Aşikâr Giz

Öykümü dinleyebilir, aşağıdan ya da şu linkten de okuyabilirsiniz:

Karakolun bekleme salonunda kır saçlı adam bacaklarını açarak oturmuştu. Ağlamaktan kızaran yüzü görüntüsünü on yaş yaşlandırıyordu. Sırtı eğikti. Elleri ve ayakları titriyordu. Gri takım elbisesi ve eflatun kravatıyla güneşte kaldığı için renkleri solmuş bir kartpostala benziyordu.

Altı aydır her sabah buraya geliyordu Vedat. Sevgili karısından bir haber bekliyordu. Omuzları her gün daha da çekiyor, yüzü giderek soluyordu. Hafta içleri büyük bir mobilya şirketinde satın alma müdürü, hafta sonları ise heykeltıraş olan bu çok yönlü koca, karısı uğruna asıl işini bırakmıştı. Karakolda olmadığı saatlerde yalnızca heykel yapmaya devam ediyordu.

Genç bir iş kadını olan Esra bir akşam iş çıkışı ortadan kaybolmuştu. Normalde iş çıkış saati kocasından önceydi. Vedat o akşam tek katlı müstakil evlerine döndüğünde ışıkların kapalı olduğunu görüp şaşırmıştı. Salona geçip bekledi. Ardından aklına bir fikir geldi. Esra, hem iş arkadaşı hem de komşuları olan Selinlerde kahve içiyor olabilirdi. Genelde bir yere gezmeye gittiğinde haber verirdi ama…

“Belki de unutmuştur.” diye düşünen Vedat, evden çıktı ve Selin’in kapısını çaldı.

“Merhabalar Selin Hanım, ben Vedat, Esra’nın eşiyim.”

“Buyurun.”

“Eşim eve dönmedi de ben… Acaba… Sizde mi diye merak ettim.”

“Yolda karşılaşmadınız mı? Yeni çıktı.”

“Nasıl yani?”

“Bugün Esra çantasını ofiste unutmuş da ben aldım. Eve gelince mesaj yazdım.”

Esra telefonunu ya elinde ya cebinde taşırdı. Çantasına koymazdı. Onu tanıyan herkes bunu bilirdi.

“Çantasını almaya gelmişken biraz oturalım, kahve içelim dedik. Sohbete dalmışız. Siz gelmeden ben diyeyim iki, siz diyin beş dakika önce çıktı.”

Bu yanıt üzerine Vedat “Anladım, çok teşekkürler.” dedi ve evine geri döndü. Ne var ki Esra gelmemişti ve o günden sonra ondan haber alan olmadı.

Polisler bu beyan üzerine şüpheli Selin Demir’i merkeze getirip sorguladılar. Selin ise olayı Vedat’a benzer bir şekilde fakat birkaç hayati farkla anlatmıştı.

Ofisten çıkarken Esra’nın masasında siyah bir nesne fark etmişti. Çantaydı. Çantayı alıp evine getiren Selin, eve döner dönmez Esra’ya mesaj yazmıştı.

Esra kapıya gelmiş, soğuk bir teşekkürle çantasını alıp gitmişti.

“Yani eve davet etmedin.” diye sormuştu polis.

“Hayır. Hem pek yakın değiliz hem de işyerinde bazı sorunlarımız vardı.”

Selin müdür olmak istiyordu ve bunun için çok çalışıyordu ama iddiasına göre Esra, patrona yakalalık yaparak önüne geçiyordu. Üstelik patron “Müdürlük için iki kişiyi düşünüyorum, ya siz olacaksınız ya da Esra Hanım olacak.” demişti.

“Çantasına da meraklı değilim de insanlık yapalım dedik, pişman olduk. Sırf onun yüzünden karakollarda sürünüyorum. Umarım bir an önce bulunur da şu dava kapanır.”

Esra gittikten birkaç dakika sonra kapı tekrar çalınmıştı. Bu sefer kapıda Vedat vardı.

“Merhabalar Selin Hanım, ben Vedat, Esra’nın eşiyim.”

“Buyurun.”

“Eşim eve dönmedi de ben… Acaba… Sizde mi diye merak ettim.”

“Yolda karşılaşmadınız mı? Yeni çıktı.”

“Nasıl yani?”

