Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikayeler 1 - Doğu Yücel
12. Kitap Kulübü’nde yazdıklarımı ve eklemelerimi de içeren bir inceleme yapayım dedim. Genelde Kitap Kulübü’nde okuduklarım arada kaynıyor. Her neyse…
Daha önce hiç Doğu Yücel okumamış birisi olarak neyle karşılaşacağıma dair bir fikrim yoktu. Genelde de zaten aldığı kitapların arka kapak yazılarını veya söylentileri unuttuktan sonra okumayı tercih ederim ki beklentilerin içinde boğulmadan daha objektif yaklaşabileyim. Doğu Yücel’in yazdığı öyküleri derlemiş olduğu bu kitap üç ana bölümden oluşuyor; Düş Gibi, Gerçek Gibi, Gelecek Gibi. Bütün bu bölümlerin tamamında on üç öykü yer alıyor.
Öncelikle bizleri kitaba adını veren öykü karşılıyor. Okuması keyifli bir öykü olarak bizi kitaba hemen ısıtıyor. Karakterimiz öldüğünü Google’dan nasıl öğrendiğinin hikayesini trajikomik olarak anlatıyor. Esprili dili gülümsetirken hikayenin gidişi de insanı düşündüren cinsten.
Jules Verne alıntısıyla bizi hemen ikinci öyküsü “Denizler Altında” selamlıyor. Bir adamın çeviri işiyle uğraşırken tanıştığı Lara adlı bir kızla yaşadığı aşk kaçamağının ve denizin altındaki çılgın deneyimlerini anlatıyor. Belki aşk yüzünden belki de birinci tekil şahıs anlatım yüzünden pek fazla hoşuma gitmedi. Öyküde beni sarmayan bir şeyler vardı. Sıra dışı olmasına rağmen sıradan bir havası vardı.
“Terk Ettiler” adlı üçüncü öykü sanırım en derinlikli öykülerden birisiydi. Hem merak açısından hem de anlatım dili açısından gerçekten güzel dokunuşlara sahipti. Okuduğunuz veya tarihten ya da sanattan bildiğiniz kimselerin/karakterlerin bir anda gitme dürtüsüyle yaptığı bazı şeyleri de içeren hoş bir öyküydü. Yazar öyküyü gayet güzel toparlayarak okuyucuyu memnun ediyor.
Düş Gibi bölümünün en son öyküsü olan “Para Adam” bir eleştiri öyküsü olmuş. Şimdi düşününce sanırım yazarın vermek istediği mesajlar bazı öykülerinde çok açıkken bazı öykülerinde çok yüzeysel. Bu öyküde mesaj daha ortada olduğu için ve diğer öykülerle bir bağlantısı yok. Sanki aykırı bir öykü gibi duruyor kitabın içinde. Kendi halinde değerlendirmeye alırsak oldukça çılgın bir öykü de diyebiliriz.
“Dr. Sanalaşk veya Nasıl Kaygılanmayı Bırakıp Bomba Uzmanı Oldum?” bir yazarın başına gelebilecek en uçuk şey sanırım bu öyküde var. Aslında bu öyküde bir sistem eleştirisi içeriyor. Çok beğendiğim öykülerden birisi değildi. Bana daha çok bir mesajı verebilmek için oluşturulmuş hissi uyandırdı. Böyle bir amaç vardır ya da yoktur, bunu bilmemem elbet ama bende uyandırdığı his böyleydi.
“Saat gece 3’te” daha başından sonunu belli eden ama sonunu belli etmesine rağmen okuması keyifli öykülerden birisiydi. Açıkçası en çok güldüğüm öykü buydu diyebilirim. Bu tarz yanlış anlaşılmalar içeren öyküler beni hep eğlendirmiştir.
