Akseden Ruhlar

Öykü Seçkisi'nde okumak için: Akseden Ruhlar – Aylık Öykü Seçkisi

image

“Vurdukça bu nehrin ona aksi, Kaçtım o bakıştan, o dudaktan, Baktım ona, sessizce uzaktan, Vurdukça bu aşkın ona aksi…” Parıltı, Ahmet Haşim * * * Tarık, karlı bir gece yarısında odasına loş bir sarı ışık yayan masa lambasının yanındayken, hemen yanındaki penceresinden apartmanın bahçesindeki çam ağaçlarına düşen kar tanelerini seyrediyordu. O gece uyku tutmamıştı. Son… (DEVAMI…)

1 Beğeni

Merhabalar. Bol katmanlı, Türk edebiyatına, klasik müziğe, sinemaya referanslı bir öykü yazmışsınız.

Hikayenin temel çatışması zamanı yakalamayan, aydın olmak isteyen birisinin aydın olamama çelişkisi. Tanpınarcı zaman muhafazakarlığı iyi bir boyut katmış. Pamuk’un tarzına benzeyen betimlemeler var. Darvınoğlu referansı hoş olmuş :slight_smile:

Eleştirilerim ise ilki genel diğeri ise detay olmak üzere iki katmanlı. Öykünüzü beğenmiş olsam da bir sinopsis olarak anlat deseniz bunu başaramam. Güzel bir roman bölümüne, karakter tanıtımına benziyor. Ama öykünün temelde sahip olması gereken olay kısmını sezemedim.

Detaylara gelecek olursak, name dropping sayılabilecek yerler var. Üst kültür olarak kabul edebileceğimiz çoğu isim, ne yazık ki hikayenin kapsayıcılığını azaltıyor. Belki de bir yazar olarak niş bir eser oluşturmak istemişsinizdir. Bu tercihiniz de gayet anlaşılabilir tercih. Ama daha az isimle, daha hikayeye yedirilmiş biçimde bunu yapmış olsaydınız, hikayeye daha farklı bir renk katardı.

Ruhsal, mekansal betimlemeler çok başarılı. Dil bazen ağdalı olsa bile akıcı. Bu konuda gerçekten başarılısınız. Mektup kısmındaki dil, usta bir yazarın tarzını andırıyor. Anakronik dursa bile, sanki Tanpınar mektubu okuyormuşum gibi hissettim.

Hikayenizin olay bakımından hoşuma gitmese de, tarzınız, betimlemeler, yakalayabildiğim atıflar oldukça hoşuma gitti.

2 Beğeni

Merhabalar, öykümü okuyup yorumladığınız için çok teşekkür ederim öncelikle.

Tanpınar da, Pamuk da çok sevdiğim yazarlardır ve evet, bu öyküyü yazarken her ikisinden de detaylıca yararlanmaya çalıştım. Onları sevmemdeki temel nedenlerden birisi ise, edebiyata karşı olan gelenekselci tutumun karşısında durup, dönemlerinde yeni anlatım tarzları getirmeleri. Ahmet Hamdi Tanpınar’da bu durum bir bakıma Modernizm olarak, Orhan Pamuk’ta ise tam manasıyla bir Postmodernist anlatı olarak karşımıza çıkar.

Bu öyküyü yazarken ilk başta, başı ve sonu belli olan, geleneksel anlatı tarzında, giriş-gelişme-sonuç bölümleri olan bir öykü yazma amacım vardı. Fakat süreç ilerledikçe bunu daha yaratıcı ve üstü kapalı bir üslupla nasıl yapabileceğimi düşündüm. Nihayetinde, betimlemelerin yoğun olduğu ve olayı değil de, “ânın kendisini” anımsatan bir öykü yazma çabasına girdim.

Aslında hikâye de yalnızca iki yerde geçiyor: Tarık’ın odası ve su içmeye gittiği mutfak. “Günlük, Sekizinci Gece” kısmından itibaren okuduğumuz her şey aslında Tarık’ın yazdıklarında geçen şeyler ve aklında anımsadığı hatıralar. Tüm bunlar olurken bulunduğu tek yer ise kendi evi. Anlatımda geriye kalan her şey yalnızca Tarık’ın bilinç akışı olarak kalıyor. Ben bu hikâyeyi yazarken biraz da günlük hayatta karşılaştığımız şeylerle olabildiğince bağdaştırma kurup, aslında hikâyeden çok bir insanın bir gününü, o kişinin aklından geçen sıradan olayları da olaya katarak anlatmayı amaç edindim. Bir olay hikâyesinden çok bir durum, hatta bir “an” hikâyesi oluşturmamın nedeni de bu.