“Bugün Esra çantasını ofiste unutmuş da ben aldım. Eve gelince mesaj yazdım. Siz gelmeden ben diyeyim iki, siz diyin beş dakika önce çantasını alıp çıktı.”

Vedat bunun üzerine “Anladım, çok teşekkürler.” deyip ayrılmıştı.

Geniş bir arama çalışması başlatıldı. Medyaya çarşaf çarşaf ilanlar verildi. Civar esnafla, kayıp kadının ailesi ve arkadaşlarıyla konuşuldu. Güvenlik kameraları tarandı. Kayıp Esra Kedili’ye dair en son görüntü eve girişi ve çantasını almak üzere evden çıkışıydı. Telefonu da evdeydi.

Vedat karısıyla mükemmel bir şekilde anlaştıklarını iddia etse de, görgü tanıkları Esra ile Vedat’ın son zamanlarda çokça kavga ettiklerini söylüyordu. Hatta Esra olaydan bir ay önce annesini aramış, ağlayarak boşanmak istediğini söylemişti.

Bütün bu bilgiler -kayıp kadının evden uzaklaştığına dair bir bulgu olmaması, kocası ve iş arkadaşıyla yaşadığı sorunlar- Vedat Karaca ve Selin Demir’i baş şüpheli haline getirdi.

Vedat polisle işbirliğine sonuna kadar açıktı. Her soruya net ve dürüstçe yanıt veriyor, kışkırtıcı sorularda dahi soğukkanlı kalmayı başarıyordu. Evinin aranmasını kendisi teklif etmişti. Polislere odaları, garajını ve atölyesini bizzat gezdirmişti.

Ekip, karakola geri dönerken Vedat’ın karısının anısına yaptığı, salonun en güzel yerinde bir ikon gibi duran heykelin ne kadar güzel göründüğünü konuşuyordu.

Heykel tam değildi, ara formdaydı. Kafası olan bir tors yahut göbeği olan bir büst demek mümkündü. Vedat önceden aldığı kalıplar yardımıyla sadece bir gecede çıkarmıştı eserini. Evde Esra’ya dair daha birçok timsal vardı. Biblolar, rölyefler, torslar, el ve ayak heykelleri, masklar…

Selin için ise soğukkanlılık diye bir kavram yok gibiydi. Üçüncü sorgusunda gözyaşı dökmeye başlamıştı. Esra’ya bir şey yaptığı ima edilen bir sorudaysa sinir krizine girmişti. Evi aranırken ortalığı birbirine katmıştı.

Vedat bir gün her zamanki sakin haliyle değil, ağlayarak ve titreyerek geldi. Komşularının bahçesinde toprağı eşeleyen sokak köpekleri gördüğünü söyledi. Bahçe kazıldı. Toprağa gömülü olarak kanlı bir elektrikli testere, insan kol ve bacak kemikleri bulundu.

Adli tıptan gelen sonuçlar kemiklerin ve testeredeki kanın kayıp kadına ait olduğunu söylüyordu. Böylece Esra Kedili dosyası kayıptan cinayete dönmüştü.

Selin tutuklandı. Testerenin üzerinde parmak izi olmadığı için suçu kesinleşmese de karakolda olayı bilen herkes, Selin’in rakibini parçalayarak ortadan kaldıran eli kanlı bir katil olduğundan emindi, cinayet büronun görmüş geçirmiş komiseri hariç.

“Katip, tecrübeme güveniyor musun?”

Komiser yardımcısının adı Katip’ti. Bu şehirdeki görevine üç ay önce başlamıştı.

“Nasıl söz o komiserim? Elbette!”

Komiser, yardımcısının kulağına yaklaşıp alçak sesle “Bu taşın altından Vedat çıkacak.” dedi. “Şu an elimizde delil olmadığı için bir şey yapamıyoruz.”

Katip küçük bir sincabınkine benzeyen ufak gözlerini sonuna kadar açtı. “A… Ama adam karısını çok seviyor. Her gün sabah erkenden geliyor. En ufak bilgiyi bizimle paylaşıyor.”

“Her gün sabah erkenden geliyor çünkü tüm sürece hâkim olmak istiyor. Bildiklerini bizimle paylaşıyor çünkü bilgiyi kontrol eden, düşünceyi de kontrol eder. Akıllı ol Katip! Bizim bulamadıklarımızı bu herif nasıl buluyor? O kanlı testerenin komşunun bahçesinde olacağını biz polis olarak düşünebiliriz ama hangi sıradan insanın aklına gelir? Ayrıca şunu sakın unutma, aşırı ilgili mağdur yakınları şüphelidir. Suçlarını örtmeye çalışıyor olabilirler.”