“Karafatma” adlı öykü Dino Buzzatti alıntısıyla karşılıyor sizleri. Bu arada alıntıları da çok beğendiğimi dile getirmeliyim. Güzel bir nüans olmuş. Her kitapta bu tip alıntıları sevmesem de öykü kitabı için gayet hoş duruyordu. Bu öykü hakkında diyebilecek hiçbir şeyim yok. Benim fazlasıyla huylandığım bir öykü olduğu için çok rahatsız ediciydi. Belki de kendisi de rahatsız edicilik eklemek istemiştir. Belki de böyle düşünmemiştir. Bilemiyorum ama açık ara hiç sevmediğim hatta huylandığım için kitabı kapatmama neden olan öyküydü.
“Aksak Ritim” bana göre çağın en büyük sorunlarından birisine değiniyor. İntihar konusunu farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Düşündüren, etkileyen, sorgulatan öykülerin başında geliyordu. Yazarın bu noktada güzel bir gözlemci olduğu sonucuna da vardım.
“Kusursuz Ayrılık” sevgilisinden ayrılmak isteyen ama bir türlü ayrılamayan bir adamın hikayesi. Aslında sevgilisinden ayrılmak yerine sevgilisinin kendisinden ayrılmasına neden olmayı istiyor ama işler öyle bir karışıyor ki hiç istemediği bir durumun içine düşüp köleleşiyor. Orijinal olduğunu söyleyemem sanırım. Benzer temalar filmlerde veya dizilerde daha önce de karşıma çıkmıştı.
“Yaktın Bizi Kasparov!” Gelecek Gibi bölümünün ilk öyküsü. Edgar Allen Poe alıntısıyla bizi selamlıyor. Yapay Zeka ile insanın arasındaki savaşa göz kırpıyor ama farklı bir yoldan yapıyor bunu.
“Sakin Ol ve Algoritmaya Güven” Bugün yaşadığımız dünyanın nostalji olduğu ama çok çok eski bir nostalji olduğu düşünülerek yazılmış bir öykü. Hayat geliştikçe daha robotik ve sığ bir hâl alınca insanların hissedebilecekleri üzerine yazılmış bir öykü.
“Hayatımın Rolü” siyasi bir öykü olmasına rağmen incelikle kurgulanmış ve insanın kafasına şüphe sokan türden bir öykü. Bu öyküyü de beğendiklerim arasında rahatlıkla sayabilirim. Belki bazı yerleri biraz uzatılmıştı ama bunlar taş çatlasa üç-beş cümleden öteye geçemezdi. Kurgu, tasarı, eleştiri, son bakımından en başarılı öykü olarak görüyorum.
“İstanbullu” öyküsü ele aldığı konu bakımından temelde güzel olsa da bende bir yarım kalmışlık veya eksiklik hissi oluşturdu. Dikkat çekici noktalar elbet vardı ama bize öyle enteresan bir şey de sunmuyor.
Uzun lafın kısası öykülerinin yarısı gerçekten insanı etkilerken diğer yarısı o kadar ilgi çekici değildi. Fazla risk alınmamış, güvenli sularda yazılmış bir eser gibi geldi. Aslında daha çok beğenmediğim kısım sanırım verilmek istenen mesajın çok ortada olması ve kendisini fazlasıyla ortaya koymasıydı. Bazı öyküler sadece o konudaki mesaj için yazılmış havasında duruyordu bu sebepten. Düşünmeye iten ve sorgulama yaptıran öyküleri bu yüzden daha hoşuma gitti. Teraziye koyunca da ortalama bir kitap diyebilirim. Öykülerin neler anlattığına yuvarlak olarak değindim ki yarın yazarın kitabını almak isteyenler nasıl bir kitapla karşılaşacaklarını az çok bilsinler diye. Bana kalırsa okuduğum çoğu yazardan iyiydi. Her tarzı deneyerek kendisini geliştirmekte olan bir yazar izlenimine kapıldım. 6/10
Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin - Terry Pratchett
Bayan Tachyon, Johnny kendini bildi bileli vardı. İnsanlar henüz “çöp toplayan evsiz kadın” kavramını bilmezken bile o “çöp toplayan evsiz kadın”dı. Hatta tam anlamıyla söylemek gerekirse o “alışveriş arabasıyla çöp toplayan evsiz kadın”dı.
