Animasyon Meraklılarına Sesleniyorum

Favori stop motion animasyonunuz hangisi ve neden?

Prometheus ve Bob.

Sebep: Nickeledeon nostaljisi

Hiç izlemedim ama biraz araştırdım. Çok yaratıcı duruyor mutlaka izleyeceğim. Film olarak favoriniz var mı?

1 Beğeni

Gerçekliği kurcalayan her türlü yapıtı severim.

2 Beğeni

Něco z Alenky. Masalı dönüştürğü biçim inanılmazdı.

2 Beğeni

Pek sevdiğim bir teknik değildir stop motion, ama en beğendiğimi belirtmek gerekirse sanırım Fantastic Mr. Fox diyebilirim.

2 Beğeni

Kesinlikle, ürkütücü bir havası da var bence. Alice uyarlamaları içinde en başarılı örneklerden biri.

1 Beğeni

Neden sevdiğiniz bir teknik değil? İzlerken akıcı mı gelmiyor yoksa farklı bir sebepten dolayı mı?

1 Beğeni

Bu benim konu başlığım işte. Neredeyse bütün stop-motion filmlerini, replikleri ezberleyecek kadar çok izlemişimdir ama buraya cevap olarak, birkaç yıl önce mary ve max için yazdığım bir yazıyı paylaşayım.
KLİŞELERE HİÇ DOKUNMAYAN BİR STOP-MOTİON: MARY VE MAX (2009)
Adam Elliot tarafından yazıp yönetilen ve kendi hayatından ilham aldığını söylediği bir stop-motion filmidir. Sekiz yaşındaki Mary ve kırk dört yaşındaki Max’in mektup arkadaşlığı çevresinde bu iki kişinin hayatlarını konu alır. Dünyayı; sekiz yaşındaki Mary’nin cümlelerinden dinlemek gülümsetir ve Asperger sendromu konmuş Max’in söyledikleri düşündürür. ‘Dürüstlüğün neden münasebetsizlik olduğunu anlayamıyorum.’ diyen Max ve alkolik annesinin yüzüne çizdiği gülümseme yüzünden okulda küçük düşen Mary’nin yalnızlıkları onları ortak bir paydada buluşturur. Lafı açılmışken diğer ortak paydalarını da söyleyelim; ‘Nobletler’ çizgi filmi ve çikolata. Farklı ülkelerde yaşayan biri sorumsuz ebeveynlere sahip çocuk; diğeri obez, ruhsal sorunları olan yetişkinin arkadaşlığı klişelere hiç dokunmadan işlenir. Arkadaşlık, sevgi, yalnızlık gibi kavramlar sinemada sıklıkla işlenmeye çalışılsalar da genelde yavanlığın ağına takılırlar. Lakin Mary ve Max bir yaz gecesi en sevdiğiniz kuzeninizle yapılan sohbetler gibi çabasızca, tebessümle biraz da hüzünle akıp gider.
Dikkat, buradan sonrası sürprizbozan (spoiler) içerir.
Filmimiz masal tadında, bir anlatıcının seslendirmesi ile başlar. Avustralya’nın basit bir mahallesinde, alkolik annesi ve akşamlarını bodrumda ölü kuşların içini doldurarak geçiren babası ile yaşayan sekiz yaşındaki Mary, oyuncaklarını kendi yapmak dahası kendi kendine oynamak zorunda olan bir çocuktur. En sevdiği çizgi filmi izlerken; savaş gazisi komşusunu, annesini, babasını, dedesini ve evcil horozunu anlatır izleyiciye, tabi çocuk diliyle. Bir gün, annesi postaneden zarf ‘ödünç alırken’ telefon defterinden bir Amerikalının numarasını alır ve ona mektup yazar Mary.
