Anı / Psikoloji-Gerilim

ANI

Ertuğrul güne merhaba derken arka fonda yan odadan duyulan Ömer’in horlaması vardı. Ertuğrul son üç ayın böyle geçmesinden sıkılmıştı. Her gün, aynı saatte, aynı şekilde uyanmaktan, kafayı yemek üzereydi. Aynı şekilde, sinirle yatağından kalktı ve hemen yanında duran komodinin üzerinde ki ilaç kutularının yanında ki sigara paketine uzandı. Tam on üç adet sigara kalmıştı. İçinden bir adet sigara alıp, paketi tekrar aynı yerine bıraktı. İlaç kutusunu ise görmek istemeyeceği bir yere, çekmecenin içine atıp, sigarasını yaktı ve ayağa kalktı ardından odasından çıkıp, ayının inine doğru yürümeye başladı. Kapının önüne geldiğinde ise kulakları tırmalayan bir horlama sesi çıkaran Ömer’i boğmak istiyordu. Kapıya ardı ardına vurarak Ömer’i uyandırmak istedi ancak Ömer uyanmak yerine horlamasını daha da yükseltti. Tekrar sertçe kapıya vurduğu sıra bu sefer içeriden daha anlaşılır bir ses çıktı. “Tamam be kalktım!” diye bağırdı Ömer. Ardından Ertuğrul kafasını çevirip salona doğru yürümeye başladı. Ağzında ki sigarasını masanın üzerinde duran kül tablasına bıraktığı zaman içeriye ağır ağır yürüyen ve bir o kadar da yürüdüğü yerde kokusunu bırakan Ömer, pis pis Ertuğrul’a baktıktan sonra Ertuğrul’un yanına oturdu ve masanın üzerinde duran kendi sigara paketinden bir tane alıp içmeye başladı. Sigaranın küllerini yere çırptıktan sonra yanında oturan Ertuğrul ile göz göze geldi ve Ertuğrul ona bir zarar vermemek için kalkıp mutfağa doğru yürümeye başladı. Mutfağa geldiğinde hızlıca bir yemek hazırladı ve yemeği iki tabağa bölüp masanın üzerine koydu. Ardından, yemek kokusu almış bir köpek gibi ağır ağır içeriye Ömer girdi ve hiçbir şey demeden oturup yemeği yemeye başladı. Yemek yerken garip garip sesler çıkartıyor, geğiriyor ve çeşitli tiksindirici hareketler yapıyordu. Ertuğrul istemeden de olsa ona bakıyor ve gözlerini devirip kendi yemeğini yemeye çalışıyordu. Ertuğrul karnını tam doyurmasa da artık bu işkenceye dayanamayarak kalkıp tabağını tezgahın üzerine bıraktı. Ardından suyu açtı ve soğuk su ellerini okşarken tabağını yıkamaya başladı. Ertuğrul, Ömer’in yemeğini bitirip bitirmediğini kontrol etmek için arkasını döndüğü sırada, beyninden sızan sinir bütün bedenine akıyordu. Ömer yediği yemeğin tabağını öylece bırakıp salona gitmişti. Ertuğrul artık kendini çok zor tutmaya başlamıştı. Ondan bir an önce kurtulması gerekiyordu. Tabağı masadan sinirle alıp tezgahın üzerine bırakıp salona yürümeye başladı.