“Haklısınız ama ben suçlunun Selin olduğu konusunda ısrarcıyım. Tüm deliller ona işaret ediyor.”

Ellerini kaldırdı. Kürsüde konuşan bir profesör ya da sahne ışıklarını üzerinde toplayan bir sanatçı edasıyla “Bir kere bu kadın terfi almayı hayat memat meselesi gören, hırsından gözü dönmüş bir kadın.” dedi. “Patron da açıkça söylemiş ‘ya sen, ya o’ diye. Senaryo gayet basit: Olay günü saat 19’da Esra işten çıkıyor. Çantasını ise iş yerinde unutuyor ya da şüphelimiz kurbanın çantasını gizlice alıyor, o kısmı bilemiyoruz. Sonuç olarak Selin Esra’nın çantasıyla birlikte kendi evine gidiyor, Esra’ya mesaj atıyor, Esra da çantayı almaya geldiği vakit ‘Gel canım, bir kahve içelim.’ diye içeriye alıp işini hallediyor.”

“Gel canım, bir kahve içelim.” cümlesini sesini incelterek söylemişti.

“Eee…” dedi komiser. “Sonra?”

“Sonra cinayet aletini ve cesedi bahçeye gömüyor. Evini temizliyor. Beş dakika sonra Vedat kendi evine geliyor, Esra’yı arıyor, ulaşamayınca da polise haber veriyor.”

“Yani Selin beş dakika içinde birisiyle kahve içti, banyoda bir cesedi parçalarına ayırdı, bahçesine gömdü ve üstüne evi temizledi, öyle mi? Selin’in Flash ile akrabalığı yoksa böyle bir şey mümkün değil.

Ben sana daha olası bir senaryo yazayım. Olay günü saat 19’da Esra çantasını masasının üzerinde unutarak işten çıkıyor. Selin Esra’nın çantasını alıp kendi evine geçiyor ve Esra’ya mesaj atıyor. Esra Selin’in evine geldiğinde Selin, Esra’nın çantasını verip gönderiyor. Selin’in olaydaki dâhili böylece bitiyor. Bir kere aralarında kahve içmelik bir samimiyet yok ki bunu şuradan da anlayabilirsin, kadınların evleri yan yana ama Selin arabasını biraz ileriye park edip de Esra’nın kapısını çalmıyor.”

“Yani Vedat kahve içtiler diye yalan söylüyor.”

“Kesinlikle. Esra çantayla birlikte eve döndükten sonra Vedat cinayeti işliyor. Cesedin kollarını, bacaklarını ve testereyi Selin’in bahçesine gömüyor. Geri kalanını da bilmediğimiz bir yerde saklıyor.”

Katip tahtaya doğru döndü. Üç büyük fotoğraf yan yanaydı. Tam ortada Esra’nın, iki yanında Vedat’ın ve Selin’in fotoğrafları… Kenarlarda başka kişilerin fotoğrafları da vardı ama üstleri çizilmişti. Aralarda bir sürü ok, çizgi ve not vardı.

“İki ana şüphelimizin de banyoları temiz.” dedi komiser. “Hangisiyse çok temiz çalışmış. Katip, unutturma da yakaladığımızda tebrik edelim.”

“Bu iki senaryoya saplanıp kalmamız bir hata olabilir.” dedi yardımcı. “Belki de Vedat da Selin de suçsuzdur. Olaylar hiç tahmin edemeyeceğimiz şekilde gelişmiştir.”

“Sürprizler, tesadüfler Yeşilçam filmlerinde güzeldir Katip ama gerçek hayatın genelde kesin bir matematiği vardır. Bazen vaka dallanıp budaklanır, yanlış hesap Bağdat’tan dönebilir ama matematiğin yanıldığı pek görülmemiştir. Vedat ve Selin’in anlattıkları uyumlu olsaydı haklı olabilirdin fakat çelişiyor. Bu ne demek? Birinden biri yalan söylüyor.”

“Yanlış hatırlamış olabilirler.”

