Bekçi, Şakacı Aleks Öyküsü

BEKÇİ
Sakince yemeklerini yiyen beş kişinin yanına biri sessizce yanaştı. “Merhaba” dediğinde masada duranlar başını kaldırıp baktı. “Gel keşiş” dedi içlerinden daha ufak tefek olanı. “Aç mısın?” dedi diğeri. “Tanrıya şükür aç değilim” dese de bedenine haline bakarsanız yalan söylediğini çünkü aç olduğunu düşünürdünüz. Başka bir kelime daha kullanmadan bekledi birkaç saniye. Masada oturanlardan kısa boylu ve tıknaz olan biri bekleyen adama bir süre göz ucuyla baktıktan sonra “Adam ya otur bizimle ye veya git başka yerde bekle” dedi. Keşiş bu sözlere alınmıştı. Geri dönüp birkaç adım uzaklaşmıştı ki ilk konuşan, “hadi Tanrı kulu gel ve otur” dedi. Üçüncü birinin konuşmasına gerek kalmadan adam yakındaki bir masada sandalye çekti ve yanlarına oturdu.
On dakika sonra yemekler yenmiş kahveler içilmeye başlamıştı. Masada oturanlardan biri hemen yanına oturmuş olan zayıf uzun boylu adama dönerek “Evet bayım sizi dinliyorum” dedi. Keşişin uzun süredir yemek yemediği belli olmuştu. Tabağındaki son sebzeleri sıyırdıktan ve hafifçe geğirdikten sonra konuştu.
“Siz şakacı Aleks’iniz değil mi?” dedi. Masanın karşısında oturan iki kadından daha esmer olanı “Ta kendisi peki kim soruyor” dedi. Kadının ses tonundan etkilenen adam hafifçe yutkunarak
“Menta, Birlik manastırı Ganymede baş keşişi Josef Menta” dedi Burada, Ganymede’de bir tapınağımız var” dedi. Masada oturanlar birbirlerinin yüzüne baktılar bir an. Uyduya inmeden gördükleri görkemli binalarda biri olabilir mi? diye akıllarından geçti. “Yok o değil” dedi Keşiş Menta. “O bildiğiniz Dünya merkezli büyük dinlerden birine ait” dedi.
“Peki siz dünyadakilerden biri değil misiniz?” dedi. Başı önünde duran ufak tefek sarı saçlı kız. Ürkek bakışlarını yerden kaldırmaya niyeti yoktu. Şimdi Keşişin en sevdiği konulardan biri açılmıştı. “Biz diğerlerinden farklıyız. Hem Kadim dünyaya aidiz hem de Tanrının uzayındayız. Hem bağımsız bir diniz hem de tüm dinlerden birer parçayız” dedi.
“Böyle bir şey olmaz. Hepsinden biraz katılmış din mi olur?” dedi iri yarı tıknaz adam.
“Tamam Marza” dedi Şakacı Alex” “Adamlar biz yaptık diyorlar daha ne?” dedi “Peki patron” dedi ve sustu Marza. Şakacı Aleks hafifçe gülümsedi ve sözlerine devam etti.
“Ben bir iş adamıyım. Mal taşırım, yolcu taşırım, ilaç taşırım, yiyecek taşırım. Bu arkadaşlar da benim değerli personelim. Şimdi söyleyin bizden tam olarak istediğiniz nedir?” dedi. Adam bir süre suskun kaldı ve ardından
“Aslında burası çok ortada bir yer. Sizinle daha sakin bir yerde konuşmak istiyorum” dedi. Aleks, bir süre düşündükten sonra “bir süre buralardayız. Gemimiz Fırtına, Büyük Hangarda” dedi. Gri elbisesi bütün bedenini kaplayan Keşiş mesajı almıştı. Yemeğe teşekkür edip uzaklaştı.
Kaptan Aleks, eğlenmeyi ve gülmeyi seven biriydi. Danymede’nin en iyi birkaç mekanında standart saat ile günlerini tamamlamışlardı. Otel parası vermemek için değil de kendi gemilerini çok sevdikleri için direk Fırtına’ya gitmişlerdi.