Salonda, Ömer ayaklarını masanın üzerine koymuş ve kül tablasını yere düşürmüştü. Etrafa saçılan küller, halıya yapışmış ancak daha da kötüsü külün o ağır ve mide bulandırıcı kokusu ise salona yayılmıştı. Ertuğrul yavaş adımlarla Ömer’in yanına gelip yerde ki kül tablasını yerden kaldırıp tekrar masanın üzerine bıraktıktan sonra, “Ömer,” diye seslenip ona dik dik bakmaya başladı. “Kardeşim artık kendine bir çeki düzen vermen gerekiyor.” Ertuğrul bunları söylerken Ömer sadece telefonuyla ilgileniyor ve konuşmayı sürdüren Ertuğrul’un yüzüne dahi bakmıyordu. Ertuğrul buna daha fazla dayanamadı ve hızlı bir hamle ile Ömer’in elinden telefonu kaptı. İşte şimdi Ömer’in dikkatini çekmişti, “Telefonu geri ver Ertuğrul” diye rica etti. “Telefonunu geri istiyorsan beni dinlemelisin,” diye çıkıştı Ertuğrul ve devam etti, “Biraz önce de dediğim gibi, kendine bir çeki düzen ver Ömer. Bak ev arkadaşı olarak seninle anlaştım ancak göndermesini de bilirim. Bunu unutma.” Ömer’in yüzü alaycı bir gülüşe büründü ve suratının ortasında gerilen dudaklarının çizgisi konuşmaya başladığı sıra bozuldu, “Sen nasıl istersen patron” gülmek istiyordu ancak durumun ciddiyetinin farkındaydı ve bu yüzden gülmedi, “Şimdi telefonumu geri alabilir miyim?” Ertuğrul, pis kokunun verdiği mide bulantısı ile koltuktan kalktı ve elinde ki telefonu Ömer’e attı. Ömer; akvaryuma yem atılmış balıklar misali hızla telefonu kaptı ve yüz hizasına getirerek önemli bir işi varmış gibi telefona gömüldü. “Ben odama geçiyorum biraz ders çalışacağım,” diyerek salondan ayrılmak için yürümeye başladı,” Belki sende çalışmalısın. Bu sene önemli”

“Evet evet” diyerek cevapladı Ömer ve yine aynısı gibi Ertuğrul’un yüzüne dahi bakmadı. Ertuğrul odasına girdiği sıra salondan büyük bir kahkaha sesi duyuldu ve Ertuğrul’un yüzünden düşmeyen o sinir ifadesi daha da belirdi ve yumruk yaptığı ellerini sakinleştirmeye çalıştı. Ardından kapıyı kapatıp yatağının üzerine oturdu. Ne yapacağını düşünüyordu. Ömer’den kurtulması gerekiyordu. Ya onu gönderecekti, ya da gönderecekti. Başka çaresi yoktu çünkü son üç ay boyunca Ömer’den çektikleri yeterde artardı. Birkaç dakika böyle planlar yaparak geçtiği sıra içeriden büyük bir gürültü daha geldi. Ertuğrul bakmak istemiyordu. Yeter artık, diye düşündü. Onu bugün veya en geç yarın göndermesi lazımdı.

Yarın önemli bir gündü. Ertuğrul önemli bir sınava girecek ve bunun için şimdiden ders çalışmaya başlamıştı. Saniyeler dakikayı, dakikalar saatleri kovaladı ve en sonunda gece on iki olduğunda yatıp dinlenmesi gerektiğini düşündü. Çalıştığı konuları tekrar gözden geçirirken, Ömer horlamaya başlamıştı. Ertuğrul sinirle kafasını yana salladı ve ders kitaplarını okumaya devam etti. Artık yatması gerekiyordu yoksa yarın sabah kalkamayacaktı. Kitapları topladı ve düzenli bir şekilde yerleştirdi ardından telefonu eline alıp saatte baktı. Tam o sırada yine bir gürültülü horlama sesini duyduktan sonra sinirle telefonu masanın üzerine attı ve yatağa uzanmak için ayağa kalktı… Yatağa kendini attığı anda hemen gözlerini kapattı ancak karanlığın tadını tam alamadı çünkü büyük bir horlama patlaması sonrası gözlerini tekrar açmıştı. Tekrar kapattı ve bir süre sonra tekrar açtı. Tekrar kapattı ve bu horlama sesi saat üçe kadar devam etti. En azından Ertuğrul bu saatte uyuduğu için son horlama sesinin saat üçte olduğunu tahmin ediyordu. Sabah uyandığında her zaman ki gibi horlama sesiyle uyanmıştı ancak uyandığı saat farklıydı çünkü telefonun alarmını kurmamıştı. Saat öğlen on ikiyi geçmişti. İçinde büyük bir korku ve sinirle uyanıp yataktan fırladı. Ardından masanın üzerinde ki telefona baktı. Dün yatmadan önce telefonu fırlattığını hatırladı. O sırada aslında alarmı kurmak için telefonu eline almıştı ancak Ömer onun dikkatini dağıtmıştı ve o da alarmı kurmadan telefonu fırlatmıştı.