Daha önce Johnny ve Bomba olarak yayınlanan bu eser, yeni görünümü ve kutusuyla göz geçen senenin sonunda yeni adıyla tekrar yayınlandı. İçeriğinde eşi Lyn Pratchett’in de emekleri olan ve Mark Beech’in resimleriyle süslenmiş bu kitap, hepimizin yakından tanıdığı Niran Elçi tarafından Tudem Yayınları etiketiyle dilimize kazandırıldı.
Terry Pratchett okuyucularının alışkın olduğu üzere bu eserinde de düşündürmeye, eleştirmeye, laf çarpmaya ara vermiyor. Tarihin tozlu ve pek gürültülü kalıntılarına götürerek tarihi yazanlar ve tarihi yapanlar arasında müsait bir yerde bizi bırakıyor. Nedendir bilmem çocuk kitabı kategorisinde veya gençlik olarak geçse de Terry çok derin göndermeleri olan bir yazar. Bizim ülkemizdeki gençliğin ilk çağlarında olan bir çocuğun Terry’nin eserlerini tam anlamıyla kavraması bence oldukça güç.
Sefil kediyi görmek yeterince kötüydü, ama… görmemek daha kötüydü.
Bombaların havada uçtuğu, turşu kavanozlarının yuvarlandığı, bir alışveriş arabasının tıkırtılarıyla titrettiği Blackbury sokaklarında, Johhny Maxwell ve arkadaşları Bigmac, Bıngıl, Yo-yok ve kıyafet değiştirir gibi isim değiştiren Kirs… yani Kassandra’nın zaman yolcuğunu konu alan patatesli –evet yanlış okumadınız- bir macera.
Pek ünlü alışveriş arabasının sahibi biraz da çatlak olan Bayan Tachyon, bir gün, bir yerde baygın olarak Johnny Maxwell ve arkadaşları tarafından bulunur. Bayan Tachyon’un hastaneye kaldırılmasıyla başlayan macerada kahramanlarımız bir anda kendilerini kedi tırmıkları ve İkinci Dünya Savaşı döneminde buluverirler. Burada bir noktaya dikkat çekmem lazım. Kitabın girişindeki çocukların düşünce geçişleri çok hızlı ve bir noktada neredeyse anlamsız. Bu sebeple bir anda “Ne oluyor?” diyerek bocalayabiliyorsunuz ama çocukluğunuzdaki düşünce geçişlerini düşününce bunun da anlamlı olduğunu fark ediyorsunuz.
“Size üzüm aldık,” dedi Johnny.
“Sen öyle san!”
“Evet, üzüm,” dedi Johnny kararlılıkla. Torbayı açtı ve yağa dayanıklı kağıdın içinde dumanı tüten kızarmış patatesleri gösterdi.
Başı beladan kurtulmayan, kafaları karışık, türlü türlü huylara sahip olan Johnny Maxwell ve ekibi gittikleri savaş yıllarında da rahat duramazlar. Tozu dumana katan karakterlerimiz zamanı düzeltmek için amansız bir savaş verirler. Zamanının ünlü dizisi Gizli Dosyalar’dan Neil Armstrong’a, Neil Armstrong’dan Star Trek’e, Star Trek’ten Adolf Hitler’e, Adolf Hitler’den Gestapo’ya hatta Siyah Giyen Adamlar ve Geleceğe Dönüş’e kadar göndermeler içeren Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin “olağanüstü komik” olarak nitelendirilse de bizler ancak “eğlenceli ve yer yer komik” diyebiliriz. Diskdünya evreninde Büyük A’tuin’in taşıdığı o koca Disk’te yer almış, Ankh Morpork’un kendine has havasını solumuş, Cadılarla gezinmiş kimseler için biraz hafif kalacağını söyleyebiliriz. Yine de kötü bir gününüzde okuyarak çocukluğunuzdaki o karışık düşüncelere bir selam çakabileceğiniz bir kitap.