“Nesini yanlış hatırlayacaklar? Vedat’a göre Selin ‘Esra ile kahve içiyoruz’ demiş. Selin ise Esra’yı eve davet etmediğini söylüyor.”

Yardımcı susunca komiser devam etti. “Biz bu yalanın doğrusunu ortaya çıkaramıyoruz, en kötüsü de bu. Selin’in evinde Esra’ya dair bir saç teli bile bulunsaydı bu Selin’in yalancı olduğuna delil olurdu. Vice versa, Vedat yalancıdır diyemiyoruz, çünkü kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.”

“Sorguda bunu kullanarak Vedat’ı sıkıştırsak ya komiserim?”

“Fareye kapan hazırlamadan önce kaçacak yer bırakmadığından emin olmalısın.”

“Peki ne yapacağız?”

“Sen söyle Katip, ne yapalım?” Komiser bulduğu ilk koltuğa kendini attı. “Çünkü benim beynim durdu.”

“Vedat’ın evini bir daha arayalım.”

“Ne faydası olacak?”

“Vedat bizi aynı günün gecesi aramış. Hemen ardından da karakola gelmiş. Yani eğer cinayeti işleyen oysa yalnızca dört saat vakti olmuş. Arabanın bu süre zarfında evin önünden hiç ayrılmadığı da güvenlik kameralarından belli olduğuna göre evden başka bir yere gitmesi imkânsız.”

“Doğru söylüyorsun.” dedi komiser yerinden doğrularak. “Yalnız şöyle bir sorunumuz var, Vedat’ın evini zaten iki kere aradık. Hiçbir şey bulamadık. Tamam, Esra’nın saç teli, parmak izi vardı da orası zaten Esra’nın evi, bu izlerin bulunmasından daha doğal ne olabilir? Üçüncüsü için savcı izin vermeyecektir.”

Komiser yardımcısı boş koltuklardan birine oturdu. Başını ellerinin arasına aldı. “O eve girmemiz lazım.” dedi. “Unuttuğumuz bir yer var mı? Garaj, atölye, bahçe…”

“Hayır, hepsini aradık.”

Katip tekrar ayağa kalkıp dolaşmaya başladı. “Çevredeki tüm güvenlik kameralarının görüntülerini aldık, değil mi?” derken kendi kendine konuşuyor gibiydi. “Selin’in evinin önünü tam olarak görüntüleyen bir kamera yok ama Vedat’ın evi tam olarak görüntüleniyor.”

“Görüntüler de Vedat’ın lehine.” dedi komiser. “Esra iş dönüşü bir kez eve giriyor ve Selin’den gelen mesaj üzerine evden çıkıyor. Geri dönmüyor. Belki de yanıldım.” Son cümleyi sessizce söylemişti. “Belki de Vedat suçsuz.”

“Evi tekrar ararken yoğunlaşacağımız yer ikinci bir giriş, doğru mu komiserim? Arka kapı, bodrum penceresi vesaire. Eğer böyle bir giriş yoksa Vedat’ı eleyebiliriz.”

“Evi tekrar arama gibi bir şansımız yok.”

“Bu suç için değil tabii ama hırsızlık için arama izni vereceklerdir. Sonuçta başarılı bir iş adamı ve heykeltıraşın evinin soyulması iş ve sanat dünyamız adına üzücü bir şey.”

“Ne diyorsun Katip? Vedat’ın evini mi soymuşlar, ne zaman?”

Komiser yardımcısı gülümsedi. “Bu akşam.”

Bu sırada amir ayağa kalkmış ve kaşlarını çatmıştı. “Aklından neler geçiyor senin?”

Gece yarısını geçtiğinde sarı renkli bir Tofaş, Vedatların evinin arka sokağında, sokak lambalarının yanıp söndüğü kör noktada bekliyordu. İçinde kar maskeli iki adam vardı. Yolcu koltuğundaki huysuzca söyleniyordu.

“Senin aklına uyanın… Düzmece hırsızlık yapacağız, savcı da bize arama izni verecek öyle mi? Bir kere biz cinayet masasıyız Katip. Buraya yarın asayiş bakacak. İkincisi yakalanırsak kariyerimiz de hayatımız da biter. Hırsız polis oyunu böyle bir şey değil.”

“Asayişle birlikte biz de gideriz. Ayrıca komiserim siz demiyor muydunuz iyi bir polis ayrıca iyi bir suçlu olmalıdır diye?”