“Muhteşem değil mi?” dedi Marza. Ganimede yönetimi insanı bırakın uzay gemilerinin bile küçücük göründüğü bu hangar ile öğünüyordu. Büyüklüğü göz kamaştırıcı olsa da Ganymede kendilerine bu imkanı kraterleriyle sunmuştu. Yönetime de ters koni gibi duran devasa kraterin üzerini kapatmak kalmıştı sadece. Araçlarını bıraktıkları yere varınca üç kişinin kendilerini beklediğini görmüşlerdi. Kısa bir selamlaşmadan sonra birkaç saat önce konuştukları Menta “Şimdi görüşebilir miyiz?” dedi. Adamları içeri buyur ettiler.
Tüm nakliye gemileri gibi Fırtına’da da konfor yoktu. Ambarlar tüm hacmin büyük bir bölümünü kaplıyordu. Bu yüzden kaptan köşkünde konuştular. “Benim aracımın durumu belli. Yolcu alabilecek durumum yok” dedi Aleks. Her zaman olduğu gibi ilgisiz bir tavrı vardı. Kaptan Aleks’i iyi tanıyanlar bu duruma aldanmamak gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Personelinden birine dönerek, “Marza boş gideceğimize biraz para kazanırsak fena olmaz diyorum” dedi. Bir saniye sonra ekledi. “Gerçi ambarlarda biraz kargo var ama üç beş kredi fena olmazdı hani” dedi. Kaptanın sözü bitince geride duran ve o ana kadar konuşmayan adam
“Size tahmininizden çok daha fazla para kazandırabiliriz” dedi. Sesi toktu ve şaka yapar gibi bir hali yoktu. Aleksin ötesinde duran Kezb
“Ne kadar çok” dedi. Gözlerinin içi parlıyordu. “Kaptan, bilmek hakkımız değil mi?” dedi çıkışını biraz olsun hafifletmek için.
İlk tanıştıkları Menta, “Kaptan, yıllık kazancınız ortalama ne kadar?” dedi. “Yılına, gittiğimiz yere ve taşıdığımız mala göre değişse de ortalama 10.000 Mars kredisi tutuyor.” Kezb abarttığını biliyordu ve kendisine kızgınca bakan Aleks’e bakarak hafifçe gülümsedi. Küçük bir düzeltme yaptı. “Potansiyelimizden söz ediyorum” dedi. Ama sözleri ciddiye alınmış olmalıydı ki cevap
“Bu parayı bir kerede kazanmak istemez misiniz?” diye geldi. Aleks, umursamaz görünmeye çalışsa da rakam içinde iyi bir coşku yaratmıştı.
“İtiraf etmek gerekir ki iyi bir ücret bu. “ dedi Az önce konuşan kadın. Uzun bir süre ara verdikten sonra “Bu para için Oort’un sonuna bile gidilir” dedi.
“O kadar da değil. Oralarda insan eserinin değmediği o bilinmez bulutta ne işimiz var?” dedi Aleks. O sözleri söylerken gülmüyordu artık. Ortam bir anda gerilmişti sanki. Şakacı unvanını bileğinin hakkıyla hak etmiş olan Aleks artık şaka yapmıyordu. “Bu güne kadar oraya giden birisini tanımıyorum” dedi. Geride duran ve az konuşan adam ağır adımlarla ilerledi.
“Biz sizinle ilgili bazı şeyler duyduk. Her zaman kullanmasanız da Geminizin hızında bazı sıçramalar yapabiliyor muşsunuz” dedi.
“Yok, öyle bir şey” dedi kapı girişinde duran kız. İriydi hatta şişmandı. Boyu kısa olduğu için çok daha fazla şişman görünüyordu. Bir diğer köşede oturan Uzun boylu esmer tenli Nagooh devam etti, “Bizim motorlarımız diğer şileplerin motorlarından farklı değil. Hatta demode bile sayılabilir” Ne de olsa motorlardan anlıyordu.