Bu arada çöp torbalarına ve çöp torbalarının sahibi Suçlu’ya dikkat etmenizi tavsiye ederiz yoksa en büyük yara bandını kullanmanız gerekebilir. 7/10
Korkunun Bütün Sesleri - Harlan Ellison, Ray Bradbury, James G. Ballard, Isaac Asimov, Kurt Vonnegut, Stanislaw Lem, Robert A. Heinlein
Sedef Öztürk ve Levent Mollamustafaoğlu’nun hazırladığı bir öykü seçkisi olan bu kitap “1993” yılında dilimize kazandırılmış ve beşinci baskıyı da 2017 yılında yapmış. Çevirmenler 1993 yılı baz alınırsa harika bir iş çıkartmışlar gerçekten, tebrik etmek lazım. Bilgisayarın hatta cep telefonunun bile olmadığı bir dönemde bu öyküleri çevirmek oldukça zor olsa gerek. Metis Yayınları da 1993’den beri bir kırık iğne eklemeden bugüne dek bu kitabı yayınlamış. Oysa çeviri artık “Beni gözden geçirin, çağ ilerledi artık!” diye bağırıyor.
Yedi öyküden oluşan bu kitap her yazara ait bir öykü içeriyor ve yazarları tanımak isteyenler için bulunmaz bir nimet. Yalnız bazı sıkıntıları da var. Bozuk cümleler, toparlanmakta zorlanmış anlam bozuklukları, günümüzde artık karşılık bulmuş fakat o yıllarda karşılığı olmayan terimler, virgül ve noktalı virgül mezarlığı okuma zevkini baltalayan etkenler.
Korkunun Bütün Sesleri denilince insanın aklına karanlık, gotik, korkutucu öyküler geliyor. Bilimkurgu olarak not düşülse bile ilk bakışta korku eserleri derlemesi havası veriyor. Adının da revize edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
Kitabın içeriği ise şöyle:
Harlan Ellison - Korkunun Bütün Sesleri, Ray Bradbury - Gülümse, J. G. Ballard - Bilinç Eşiğini Atlayan Adam, Isaac Asimov - Güç Duygusu, Stanislaw Lem - Maske, Kurt Vonnegut - Harrison Bergeron ve Robert A. Heinlein - Dünyanın Yeşil Tepeleri.
En etkileyici öykülerden birisi bence Harlan Ellison’un Korkunun Bütün Sesleri idi. “BİRAZ IŞIK VERİN BANA!” nidalarıyla bangır bangır insanı sarsan bir deneyimdi. Kim olduğunu, ne olduğunu bilmeyen bir adamın yaşadığı kimlik karmaşasını öyle güzel anlatıyor ki insan öykünün sonunda tedirgin hissediyor. Psikolojik yönü çok ağır basan ve hayatı boyunca mesleğinin içinde yaşamış bir adamın yok olmasını konu edinirken insanın kendisini de bir teraziye yerleştirmesine neden oluyor. “Ben ne kadar benim? Olduğumu sandığım kişi miyim?” gibi konularda kafanızı kurcalayacak bir öykü.