Bu Amerikalı Max’dir. Max, kırk dört yaşında, Asperger sendromu teşhisi konmuş ve bununla tamamen barışık obez bir adamdır. Asperger sendromunun özelliği olarak; asosyaldir, insanlarla iletişim kurmakta zorlanır. Takıntılıdır, japon balığı öldüğünde hemen yenisini alır ve hepsine aynı ismi verir. Çok çabuk endişelenir, Mary mektubunda, ona zorbalığa uğrayıp uğramadığını sorduğunda bir öne bir arkaya sallanıp titreyerek saatler geçirir. Ancak sakinleştiğinde Mary’ye alnındaki kahverengi doğum izinin cennette çikolataların başına geçeceği anlamına geldiğini söylemesini yazar. Bu tavsiye işe de yaramıştır. Bu minik destekle Mary, zorbalığa uğramasına karşın kendi fikirlerini bile geliştirir.
Mary ve Max arkadaşlıklarını başından sonuna dek mektupları ile sürdürürler. Buna rağmen arkadaşlıklarının zenginliğinden şüphe duymayız. Zira Mary’nin; Max’in, Asperger sendromu ile ilgili sevmediği tek şey olan ağlayamamasına karşı ona gönderdiği gözyaşları şişesi dünyalara bedeldir. Bir de birbirlerine ikram ettikleri çikolatalar var. Filmin sonuna dek hiç yan yana oturamayan iki arkadaş; birbirlerinin günlerine, gönderdikleri çikolatalar ile eşlik ederler. Max, Mary’nin gönderdiği çikolata sigaralardan birini küçük bir çocuğa ikram etmeye kalktığı için sorun yaşasa da Mary, Max’in gönderdiği üzerinde ‘önce kendini sev’ yazan kalpli çikolata ile aşk hayatı ile ilgili problemlerinde rahatlar. Gönderilmiş en değerli kutu; Max’in Mary’ye hediyesi noblet koleksiyonu ise Mary’nin hayatını kurtarır. Üstelik yalnızca Mary’nin hayatını da değil.
Film, başından sonuna dek yalnızlığın hassas boşluğuna dokunuyor. Ancak bunu göğsümüzü sıkıştırmadan, küçük bir çocuğu güldürmek için yaptığımız espriler gibi tatlı ve neşeli işliyor. Film bana; yaşamadığım bir hayatın son nefesinde, hayatım gözlerimin önünden geçiyormuş gibi hissettirdi. Öyle tatlı bir hüznü vardı ki bu hissin, aynısını hissetmenizi umarak tavsiye ediyorum. Çünkü ekranda yazılar akmaya başladığında hayatınıza, yalnızlığınıza ve dostlarınıza hatta acılarınıza bile bir bilgenin gözünden bakacaksınız.
Yazımı da filmin son sözü ile bitirmek isterim, ‘Akrabalarımız tanrı vergisidir, çok şükür dostlarımızı kendimiz seçebiliriz.’