Ertuğrul bunları hatırladığı zaman öfke onu sırtından kırbaçlamış gibiydi. Burnundan çıkan ateşi hissedebiliyordu. Gözü dönmüş bir katil gibi hızla odanın kapısını açıp koridora geçti ve Ömer’in odasının önünde durdu. Bu sefer, hiç sinirlenmediği kadar çok sinirlenmişti. Tahta kapıya o kadar sert vuruyordu ki bu ses iki üst komşuya bile gitmişti. Ömer uyanmış ve horlamayı kesmişti. Ancak kapıyı açmak istemiyordu çünkü bu vuruş hiçte hayra alamet değildi. Ömer içeriden korkak bir ses tonuyla inledi, “Yavaş ol Ertuğrul kapıyı kıracaksın” dedikten sonra yatağında doğruldu ve kapıya dik dik bakmaya başladı. Bu sırada Ertuğrul vurmaktan vazgeçmedi ve vurmaya devam ederken de konuşuyordu, “Senin yüzünden,” her kelime arasında kapıya daha da sert vurarak, “Sınava gidemedim. En önemli sınava. Aç şu lanet kapıyı!” Elbette Ömer kapıyı açmayacaktı. Ancak her geçen dakikada Ertuğrul vuruşlarını sertleştiriyor ve kapıyı kırma derecesine getiriyordu. En sonunda tekme atmak dışında yapacak bir şeyi kalmadığını fark eden Ertuğrul, kapıya sert bir tekme attıktan sonra kapının ilk başta çıkardığı çığlığın yerini şimdi Ömer’in korku dolu yalvarışları almıştı. Kapı kırılmış ve Ertuğrul içeri girmişti.

Şimdi Ömer’in korkudan elleri titriyordu. “Ne istiyorsun Ertuğrul!” diye çıkıştı Ömer, “Buradan gitmeni!” diye cevapladı Ertuğrul, “Tamamen gitmeni!” dedikten sonra gözlerinde ki kızarlıklık daha da yayıldı ve Ertuğrul’un o güzel mavi gözlerinin yerini korkunç bir katilin gözleri aldı. Ani bir sıçrayışla Ömer’in üstüne atlayan Ertuğrul, Ömer’e bir kaç yumruk salladı ancak Ömer karşılık vermiyordu. Yatak kanlar içerisinde kalmıştı. Ömer’in patlayan kaşından çıkan kan yastığa aktıkça akıyordu. Sonunda Ertuğrul içinde ki öfkeye engel olamadı ve Ömer’e son bir kez vurduktan sonra yanında ki yastığı alıp suratına bastırmaya başladı. Öyle ağır bir basınç uyguluyordu ki, altında yatan Ömer bir süre çırpındıktan sonra hareket etmeyi kesmişti. “Öl! Öl!” diye bağırıyordu Ertuğrul ve yastığı sıkı sıkı ittirmeye devam ediyordu. “Öl lanet olasıca öl!”

“Neler oluyor?” diye bir ses geldi arkadan. Ertuğrul irkilmişti. Çünkü ses tanıdık bir sesti. Arkasını dönmek istememişti. Öylece yatağa bakıyordu. Tertemiz yatağı dağıtıyor ve eline aldığı yastığı ise eliyle sıkıştırmaktan buruşturuyordu. “Hey Ertuğrul!” diye seslendi arkada ki kişi. “Ne yapıyorsun orada öyle, bana baksana” Arkasını döndüğünde onu görmüştü Ertuğrul, Ömer’den bir önce ki ev arkadaşı. Daha doğrusu en yakın arkadaşı Murat’ı görmüştü. Beyninden vurulmuşa dönen Ertuğrul, kulağında ki baskın çınlamanın yanı sıra ellerinde ki karıncalanmaları göz ardı ederek yataktan inip Murat’ın karşısına dikildi. “Nasıl girdin içeriye,” diye mırıldandı Ertuğrul ve devam etti, “Ve burada ne işin var. Şehirden ayrıldığını duymuştum.” Murat’ın sakalsız suratında ince bir gülümseme ortaya çıktı, “Daha değil,” diye yanıtladıktan sonra elinde ki anahtarı Ertuğrul’a uzatarak, “Evin yedek anahtarı bendeydi. Onu bırakmaya geldim.” Ertuğrul elini uzatıp anahtarı aldıktan sonra, “Kaç dakikadır orada duruyordun,” diye meraklı gözlerle sordu Ertuğrul, “Yeterince,” diye cevapladı Murat, “En azından yastığa yaptığın işkenceyi görene dek.”