Ray Bradbury hikayesini Mona Lisa’nın meşhur gülümsemesinin üzerinden anlatıyor. İnsanların katlanamadığı bir durumdan bahsederken aynı zamanda da bir çocuğun gözünden bakıyor yaşananlara. Açıkçası Ray Bradbury bir türlü okuyamamış insandım. Elimde olan kitaplarında on sayfa bile gidemeden sıkılıp duruyordum fakat bu öyküsünü gayet akıcı bir şekilde okudum. Bu noktada ister istemez düşünüyorum “Sorun çeviriden mi kaynaklanıyor?” Eğer bu öykü yazarın yazım tarzını yansıtıyorsa diğer kitaplarda yazan kişi kim? Bu konuda kafam çok karışık…
J. G. Ballard Bilinç Eşiğini Atlayan Adam günümüz dünyasına o kadar güzel yaklaşıyor ki… Tüketim çılgınlığı konusunda dünyanın nereye gittiğini, reklam çalışmalarının hangi noktalara varabileceğini çok güzel anlatıyor. Açıkçası bu öyküyü herkesin ama herkesin kesinlikle okuması lazım. Hathaway’in bağırışları hâlâ kulaklarımda. “TABELELAR Doktor, tabelaları gördünüz mü?” Aldıklarımızın ne kadarını kendi irademizle alıyoruz? Bilinçaltımız sürekli farkında olmadığımız şekillerde uyarılıyor mu? Gerçekten ihtiyacımız olmayan neylere sahibiz?
Asimov öyküsü insanın tembelleşmesine farklı açıdan yaklaşıyor. İlk başta ne olduğunu tam olarak kavrayamasanız bile ne kadar yerinde bir sistem eleştirisi yaptığını ilerledikçe fark ediyorsunuz. İnsan artık şu an bildiğimiz kabiliyetlere sahip biri olmaktan çıkmış hatta toplama, çıkartma bile yapmaktan aciz bir yaratık haline gelmiştir çünkü her şeyi artık makineler yapmaktadır. İnsanlığın örselenişini ve bu örselenmenin düzeltilmesi durumunda başımıza neler geleceğini çok güzel özetlemiş. Öykü düşündürücü bir döngü içinde sıkışıp kalmanıza neden oluyor.
Stanislaw Lem’in Maske öyküsü beni intiharın eşiğine getirdi. On gün boyunca bitirmek için çırpındım durdum. O kadar sıkıldım ki… Kırk dört sayfa boyunca virgüllerle, noktalı virgüllerle bağlanmış sayfalar süren paragraflar arasında boğularak öldüm. Bir noktada eşimin suratında “N’oluyor sana?” ifadesiyle kurbağalaşma süreci geçirdim. Birden fazla insanın özelliklerinin yüklendiği bir robotun yaşadıklarını anlatan bir öyküydü.
Kurt Vonnegut Harrison Bergeron öyküsü ise insana nefes aldıran ve düşündüren türdendi. Herkesin ama herkesin eşit olduğu bir dünya düşünün… Yalnızca Tanrı ve yasa önünde değil, her şartta ve her biçimde insanların eşit olduğu bir sistem düşünün. Gerçekten dayanması güç bir durum ve yazarı ilk defa okuduğum için beni etkiledi. Yaratıcı bakış açısı okunmaya değer.
Son öykü Robert A. Heinlein’in Dünyanın Yeşil Tepeleri her yönden bilimkurguya hizmet ediyordu. Uzayda geçen ve küçümsememiz gereken bir noktaya dikkat çekiyordu.
Genel olarak baktığımda sıkıntılı yanlarını düşününce keyfim epey kaçtı. “Buhurlu” diye bir kelimeye rastladım mesela. Buharlı mı denmek istenmiş yoksa başka bir şey mi, emin olamadım. Türk Dil Kurumuna baktığım zaman bir çeşit tütsü olduğunu gördüm ama öyküde tütsüden çok buhardan dem vurulduğunu düşünüyorum. 1993 yılında çevirisi yapıldığı için bu anlaşılabilir. Diğer açıdan Reservatio Mentalis diye bir söz öbeği vardı. Alt bilgi bulunmadığı için buna da bakmam gerekti. İnsanın aklından geçenleri kayıt eden bir cihaz anlamına geliyormuş. Bu tarz sorunların gözden geçirilerek kesinlikle düzeltilmesi gerekiyor okunuş kolaylığı açısından. 7/10
Lem öyküsünü düşününce içim yeniden sıkıldığı için burada ara vereceğim. Gidip bir hava filan almazsam az sonra olduğum yerde içeriden yanma yaşayarak bedenimin hayatıma son vereceği hissine kapılıyorum.