“Ah Katip ah…”

Evin ışıkları söndü. Katip komisere dönerek “Vakit geldi.” diye fısıldadı. Arabadan inip gecenin karanlığına sığınarak yürüdüler, çitlerin üstünden atladılar. Komiser yardımcısının ayaklarının altından boğuk bir çınlama sesi geldi.

Komiser el fenerini tuttu. Katip’in bastığı yerde sadece çimler var gibi görünüyordu. “Ne var orada?”

Yardımcı eğilerek yere yumruk vurdu. “Çimlerle gizlenmiş bir metal kapı. Dakika bir gol bir.”

Eliyle yoklayarak yatay kapının açılma yerini buldu. Tüm gücüyle asıldı. Bu sırada komiser omzuna dokundu. “Şimdi işimizi halledip gidelim.”

Hırsız polisler salon penceresine yaklaştı. Çünkü en geniş pencereler salona aitti. Katip yeri yokladı ve bulabildiği en büyük taşı buldu. “Dikkat edin komiserim.” dedi. “Üç… İki… Bir…”

Taş, camı büyük bir gürültüyle kırdı.

Işıklar yandı. Merdivenlerden ayak sesleri geldi. Gri pijamalarını giymiş ama uykuya dalmadığı için saçı başı düzgün olan Vedat “Esra!” diye haykırarak aşağı iniyordu. Salondaki büyük heykelin birkaç karış ötesine düşen taş, bu nadide parçayı kırmaktan son anda vazgeçmiş gibi görünüyordu.

Rütbesi üstün polis “Ne bekliyoruz, gidelim!” diyerek dürterken diğeri büyülenmiş gibi içeriye bakıyordu. Vedat doğruca heykelin önüne geldi ve diz çöktü.

Katip güldü. “Tapıyor mu o ya? Adam suçsuz komiserim galiba. Baksanıza kafayı kırmış. Karısının heykeline tapınıyor.”

Bu sırada ev sahibi düşen taşı fark etti ve yavaşça elini uzattı. Taşa dokunduktan sonra durdu ve bir anda başını arkaya çevirdi. Hırsız ile ev sahibi göz göze gelmişlerdi.

Kar maskeli iki adam bir anda koşmaya başladı. Vedat da peşlerinden… Çitin üzerinden çita gibi atladılar, kaldırımda koştular ve arabanın kapılarını kapatıp gaza bastılar. Dikiz aynasında Vedat yumruklarını sıkmış, kollarını kaldırmıştı ve soluk sarı ışığın altında bir hayalet gibi duruyordu.

Polisler ara sokakları tercih ederek yol alıp ormana dek sürdüler. Şehirden ayrıldıklarını gösteren tabela masmavi belirince kar maskelerini de çıkartıp derin bir nefes aldılar.

“Yaptığımıza inanamıyorum.” dedi komiser nefes nefese. “Dua et bu işin sonu iyi olsun. Yoksa yakarım seni.”

“Birlikte yanarız komiserim. Ben önerdim, siz kabul ettiniz sonuçta.”

Kıdemli polis “Eşşek, eşşek…” diye söylenirken Katip kahkaha attı.

Tofaş’ı ormanda bıraktılar. Daha önceden ormana getirdikleri motorlara binip ayrı yollardan evlerine döndüler.

Güneş’in 20 küsur derece doğu koordinatlarını henüz aydınlattığı saatlerde Vedat karakolun bekleme salonundaki koltuklarında yerini almıştı. Yalnız bugün diğer günlerdeki gibi sessizce beklemiyor, gelip geçen her görevliye “Bulun onları, bulun o aşağılıkları!” diye yalvarıyordu.

Cinayet masasının komiseri olabildiğince şaşkın bir mimik yapmaya çalışarak adamın yanına geldi. “Ne oldu Vedat Bey?”

“Dün gece…” dedi bütün bedeni titreyen adam. “İki aşağılık hırsız evime girmeye kalktı. Evime taş attılar! Yardım edin. Bulun onları.”

“Tamam, sakin ol. İçeri geç şöyle.” Ofisi işaret etti. “Arkadaşlar çay versin. Nasıl oldu, anlat bakalım.”