“Kaptan otoritenize saygı duyuyorum ama herkesten sözler duyarsak ve işinize tüm personel karışırsa bu gemiyi nasıl yürütebilirsiniz ki?” dedi. Konuşan lider havasında olan Binyamin’di.
“Benim yönetim tarzım sizin üzerinize görev değil. Hem bugüne kadar gayet iyi gitti, bu günden sonra da gider” dedi. “Tüm olumsuzluklara rağmen birinin Oort bulutuna gittiğini biliyorsunuz değil mi?” Kaptan Aleksin yüzündeki şaşkınlığı görünce, “böyle bir bilgiden habersiz olacağınıza inanmıyorum” dedi. Kezban, gene araya girdi. “Beş on yıl önceki olaydan söz ediyorsanız o tür uydurma haberlere pek aldırmıyoruz” dedi. “Üstelik o gidiş Oort Bulutu değil de Kupier Kuşağınaydı” dedi. Bakışlar konuşanın kim olduğuna yönelince Zofia’nın yüzü al al oldu. “Ben öyle duymuştum” dedi utanmış bir sesle.
Hafif bir öksürme sesi duyuldu keşişlerin birinden. Birkaç adım öne çıktı ve şakacı Aleksin tam karşısında durdu. “Size 10.000 mars kredisi öneriyoruz ve bizi Kupier Kuşağının dış hattına götürmenizi istiyoruz” dedi. “Tam olarak neresi?” Bu defa Zafia’dı soran. “Sybill” dedi. aynı adam. İşte o zaman Aleks kendisiyle özdeşleşmiş kahkahasını attı.
“Siz bir efsane hatta hayal peşinde koşuyorsunuz. Sybill denilen Cüce gezegenin var olup olmadığı bile belli değil. Bizim işimiz gerçek hayatla” dedi ve adamlara kapıyı gösterdi.
“Bizi bir kere daha dinlemenizi rica ediyorum” dedi. Aynı adam. Adam ileri çıkınca diğer ikisi geri çekildi. “Bizim önderlerimizden olan Bilgemiz Yonca Hanım, on bir yıl önce gitti. Nereye gittiğini bilmiyoruz ama bir bildiği var ki gitti diyoruz. Daha sonra din âlimlerimiz ve kâhinlerimiz Sybill denilen bir Cüce gezegende olduğunu öğrendiler. Sizden O gezegeni bulmanızı istiyoruz” dedi. Üstelik az önceki önerimizi iki katına çıkarıyoruz, 20.000 mars kredisi.
“Şimdi siz bize beş dakika izin verin ve ardından size kararımızı bildirelim” dedi. Yabancılar dışarı çıktıktan sonra personel baş başa kalmıştı. “Durumu gördünüz. Verilen ücret iyi bir ücret ama gidilecek yer şimdiye kadar kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir yer. Şimdi size soruyorum. Gidelim mi? Kalalım mı?” Cevap oy birliğiyle alınmıştı. Kararın ardından Zofia, şişman ve ağır bedenini ağır hareketlerle yerine taşıdı. Masasına oturduğu zaman evrenle ilişkisini kesmişti bile.
“Anne, Anne neredesin?” dedi diğerlerinin duyamadığı bir ses. Genellikle gemide kalan Zofia bu defa geldikleri kayanın üzerine inmekte ısrar etmişti. Normalde ayakta durmakta zorlanan bedeni şekilsiz kayanın üzerinde yürümekte iyice zorlanıyordu. “Bu kayanın dünya tarafından keşfedilmediğini tahmin ediyorum. Bu adamlar burada ne arıyorlar” dedi Marza. Cevap Nagooh’tan geldi. Uzun boylu adam, kalın sesiyle “Tanrı’yı” dedi. Sohbete katılan yolculardan biri araya girdi.
“Tanrının büyüklüğünü kanıtlayacak bir işaret arıyoruz” dedi, hafifçe öksürerek. “Vay beyim vay. Sizin iman etmek için kanıta ihtiyacınız varsa işiniz çok zor” dedi. Konuşan Fırtına’da bekleyen Kezban’dan gelmişti.