2 Beğeni

Seni çok seviyorum ya. <3 :kalp: :two_hearts:

2 Beğeni

‘‘Sen benim tek arkadaşımsın. Sen benim en iyi arkadaşımsın.’’

2 Beğeni

Merhaba, Türkçe yazım kurallarına uyarak gönderi oluşturmanızı rica ediyorum. İyi forumlar.

1 Beğeni

Animasyon teknolojileri ve dünyası çok ileri bir seviyeye çıktı artık, stop motion görsel olarak beni tatmin etmiyor. Dediğiniz akıcılık sıkıntısı da mevcut tabi ama tekniği gereği zaten süper akışkan bir film çıkmayacağını biliyorum izlerken.

Benim için şu an stop motion film için önce çok çok iyi bir senaryo lazım ki kendini konusuyla bağlatsın :smiley: . O da gittikçe nadir bulunur oldu.

1 Beğeni

Ben Aardman Animations’u öne çıkaracağım. Chicken Run çıktığında olay olmuştu ama esas Wallace & Gromit: The Curse of the Were-Rabbit ile ses getirdiler. The Pirates! In an Adventure with Scientists! de güzeldi, Shaun the Sheep uzun metrajı da. Geçtiğimiz iki yıl Chicken Run ve Wallace ile Gromit serilerine birer sequel eklediler.

Tim Burton’un çekmeyip çektirdiği The Nightmare Before Christmas, çektiği Frankenweenie uzun metraj (Corpse Bride pas),

Yine Selick’ten Coraline,

Svankmajer’den kısada Darkness/Light/Darkness, uzunda Alice,

Wes Anderson’dan Fantastic Mr. Fox ve Isle of Dogs,

Mazoşizm tutkunlarına Mary and Max,

bir kısmıyla Fantastic Planet…

Şunu hala izlemedim, meraklısına:

The Adventures of Mark Twain (1985) - IMDb

2 Beğeni

Açıklamanız için teşekkür ederim. Benim için animasyonlarda senaryo çok önemlidir fakat bu alanda inanılmaz bir emek var. O nedenle görsellik senaryo kadar değer taşıyor bence. İzlerken her karenin özenle tasarlandığını bilmek beni filme bağlıyor. Tabi herkes için keyif alma noktaları farklıdır. :slight_smile:

2 Beğeni

Aardman kesinlikle benim favorim. Özellikle Wallace & Gromit için yaptıkları tüm filmler. 1993 yapımı olan The Wrong Trousers filmini mutlaka öneririm. Diyalog kullanmadan izleyiciyi ekrana bağlayabilen Shaun the Sheep yapımları da benim dinginlik istediğim günlerde tekrar tekrar izlediğim film ve diziler. Son olarak eklediğiniz The Adventures of Mark Twain filmini daha önce görmemiştim. Mutlaka izleyeceğim. :slight_smile:

2 Beğeni

O kadar haberim yok ki bu filmlerden, bilmediğim bir dilde konuşulan herhangi bir forum sitesine hasbelkader ziyaret gerçekleştirmişim gibi hissettim.

1 Beğeni

Zaman ayırıp bazılarına şans verirseniz, bu alanda sizi mutlu edecek bir film bulabilirsiniz. :slight_smile: Özellikle @kolombre 'nin çeşitli ve güzel önerileri olmuş kesinlikle denemeye değer. :slight_smile:

2 Beğeni

Mary and Max ile İsle of Dogs filmlerini biliyorum sadece. Değerli kolombre’nin izlediği filmlerin beşte birini izledim mi diye tereddütteyim.

2 Beğeni

@Ut.ku @TheNameless Teşekkürler.
Emek seçmiyorum diyorsanız, live-action arenada Ray Harryhausen’in imzasını konuşturduğu açık deniz serüvenleri Jason and the Argonauts ile Sinbad üçlemesinin ve dahi fantastik sinemanın en underrated kalmış ortanca halkası The Golden Voyage of Sinbad’ı izlemelisiniz. İlki zaten milyon popüler göndermede kullanıldı, Evil Dead III: Army of Darkness’tan Gravity Falls’a kadar. İkincisi ise, Harry Potter’dan yıllar yıllar önce, Batı sinemasının Doğu masal kültürüne yönelik yaptığı en iyi iş. Bana göre hala öyle. Onun esas “kötüsü” de Lara Croft ikinci macerada Angelina Jolie’nin karşısına geçti. Sinbad filmleri birbirinden bağımsız, ilki olan 7th Voyage of Sinbad da izlenebilir, orada da Tepegöz vardı sanırsam. Açık kalp operasyonu yapan Golden Voyage veziri de herhalde Indiana Jones prequeli Temple of Doom’a ilham vermiş.


Stop-motion değil ancak konuşma balonlarıyla iletişim kuran rüya karakterlerinin yer aldığı, çizgi-roman estetiğindeki eşsiz "Jessie"yi de bonus olarak iliştireyim.


4 Beğeni