Detaylar konusunda size katılıyorum fakat ben bu söylediğinizi bir olumsuz eleştiriden ziyade, amacına ulaşmış birisinin aldığı eleştiri olarak kabul ediyorum. Şöyle ki, ben bu hikâyeyi yazarken okuyucunun anlayabilmesinden ziyade, hissedebilmesi adına yazdım. Bana kalırsa mektup bölümü de, mektup bölümüne kadar olan birinci bölüm de, “Günlük, Sekizinci Gece” bölümü de, anlatımları ve betimlemeleri nedeniyle, tek başına bile okunsa güzel bulunacak birer günlük yazısı gibi. Bütünden ziyade parça güzelliğine önem verdiğimi söyleyebilirim bu konuda. Ayrıca, üst kültür isimlerini kullanma nedenimin de bu sebeple dolaylı olarak bağlantılı olan iki nedeni var. İlk olarak, Oğuz Atay’ın bir röportajındaki cümlesinden bahsetmek istiyorum. Bir röportajında, neden yoğun ve zor anlaşılır yazdığına dair olan bir soruya, okuyucuyu hafife almak istemediğini belirterek cevap verdiğini okumuştum. Aynı şekilde, ben şiirde de hikâyede de, okuyucunun kendi anlamını kendisinin çıkarmasının daha güzel olduğunu, bazı kısımların kapalı olmasını ve bilhassa okuyucunun bilmediği kısımları kendisinin araştırarak öğrenmesinin okuyucunun kendisine de fayda sağlayacağını savunurum çünkü bana kalırsa bu durum, üst kültür isimlerinin eksiltilmeye çalışılmasından ziyade, okuyucunun da okuyup, araştırıp kültür seviyesini artırmaya yönelik bir avantaj olarak değerlendirilebilir.

Bu üst kültür isimlerine öykümde yer vermemin bir diğer nedeni ise, bütün anlatımlardan ve anlamlardan öte, öyküye hoş ve güzel bir atmosfer kattığını düşünüyor olmam. Şöyle ki, o edebi metinlere, o şarkılara ve daha birçok özel isimlere gönderme yapmasaydım bu öykü yarım kalırdı. Çünkü anlatmak istediğim şey aslında Tarık’ın aklından geçen şeylerden başka bir şey değildi. Bu bir bakıma, Tarık’ın bir gününden öteye geçemeyen bir anlatı aslına bakarsanız. Ona edebi değer yükleyen ise bizler, yani okuyucularız.

Belki de bütün anlatılanlar, Tarık’ın kaleminden çıkma birtakım hayali ögelerdir ve aslında hiç yaşamadığı şeylerdir, kim bilir? Bu sorunun net bir cevabının olmaması, hikâyemi istediğim ölçüde yazabilmiş olduğumu bana anımsatır. Anlam kapalılığını, herkesin kendinden bir şeyler bulabilmesinin güzelliği nedeniyle seviyorum.

Yorumunuz için çok teşekkür ederim tekrardan, geri bildiriminiz benim için çok değerli. İyi akşamlar.

2 Beğeni

Merhabalar. Uzun ve güzel bir cevap yazmışsınız. Teşekkür ederim.

“ânın kendisini” anlatan bir öykü yazma konusunda gayet başarılısınız. Galiba benim beklentim bir olay öyküsü okumaktı. O zaman yanlış kurşun attık diyelim.

Bir insanın sıradan gününün öyküleştirilmesi oldukça zor. Anlık düşünceler, hisler, geçmiş, hatıralar… Yani o kadar çok şey var ki dümdüz gözüken ve derinliği olmayan dümdüz bir günde. Hakikat başka tabi. İnsan ancak bunu detaylıca düşününce fark edebiliyor. Buna yanıt vermeye çalışmakta, oldukça riskli ama diğer yandan da epik bir girişim. Tebrik ederim. Doğru yoldasınız.

Anlatım tarzınızda modernist ve postmodernist unsurları başarılı bir şekilde harmanlamışsınız. Özellikle, geleneksel anlatı tarzından sıyrılıp yaratıcı bir üslupla yazma çabanız takdire şayan. Hikayenin sadece iki yerde geçmesi ve diğer olayların Tarık’ın bilinç akışında yer alması, öykünün atmosferini ve derinliğini artırıyor.

Bu açıdan doğru bir yolda ilerlemek güzel bir tercih. Ama “an” dışında eserlerinizi de değerlendirip taraflıca bir yorumda bulunmak daha rasyonel olur.

2 Beğeni