklarımızın ne kadarını kendi irademizle alıyoruz? Bilinçaltımız sürekli farkında olmadığımız şekillerde uyarılıyor mu? Gerçekten ihtiyacımız olmayan neylere sahibiz?

Asimov öyküsü insanın tembelleşmesine farklı açıdan yaklaşıyor. İlk başta ne olduğunu tam olarak kavrayamasanız bile ne kadar yerinde bir sistem eleştirisi yaptığını ilerledikçe fark ediyorsunuz. İnsan artık şu an bildiğimiz kabiliyetlere sahip biri olmaktan çıkmış hatta toplama, çıkartma bile yapmaktan aciz bir yaratık haline gelmiştir çünkü her şeyi artık makineler yapmaktadır. İnsanlığın örselenişini ve bu örselenmenin düzeltilmesi durumunda başımıza neler geleceğini çok güzel özetlemiş. Öykü düşündürücü bir döngü içinde sıkışıp kalmanıza neden oluyor.

Stanislaw Lem’in Maske öyküsü beni intiharın eşiğine getirdi. On gün boyunca bitirmek için çırpındım durdum. O kadar sıkıldım ki… Kırk dört sayfa boyunca virgüllerle, noktalı virgüllerle bağlanmış sayfalar süren paragraflar arasında boğularak öldüm. Bir noktada eşimin suratında “N’oluyor sana?” ifadesiyle kurbağalaşma süreci geçirdim. Birden fazla insanın özelliklerinin yüklendiği bir robotun yaşadıklarını anlatan bir öyküydü.

Kurt Vonnegut Harrison Bergeron öyküsü ise insana nefes aldıran ve düşündüren türdendi. Herkesin ama herkesin eşit olduğu bir dünya düşünün… Yalnızca Tanrı ve yasa önünde değil, her şartta ve her biçimde insanların eşit olduğu bir sistem düşünün. Gerçekten dayanması güç bir durum ve yazarı ilk defa okuduğum için beni etkiledi. Yaratıcı bakış açısı okunmaya değer.

Son öykü Robert A. Heinlein’in Dünyanın Yeşil Tepeleri her yönden bilimkurguya hizmet ediyordu. Uzayda geçen ve küçümsememiz gereken bir noktaya dikkat çekiyordu.

Genel olarak baktığımda sıkıntılı yanlarını düşününce keyfim epey kaçtı. “Buhurlu” diye bir kelimeye rastladım mesela. Buharlı mı denmek istenmiş yoksa başka bir şey mi, emin olamadım. Türk Dil Kurumuna baktığım zaman bir çeşit tütsü olduğunu gördüm ama öyküde tütsüden çok buhardan dem vurulduğunu düşünüyorum. 1993 yılında çevirisi yapıldığı için bu anlaşılabilir. Diğer açıdan Reservatio Mentalis diye bir söz öbeği vardı. Alt bilgi bulunmadığı için buna da bakmam gerekti. İnsanın aklından geçenleri kayıt eden bir cihaz anlamına geliyormuş. Bu tarz sorunların gözden geçirilerek kesinlikle düzeltilmesi gerekiyor okunuş kolaylığı açısından. 7/10

Lem öyküsünü düşününce içim yeniden sıkıldığı için burada ara vereceğim. Gidip bir hava filan almazsam az sonra olduğum yerde içeriden yanma yaşayarak bedenimin hayatıma son vereceği hissine kapılıyorum. :smiley:

11 Beğeni

Açıkçası Ursula’yı okuduktan sonra içimde bir şeyler yapma hissiyatı oluştu. Boş boş durmaktansa bir şeyler katabileceğim hissiyatına kapıldım. “Ne duruyorum?” dedim kendi kendime. Çöktüğüm yerden kalkıp devam etmeme yardımcı oldu. :blush:

Okuduktan sonra uzun zaman geçince ben de okurken baktığım şeylerin bir kısmını unutuyorum. Kafasında soru işaretleri olanlar da böylece yanıtlanmış oldu. :slight_smile:

2 Beğeni

Kötü günler baş göstermeye, endişeli geceler yaşanmaya başladı. Agape’nin kazan tutkusu aşırıya kaçmıştı. Bir hastalık içini kemirmeye başladı. Hastalık aklını etkilemeye başlamıştı . Hastalığın yerleştiği yerde kötü şeyler gelişir. ( Umarım banlanmam :innocent: )

İlk olarak bazı kullanıcıların vıraklamaları duyuldu. Forumdaki, kötü yazı yazanlar birer birer kurbağaya dönüştü.

Muhafızlar, cadı cadııı diye bağırıyordu. :buyucu:

Hiçlikten gelen cadı, önüne geleni kurbağaya çeviriyordu. Agape gelmişti.

Gözlerini altından kazana dikmişti, onun haricindeki hiç bir şeyi görmüyordu.

Cadının kazana karşı belalı ve acımasız bir tutkusu vardı. Kusursuz altın kazanın peşindeydi ve aradığı kazanı elde etti.

Söylentiye göre cadı, ele geçirdiği ruhları bu altın kazanda saklıyor.

Bugün bile halk arasında, anlatılan bir efsanedir.

Emeğine sağlık, çok güzel düşünmüşsün. Çok keyif alarak okudum.

4 Beğeni

Teşekkür ederim, ben de gözlerim kanayarak okudum çok şükür. :smiley:

8 Beğeni

Bunların sorumlusu ben değilim, klavyem sorunlu. :hanci:

4 Beğeni

Eminim öyledir. :buyucu:

5 Beğeni

Hâlâ Diskdünya okumamış olanlar için lanet yükleniyor…

9 Beğeni