“Geceydi. On iki buçuk olması lazım. Yeni yatmıştım. Aşağıdan cam kırılma sesi duydum. Önce yanlış duymuşumdur, dışarıdan geliyordur dedim. Sonra kafama dank etti, salondan gelmişti ses. Aşağı indim, bir baktım camın arkasında bekliyorlar. İkisini gördüm. Belki sayıları daha fazladır. Yüzleri maskeliydi.”

“Tamam, hepsini not alacağız. Yani aslında biz bakmıyoruz buna, cinayet büro amirliği olduğumuz için… Zaten asayişten arkadaşlar ve olay yeri inceleme gelir.”

Beklenen izin öğlene doğru geldi. Komiser, asayiş bürodaki meslektaşlarına durumu anlatıp yardımcısıyla birlikte orada olmak istediklerini söyledi. Ne var ki misafir oldukları için istedikleri her yeri karıştıramıyorlardı. Gerçi komiser, asayiş büronun komiserine bahçede metal bir kapak olduğundan üstü kapalı bahsetmişti ama…

Koruyucu giysiler giymiş olay yeri inceleme ekibi salondaki taşın etrafını çevirip numaralandırırken komiser ve Katip yan yana ayakta dikildiler ve bu sırada sohbet ettiler.

“Adam tam bir sanatsever, üstelik maharetli.” dedi genç komiser adayı. Beyaz heykele yaklaşıp etrafında dolaşmaya başladı. “Şu heykele bakın.”

“Katip, sergide miyiz?” dedi dişlerini sıkan komiser. Parmakları arasında tükenmez kalem çeviriyordu. Bu sırada son olay yeri görevlisi de işini bitirip kapıdan çıkıyordu. “İpucu toplamaya geldik buraya.”

Katip ise onu duymuyordu. “Vedat bu işten aklanırsa ben de evime heykel yaptıracağım komiserim. Kusursuz… Adeta gerçek gibi.”

Amir elinden kalemi düşürdü. Göğüs kafesi her zamankinden daha çok şişmişti. “Ne dedin sen?”

“Gerçek gibi…” dedi diğeri neşeli bir sesle. Bu sırada polis amiri büyümüş göz bebekleriyle heykele bakıyordu.

“Siz de gözlerinizi alamadınız değil mi? Eh, övünmek gibi olmasın da bende de biraz sanat kültürü vardır.”

“Gerçek bu heykel.”

“Evet, kesinlikle çok gerçekçi.” Komiser yardımcısı gözlerini kırpıştırıp gülümsedi. “Saçların kıvrımlarına bakar mısınız? Barok dönem tarzına uygun bir heykel bu.”

Komiser heykele yaklaştı. Parmağını heykelin burun deliğinin önüne getirdi. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından “Nefes alıyor.” diye fısıldadı.

“Efendim?”

“Gerçek diyorum Katip.” Oda komiserin sesiyle çınladı. “Esra burada!”

Bu sefer şaşırma sırası Katip’e gelmişti. “Nasıl yani, nerede Esra?” dedi kafasını hızlıca çevirerek.

“Çabuk suyu ver!” Yardımcı, afallamış bir yüz ifadesiyle pet şişeyi amirine uzattı. Amir suyu heykelin saçlarının arasından döktü. Su yere beyaz olarak akarken, saçlar da bir parça kararmıştı.

“Yok artık…” dedi gözlerini yuman genç polis.

“Yok artık ya, yok artık.” diye söylendi komiser. “Kaç yıldır bu meslekteyim hâlâ şaşıracak şeyler buluyorum. Kadının kollarını bacaklarını testereyle kesip alçıyla kaplamak nedir be? Aylarca aradık ya… Aylarca aradık.”

“Gözlerimizin önündeymiş.” diye tamamladı diğeri.

“Su doldur.” Şişeyi yardımcıya uzattı. “Derhal ambulansı arasınlar. Ayrıca bizimkilere söyle de Vedat hazır elimizin altındayken paket yapsınlar Katip, anladın mı?”

“Anladım komiserim.”

Su gelene kadar geçen zaman diliminde komiser dalıp gitti. Düşündükçe boğulacak gibi oluyordu. Demek ki bunca zamanı burada, salonun tam ortasında alçıdan bir kafeste geçirmişti, öyle mi? Bilinci açık mıydı? Kurtuluş parmaklarının ucundayken dokunamamak, arama çalışmalarına şahit olup ses verememek, zorbanın yalanlarını kulağının dibinde işitip de doğrusunu söyleyememek nasıl bir azaptı?