“Yastık?” diye sordu Ertuğrul, “Ömer’i görmedin mi?” İçinde ki merak bütün bedenine yayılmıştı. Sonra aklına arkasına dönüp yatağa bakmak geldi. Gerçi ilk kalktığında nasıl kalktığını ve nerede olduğunu dahi bilmiyordu. Ancak yatağa baktığında, yatakta hiçbir şey yoktu. Yorgan biraz dağılmış, yastık ise bastırılmaktan ve ezilmekten buruş buruş olmuştu. Aklına odasına gitmek geldi hızlıca odasına doğru koşmaya başladı. Arkasından Murat bağırıyordu, “Ömer’de kim!”

Ertuğrul odasına geldiğinde komodinin çekmecesini açtı ve orada yatan ilaçlara baktı. Hiçbir tanesi bile kullanılmamıştı. Murat ilaçları görünce gözlerinde ki şaşkınlığı ve bir o kadarda siniri gizleyemedi. “İlaçlarını almıyor muydun?” diye sinirle sordu, “Bana sakın bu ilaçları kullanmadığını söyleme Ertuğrul! Kaç gündür? Kaç aydır kullanmıyorsun?” Murat evden ayrılsa dahi, hâlâ Ertuğrul için endişeleniyordu. “Sen gittiğinden beridir.” Diye inledi Ertuğrul ve kafasını eğip ağlamaya başladı. “Üç aydır yani,” diye gürledi Murat ve siniri birazda olsa yatıştıktan sonra, “Şuan iyi misin?” diye merakla sordu Murat. Ertuğrul cevap vermek için kafasını kaldırdığında gözlerinin altında kuruyan göz yaşlarını sildi, “Hayır değilim.” Dedikten sonra, başını ellerinin arasına aldı ve son üç ayı hatırlamaya başladı. Ardından dün ve bugün neler yaşadığını. Sahneler bir bir gözlerinin önünden geçiyordu. Dün sabah son üç ayda olduğu gibi sinirle uyanmıştı. Murat’ın gidişine olan siniri yüzünden olduğunu şimdi anlamıştı Ertuğrul. Ardından kalkıp onun odasının önüne geçip bağırmıştı. Bununda, ona özleminden dolayı olduğunu anımsadı. Salona geçtiğinde ise sigarasının küllerini yere atıp, sonrasında tekrar sinirlenip tam kalktığı sırada kül tablasını düşürmüştü. Yemek hazırlayıp bunları iki tabağa böldüğü sıra aslında tek bir tabakta yemek vardı. Diğer boş tabağı ise karşısında ki boş sandalyenin önüne koymuştu. Kendi bulaşığını temizledikten sonra, Ömer’in öylece bırakıp gittiği tabağı görmüş ve yine sinirli bir şekilde bulaşığı alıp tezgaha koymuştu ancak aslında sadece boş tabağı alıp tezgaha bırakmıştı. Ardından salona girdiğinde Ömer’in yere düşürdüğünü sandığı kül tablasını görünce iyice sinirlenip koltukta Ömer’le, aslında kendisiyle hararetli bir tartışma yapıyordu. Tartışmayı bitirdikten sonra odasına çekilen Ertuğrul ders çalışmaya başladığı sıra aklında hep Murat vardı. Onu düşündükçe sinirleniyor ve birazda hüzünleniyordu. Gece olduğu sıra gözüne uyku girmemişti ve geç uyumuştu. Ayrıca alarmıda kurmayı unutmuştu. Sabah geç kalktığında suçu Ömer’de bulan Ertuğrul bir hışımla onun odasını basmış ve öldürmüştü. Aksine, odaya girdiği sıra boş yatağın üzerinde debelenip, bağırıp ve yastığı yatağa bastırarak dakikalarca kendi kendine bağırmıştı. O sırada Murat gelmiş ve bütün dünyası başına yıkılan Ertuğrul her şeyi bir bir hatırlamaya başlamıştı.

“Özür dilerim,” diye lafa girdi Murat, “Senden, bu evden ayrılmamam gerekiyordu.” Ertuğrul, elleri arasında ki başını kaldırarak acınası bir gülümsemeyle Murat’a baktı ve son kez gözünden akan yaşları temizleyerek ayağa kalktı.

1 Beğeni

Öncelikle değerli yorumun için teşekkür ediyorum. Ayrıca dediğin gibi çok fazla isim kullandığımın farkındayım, düzeltmem gereken bir özelliğim o. Genelde öyle yazarım, ilerleyen zamanlarda buna dikkat edeceğim.

1 Beğeni