“Hiç bu kadar dışarıya gelmemiştik” dedi kaptan Aleks. “Kezy, Güneşimizi görebiliyor musun?” dediğinde kadın önündeki monitörü taradı. “Dünyayı ısıtan sarı yıldızımız diğer yıldızlardan farklı görünmüyor. Üstelik uydunun eğimi fazla olduğu için bulunduğumuz noktadan görmemiz mümkün değil?” dedi. En fazla 300 km çapında, düzgün şekli olmayan kaya üzerindeydiler.
“Kezban, bu Cüceye ad verme hakkı bize ait değil mi?”
“Evet ama şimdi olmaz” dedi. “Resmi olarak burada bulunmuyoruz. Belki dönünce olabilir.”
“Aleks Gezegeni fena olmaz hani” dedi Şakacı Kaptan. “Kaptan senin adını böyle bir cüceye vermek hoş olmaz.
“Bu gezegenin adı var zaten, Sybill” Konuşan Baş keşiş Binya’ydı. Aleks ve arkadaşları biraz daha yavaş yürümeye başladılar. Keşişler öne geçtiler. Konuşmuyorlar sadece çevreye bakınıyorlardı. Doğal olarak en arkadan gelen Zofia içinden hala aynı kelimeyi tekrarlıyordu “Anne… Anne…” Ama çevrede buz gibi bir sessizlik vardı.
“Yanlış yere gelmiş olmayalım Efendim” dedi Menta.
“Hayır, âlimlerimizin ve kâhinlerimizin söylediği yerdeyiz” dedi.
“Ne yani 20.000 kredi boşa mı gidecek. Ben bu durumu kardinal’e nasıl açıklayacağım” dedi. Evet, oldukça sıkıcı bir durumdu.
“Çok zamanımız yok” dedi Aleks yolcularına. “Ne bulmak istiyorsanız biraz acele etmelisiniz.” Keşişler birbirlerinden hafifçe ayrılarak farklı yönlere yürümeye başladılar ve sanki biraz daha hızlı yürüyorlardı. Ve dolandılar güçlerinin yettiği sürece. Ama bekledikleri gibi bir sonuç bulamadılar.
“Dönebilecek kadar oksijeniniz kaldı” dedi Kezban’ın herkese ulaşan sesi. Binya, yüksek bir yere çıktı. Etrafına bir kere daha baktı. Uydunun yüzeyi girintili çıkıntılıydı ama içine bir şeyler gizleyecek kadar krater yoktu. Gözlerinin erebildiği her yere baktılar. Menta, birkaç yüz metre ötedeki bir kayayı gösterdi. “Şu nedir”?” dedi. Herkes parmakların gösterdiği yöne bakınca bir insan boyunda bir kaya vardı. “Kafamızda soru işareti kalmasın” dedi Keşiş Binya. Her birlikte o yöne yürümeye başladılar.
Bir on dakika daha böylece geçti. Vardıkları yerde kocaman bir kayadan başka bir şey bulamadılar. Ama Menta gördüğünden haksız da sayılmazdı. Keşiş Binya’nın moralsiz sesi duyuldu,
“Kaptan Aleks, geri dönebiliriz” dedi. Goshi’nin “bütün emekler boşuna mı?” diyen sesine Binya, yanında getirdiği küçük bir nesneyi göstererek cevap verdi. “Hayır, Tapınağımızın sembolünü buraya Kupier’in sınırına bırakıyoruz. Bu da az bir şey değil” dedi. Çantasında getirdiği bir karış boyundaki küçük bir totemi yüksekçe bir yere bıraktı. Kanatlı bir meleği andıran heykelcik daha uydunun zeminine değer değmez üzerinde bulundukları yer sarsıldı. Heykel devrildi. Adamlar yere düşmemişlerdi ama ayakta durmakta da zorlanmışlardı. Sarsıntı geçince Keşiş Binya, devrilen heykeli tekrar düzeltti.