Katip’in gölgesi kapıya vurdu. Kadının yüzünü dikkatlice yıkadılar. Önce göz kapakları ortaya çıktı, ardından yarayla dolu burun ve yanakları. Alçının altında kalan teni pul pul dökülmüştü. Işığa hasret gözler açıldı, polislerin yüzüne doğru çevrildi. Ağzına konulan ve bağırmasını engelleyen çaputu çıkardıklarında komiser bir an durdu, kurbanın bir şeyler söylemesini bekledi fakat kadının aralanan ağzından sadece bir nefes çıktı. Ah dolu, sessiz bir nefes.

Amir dışarı çıktı. Diğer polisler de Vedat’la uğraşıyorlardı. Kadını kapının önünde bekleyen sedyeye taşıma görevi Katip’e düştü. Bedeni battaniyeye sarıp bebek gibi kucağına aldı. Koridordan geçerken kulağına ulaşan fısıltılarla tüyleri diken diken oldu.

“Öldürün beni…”

Mesleğine ruh sağlığı bozulmadan devam etmek istiyorsa yerli yersiz empati yapmaması gerektiğini biliyordu ama dayanamadı ve kendisini Esra’nın yerine koydu. Aynı olaylar onun da başına gelseydi herhalde Katip de hayata gözlerini yummak isterdi. Ne var ki insanın en güçlü arzusu yaşamaktı. Hatta ölüme meyletmenin temelinde dahi yüksek yaşam kalitesine duyulan hasret vardı.

“Hayır,” dedi içinden, “Şimdi seni öldüreceğim desem itiraz edersin. Vedat seni yok etmek için geri gelse korkuyla şu örtünün altına saklanmaya çalışırsın. Sen yaşamak istiyorsun, sadece bu halde nasıl yaşayacağını bilmiyorsun. Belirsizlikten korkuyorsun.”

Düşüncelerini sesli olarak dile getirmedi. Esra’yı tıp teknisyenlerine teslim ettikten sonra içini çekip kapıya yaslandı. Uzaklaşan ambulansın arkasından bakakaldı.

Dalgınlığından komiserin omzuna dokunmasıyla sıyrıldı.

“Daha arabaya bindirmeden ötmeye başladı.” dedi komiser. “Niyetim kötü değildi. Karımla tartışıyorduk, beni terk edecekti. Birbirimizi aslında seviyorduk, hep yan yana olalım istedim.’ Hep bir bahaneleri var haysiyetlerine tükürdüklerimin. Ha, bir de beni hapse atarsanız Esra çok üzülür demiş.”

Tiksintiyle karışık kahkaha attılar. Suratları tekrar düşünce “Bence yanlış mesleği seçmişim.” dedi yardımcı.

“O nereden çıktı?”

“Yaşam koçu olmalıymışım komiserim.” dedi. “Gün batımında çalışma masama oturup aforizmalar sıralamalıymışım.” Konuşmaya devam edecekmiş gibi derin bir nefes alsa da dudaklarını sessizlikle mühürledi. Aklından Sherlock Holmes’un sözü geçiyordu.

“Bir şeyi saklamanın en iyi yolu, onu herkesin görebileceği bir yere koymaktır.”

Sherlock Holmes

“Etkilendin, değil mi? Bu gözler daha neler görecek Katip.” dedi komiser. “Yaşamın koçu olup da ne yapacaksın? Tam ortasındayız işte, ölümle ve gerçeklerle iç içe. Yaşam ölümden kopuk bir şey mi?”

Gitme vakti gelmişti. Komiser ve yardımcısı ekip otomobiline geri döndü. Araba caddeye çıktı, uzaklaştı, nokta haline gelene dek küçüldü ve kayboldu.

O sırada bahçedeki gizli yer altı odası açılıyordu. Anestezi iğneleri, tıbbi dikiş seti ve tampon burada bulunmuştu. Cinayet süsü vermek için işe yaramayacak bu nesnelerin burada kaldığı, geri kalanının ise Selin’in bahçesine gömüldüğü anlaşılmıştı. Vedat sorguda Esra’nın uzuvlarını o odada kestiğini itiraf edecekti.

3 Beğeni