“Tamam, dönebiliriz” demişti ki tekrar ve daha şiddetli sarsıntı oldu. Bu defa dengeli ve sağlam durmayan birkaç kişi yere yığıldı. Zorlukla yerden kalkarlarken Kaptan Aleksin sesi duyuldu her birinin giysilerinde “Hemen geri dönüyoruz.”
Baş keşiş Binya, tekrar heykelciği düzletmek üzereyken eline başka bir el yapıştı. “Amacına ulaştın daha fazla deneme” dedi. Binya, kim olduğuna bakmak isteyince başlığın küçük penceresinden gemi personelinden biri olduğunu gördü. Bu Marza’ydı. Ses tonu itiraz kabul etmeyecek düzeydeydi. Hep birlikte gemileri Fırtına’ya doğru yürümeye başladılar.
“Kaç yavrum” dedi özlemle beklediği ses kafasının içinde. Annesiydi konuşan Hasretle duymayı beklediği sese “Anne, Neredesin?” dedi tekrar. Yer sarsılmaya devam ediyordu. Az öncesine kadar sakin sakin yürüyen insanlar adeta koşmaya başlamıştı. “Anne, seni burada görmeyi seninle konuşmayı çok isterdim ama yoksun” dedi. “Buradayım. Dışarıdan gelebilecek tehlikeleri gözlüyorum. Ama siz hemen gidin” dedi. “Gidin ve bir daha geri gelmeyin” Cevap tek kelimelik bir sorudan ibaretti.
“Neden?”
“Bu taş gezegen bir bekçi, buradan öteye geçişimize izin vermeyecek. Hiç birinizin buradan gitmesine izin vermeyecek. Güneş Sisteminde yaşayan bizlerin hazır olduğumuza inanmıyor. O yüzden biz insanlar, biraz daha büyümeli biraz daha olgunlaşmalıyız. Git ve onlara, ırkımıza insan olmanın nasıl bir şey olduğunu; barışı, sevgiyi, dostluğu öğret. Yardımlaşmayı, paylaşmayı öğret. İnsan olmanın ne olduğunu öğrensinler ve öyle gelsinler Kupier Kuşağının sınırına.” Son cümleyi gemideki tüm insanlar duymuştu.
Sarsıntılar her adımlarında artıyordu. Sanki biri düğmeye basmış geri sayımı başlatmıştı. İşte o ara kurtarıcıları Kezban üstlerinde belirdi. Attığı ip merdivenle yukarıya tırmanmaya başladılar. Son kişi olan Kaptan Fırtına güvertesine çıktığında Kezban uydudan olabildiğince hızlı şekilde uzaklaşmaya başlamıştı. Ve beklenen son oldu, uydu parçalandı.
“Kutsal kadın Yonca, Dört kardeşin bilgesi, Maça Kraliçesi ve insanlığın yeni önderi bizi barışa ve kardeşliğe çağırıyor” dedi ekranda konuşan ses. “Birlik Kilisesi Rahipleri gittiler ve buldular Maça Kızını. Kendisinden Tanrılara ulaşmak için ne yapılması gerektiğini öğrendiler…” Ekranın düğmesini kapattı kaptan Aleks. Yüzü gülücükler saçıyordu. “Kezy kredileri aldın mı?” dedi.
“Evet, son kuruşuna kadar ödediler” dedi kadın. “O zaman yönümüz en lüks otellerin olduğu Mars’a” dedi. Diğer personel sevinç çığlıkları atıyordu. İçlerinde gülmeyen ve sahip olduğu tek lüks olan hüznü yaşayan Zofia dalgındı. Uzaklarda bıraktığı annesini düşünüyordu. “Hadi güzel kızım, gönder bizi” dedi Marza sarışın kadına bakarak. Bir an göz göze geldiler. Zofia da hafifçe gülümsedi. “Yerlerinize oturun” dedi ve başını önündeki klavyeye gömdü. Kendi beyni ve bilgisayarı tekrar bütünleşmişti…

2 Beğeni